• ötücü kuşların seslerini gecenin sessizliği içinde işitmek, bir insanın gözlerinin ta içine bakıp savunduğu (doğru-yanlış) fikirleri saygı ve sükût ile dinlemek, bir adem çocuğunun duygularını, yüreğini, arzularını, endişelerini, korkularını hiç tereddüt etmeden avuçlarımız içinde tutabilmek gibi "gerçek" hâllerden uzak, hayatın lezzetine varamadan sadece o lezzetin küspesi ile idare etmek zorunda kalmamıza (ve daha acısı o "küspe"yi hayatın kendisi sanmamıza) neden olan durum..

    en büyük sebebi "sosyal paylaşım" denen ve insanları birbirine daha çok yakınlaştırıp paylaşım alanlarını arttırdığını iddia eder iken, aslında onları tuhaf bir yalnızlık hücresi içine hapseden yeni çağ eğilimi..

    "kendin ol", "özgür ol", "bu senin hakkın", "sen özelsin" gibi sloganların volume'unun son 30 senede sürekli artan bir ivmeyle yükselmesi, yaratılmak istenen sürüyü yönlendiren kimliği belirsiz çobanların kavallarını pek büyük bir maharetle çaldıklarını kanıtlıyor..

    sanal toplum bozunumu..

    bir isim düşünüp duruyorum bu hale yıllardır.. bula bula bunu mu buldu sarsalak zihnim..? bilemiyorum ve esasında çok da bir önemi yok ismin.. önemli olan farkındalık.. rahmetli pavlov'un o meşhur köpeğinin (sahi bu köpeğin bir adı yok mu..?) içinde bulunduğu deneyin farkında bile olmamasının benzeri yanılsama var üstümüzde zira..

    toplumun cenahlara ayrılarak sindirilmesi yeni bir fikir değil.. ancak bu eski stratejiyi yeni çağın iletişim olanakları ile yaptığımızda çürümenin hızı tuhaf bir sıçrama yapıyor.. insanların, sanal ortam denen mahalde yekdiğerinin gözlerini görmeden, beklentileri, yaşamı, umutları, korkuları, sevinçleri hakkında en ufak bir fikir sahibi olmadan ve en kötüsü de bunları hiç umursamadan, tüm edep, adap, saygı kurallarını bir kenara koyup, arkadan vurmak, iftira, gıybet ve her türlü yalan dolanı da kullanmaktan çekinmeyerek kendini ortaya atması nasıl açıklanır düşünmek gerek..

    cenah olarak hangi istikamette olursa olsun tek tipleşiyoruz..

    dikkat ediniz..

    çelişkiler ve farklar keskinleştikçe usûl ve yöntemler ve hatta insanlar tektipleşiyor..

    ve biz düşman (?!) bellediğimiz kişilerin dilinden konuşur oluyoruz..
    onlardan tek farkımız ise küfrettiğimiz şeylerin onların kıymetlileri oluşundan başkası değil..

    bu tektipleşmenin neticesinde verdiğimiz tepkiler, beklentilerimiz, korku ve endişelerimiz, hayata dair istek ve çekincelerimiz de aynı oluyor herkesle..

    program tamamlanıp çıktıları alınmaya başladığında ise sevgili pink floyd'un klibindeki kıyma makinasına ilerleyen bantlar geliyor insanın aklına..

    ancak bu sefer tek farkla..

    artık tektipleşme baskıyla değil, bilakis, özgürlük perdesi arkasında yürütülüyor..

    herkes özgür ama tüm özgürler aynı hamburgercide yiyip, aynı trendleri takip edip, aynı konuları tartışıyor ve seçtikleri cenaha göre aynı şekilde küfrediyorlar yekdiğerine.. özgürlüğün tanımı ve kapsamı kaymaya uğruyor.. herkes özgürleşiyor git gide.. ve git gide daha genişliyor özgürlüğün kapsamı, çemberi.. ve bu çember git gide daraltıyor hepimizin hareket alanını.. bizi sanallaşmaya mecbur ediyor.. herkesin çemberi büyüdükçe ortaya girift ve som ve bükülmez ve tamamıyla aynı ve asla flexible olmayan bir yapı çıkıyor.. bu sıkışık özgür baloncuklardan oluşan yapı git gide koyulaşıyor, katılaşıyor.. çemberler büyüdükçe sıkılaşan doku insanları her zaman olduğundan daha sınırlı bir alana hapsediveriyor tuhaf bir şekilde..

    insan bu özgürlük seli içinde bir zincir, bir pranga arıyor kendine..

    ve kimi zaman akıntıya karşı direnebilmek, ilerleyişten daha büyük gayret ve kuvvet gerektiriyor.. vesselam..
  • ne zaman hakkında yazayım yazayım dediğim ama ertelediğim durumdur.

    nereden gireceğimi bilemiyorum. klasiktir: bir başlasam... devamı gelecek.
    sanal toplumu irdelemek lazım sanırım öncelikle. aslında irdeleyecek bir şey yok. adı üstündedir, sanal bir toplum var. web ortamlarında gezip, hayatını (gereklidir, gereksizdir orası herkesin kendi bileceği iş), düşüncelerini, duygularını paylaşan.

    nedendir hakikaten bilmiyorum ama bu sanal ortamdaki paylaşımlar insanları yargılayıcı ve tahammülsüz yaptı diye düşünüyorum. belki doğal ortamında (okulunda, işinde) çok da umrunda olmayan insanların aslında nasıl insanlar olduğunu, neleri sevip neleri sevmediğini filan öğrenmek hoşuna gitmedi insanların. çok ortalık oldu. belki "iradesi alınmış erkek" gibi bastırılmış hissettiği normal hayatından sonra gelip sanal ortamda esip gürlemek, kendini ispat etmek gereği duydu insanlar. bilmiyorum.

    ama gerçekten inanılmaz yargılayıcı ve tahammülsüz olduk. mesela benim bildiğim, insan sevdiği şeyleri paylaşır, karşısındakinin de onu sevmesini isterdi, he karşıdaki de sevmese bile sevmiş gibi yapardı çoğu zaman. nezaket gereği. kesinlikle samimiyetsizlik olarak görmüyorum. ama gel gör ki, şu an bulunduğumuz sosyal ortamda bir insan sevdiği şeyi söylemeyedursun, anası, avradı, bacısı, 7 ceddi elden geçiriliyor.

    bunu ekşi sözlük ortamında da sıkça görebiliriz aslında. yani böyle bir adele sevmemek, ne bileyim how i met your mother'a küfretmek gibi değil. oscar schindler'i beğenmeyen, söven adam var lan.

    ama bence bu durumun bu kadar keskinleşmesi akabinde insanların acımasızlaşması facebook'la başladı, twitter ile ise hayvanlar gibi büyüyerek artmaktadır. çok basit... mesela facebook'ta bir şarkı paylaşıyor adam ya da bir söz, bir fotoğraf, bir de üstüne bunu kendi beğeniyor... boku yedi. ne dalyaraklığı kalır, ne seviyesizliği, ne zevksizliği, ne mallığı... ama aslında olaya şöyle bir açılıp bakabilirsek durum ortada; "sana ne" bu kadar basit. sana ne amk? "beğenmese paylaşmazdı zaten ahahaha" diye yorumlayarak başlayan çok muhterem sanal toplumumuz, paylaştığı şeyi de itin götüne sokasıya kadar vuruyor abalıya. evet, ben de görüyorum onu, benim de komiğime gidiyor kendi yazdığını kendisinin beğenmesi filan ama bana ne ki lan? gidip de cam, çerçeve, ana, avrat sövüp aşağılamaya ne gerek var?

    heh bu noktada da bence hani böyle facebook'tu twitter'dı kolay bir şekilde büyük bir kitleye hitap edebilmenin verdiği güçle, insanlar kendilerini fazla ciddiye almaya başladılar diye düşünüyorum. şimdi vereceğim örnekleri sade ve sadece örnek teşkil etmesi bakımından veriyorum; bakın şimdi bu bir twitter fenomeni: https://twitter.com/#!/pakiteysis (hayatımıza girmiş yepisyeni bir kavram!), bu ise zerrin tekindor: https://twitter.com/#!/zerrintekindor , bu ise çiğdem erken: https://twitter.com/#!/cigdemerken (müzisyendir kendisi, tanımayan olur), bu da güneş duru: https://twitter.com/#!/gunesduru (redd grubu'nun solisti) şimdi ben bunların takipçi sayısına filan baktığımda resmen üzülüyorum lan. örnekleri twitter'dan vermemin nedeni de, anonim takılma gibi opsiyonlar sebebiyle insanların kendilerine daha farklı bir kimlik ve daha farklı bir ortam oluşturabilme seçeneklerinin olması. biraz vakit geçiriyorum, 3-5 cümle okuyorum resmen sinirim bozuluyor üzülüyorum lan. bakın mesela bu twitter aslında bence harika bir şey ünlü kişilerle direk iletişim kurabilme özelliği filan. ama biz bunu zannediyoruz ki, orda herkes eşit. yok lan öyle bir şey. tamam bütün insanlar eşittir, halkların kardeşliği filan o değil demek istediğim. çok basit 2+2=4, senin söylediğini kimse siklemez, rihanna sana fuck you yazarsa seni orda linç ederler. bu böyle. bu her zaman böyleydi. ünlüydü, sanatçıydı zarttı zurttu bunların dediği sade vatandaşın dediğinden daha önemli olmuştur. işte twitter bunu yıktı. bu bence güzel de olmuştu ama gel gör ki eli sikinde 5 tane adam fazıl say'a "siktir ol git lan" yazmaya başladı. işte bu beğenme ya da beğenmeme, tasvip etme ya da etmeme, dinleyip dinlememe değil, bu terbiyesizlik. bak şimdi ordan random seç 50 tane adama sor fazıl say'ı, seveni ya da sevmeyeni vardır. "bana ne amk" diyen adam kalmadı.

    işte tam olarak sorun da bu. maşallah herkes her şey hakkında full donanımlı bilgiye sahip oluverdi birden. kendi sevmediğini başkası sevince acımasızca eleştirmeye ve dahi yargılamaya başladı. ama işin özünde bu zevk seni bağlamıyorsa sana ne amk?

    yalnız çok çok kritik bir nokta var ki, biz en sikik olayları inanılmaz büyütüp olay yapıp, insanları kategorize ederken; götümüzün lobu, gözümüzün nuru kadar önemli konulara "bana ne amk" demeye başladık. bunu her kim düşünmüşse, çok güzel düşünmüşsün kardeş. biz de böyle kuyruğunu yakalamaya çalışan köpek gibi dönüyoruz. işte cihat akbel filan var, fazıl say var, geçen ece temelkuran sıçtıydı, işte diğerleri birilerine telefon etmiş, tehdit etmiş filan... bizdeki bilgiler böyle. bunları biliyoruz. bunlar hakkında sayfalarca yazı yazıyoruz. ülkenin anası sikilirken futbol konuşmak gibi ama sonra ülkenin anasını konuşmaya başlayınca ne oluyor biliyor musun? klavye aktivisti, tatlı su solcusu oluyorsun. çünkü öbürleri onları bile yapmadığı, 2 satır yazmadığı için cool oluyor, adam oluyor, adamın dibi oluyor değil mi?

    lan ben bunun sonunu bağlayamayacağım. iyicene kayboldum gittim. neyse demem o ki hayat siyah ve beyaz değil. griler var. siyah beyaz bir şarkı adıdır! bunu bil. ve sen duyguları, düşünceleri, inandıkları, inanmadıkları, sevdikleri, sevmedikleri olan bir insansan, karşındaki de senin gibi işte. akıl ve mantığa dayanan her şey kabulümüzdür en nihayetinde. bu kadar etiketlemeyin insanları, 3-5 cümlesi yüzünden anasına bacısına kadar girmeyin lan. bırakın sevdiği ünlüye yazsın twitter'dan, bırakın hoşuna giden şarkısını paylaşsın facebook'tan kendi beğensin bir de. sana ne? sen de kendi sevdiklerini yap işte, bu saygısızlık bu tahammülsüzlük, bu seviyesizlik, bu nefret nedir ya? insan insanı siker mi hiç lan?!

    hemen seri eksiye basma piç! al dinle de gevşe biraz; http://www.youtube.com/watch?v=yxeh9txjfte

    öptm, by.
hesabın var mı? giriş yap