*

  • yapılması bir müddet sonra baygınlık getiren, uçurtmanın alt kısmında ağırlık yaparak yukarı doğru süzülmesini sağlayan ayrıca uçurtmaya estetik katmak için rengarenk yapılan vazgeçilmez bir unsurdur. uçurtma gövdesi yapılırken kullanılan kağıt ya da naylondan artan kısımlar arzuya göre 50-60 cm. boyunda ince şeritler hâlinde kesilir ve kuyruk için uçurtmaya bağlanan ipe 2-3 cm. arayla ortalarından birer birer bağlanır. uzunluğunun çıta boyunun 4-5 katı olmasının tavsiye edildiğini bir yerde okumuş olsam da o kadar şeriti bağlamak sabır ister. 2 metrelik kuyrukla da uçurtma pek tabiî uçar (tecrübeyle sabittir).
  • uçurtmanın stabilitesini sağlayan nanedir.
    "uçurtmanın stabilitesi mi olur ayol, f1 aracı mı bu" diyenler içün söyleyeyim; ne zaman uçurtmanız gökyüzünde sağ sol yapıyor, sürekli sallanıyor işte o zaman kuyruğu uzatmak gerekir.
    mesela 1,5 çapında bir uçurtma için yanlış hatırlamıyorsam 23m uzunluğunda bir kuyruk yapmıştık- ki 10 katlı bina yüksekliğine tekabül eder- işte o zaman bizim uçurtma, dolmabahçe sarayı önünde sabit duran askerler gibi durduydu havada...
  • "oyun, baba baskısıyla büyümüş olan bir adamın, onun ölümünün ardından intihar etmeye karar
    vermişken çocukluğu ve gençliğiyle yüzleşmesini, diğer kişiliğiyle çatışıp yeni bir kimliğe bürünüşünü anlatmaktadır." demekte devlet tiyatroları genel müdürlüğü.
    "ulan bir daha kahverengi giymek yok hakikaten." demekte oyunu izleyen insanoğlu.

    zamanı olan için izlemeye değer olabilecek tek perdelik oyun.
  • "oyundaki "diğer kişiliğin" kol kasları oyunu izleyen insanoğlunun hafiften hafiften komplekse girmesine neden olur ve oyunu izleyen insanoğlu bunu yanındaki insankızlarıyla paylaşınca söz konusu kol kaslarının onların bir kısmının da dikkatini çektiğini öğrenir."
    yani bu oyun bazen tiyatrocuların da hayvan olabileceğini gösterir.takdir edilesidir.
  • küçücük oda tiyatrosu'na bir dünyayı sığdıran oyun.
  • ikiye bölünmüş ama iki taraftan birinin diğerini fazlasıyla egemenlik altında tuttuğu bir bedene sahip olan ruhun acısını gözler önüne seren bir oyun. egemen olmayan tarafın büyük taarruzuyla parçaların bütüne zarar vermeden birbirine entegre olma süreci işleniyor. (büyüsü kaçırılmadan ancak bu kadar anlatılabiliyor.)

    mithat erdemli ve olcay kavuzlu1 saat 25 dakikalık bir resital sunuyor.
  • bu sezon müjdat gezen tiyatrosu'nda izlenebilecek, kelebeğin kanadı hafifliğinde, naif bir oyun...
    insanı düşünmeye sevk ediyor. uçurtmanın kuyrugunda süzülürken, siz de nanik yapın kendinize; yorgun ruhlara iyi geliyor...
  • şubat ayı programıyla yeşil sahalara dönüş yapmıştır. 17 şubat salı günü oda tiyatrosu'nda bu sezon ilk kez sahnelenecek. biletimi aldım, ikinci defa izleyeceğim, heyecanlıyım...

    http://www.devtiyatro.gov.tr/…b/bolgeler/ankara.htm
  • istanbul yeni sahne tiyatrosu tarafından, erdal cindoruk yönetmenliğinde sahnelenmeye başlayan oyundur. oyuncular caner cindoruk ve necip memili. bugün caddebostan kültür merkezinde izledim. ben ki kendimi tiyatrosever olarak tanımlamam. tiyatronun "tiyatral" hallerinden hoşlanmam?! lakin bu oyunu beğendim, oyuncuları daha çok beğendim. her ikisi de çok başarılı idi. netice itibariyle, tavsiye edilir.
  • tiyatromun*, biricik savaş dinçel'in anısına, birkaç sezon daha repertuvarında tuttuğu güzelim oyun. bir kuple alıntılayarak, ben de ufak bir selam göndermek isterim. ruhu serinlikler içinde olsun.

    "uçurtmamın ipini iyice saldım. çok yukarılarda nazlı nazlı sallanıyordu. kuyruğuna yapışmış olan ben, aşağıda ipin ucundaki kendimi neredeyse göremeyecek kadar yüksekteydim. aşağıdan uçurtmayı idare ediyor, yukarıda ise kuyruk sefası yapıyordum. evler altımdan hiç oynamadığım tahta oyuncak şehirler gibi geçip gidiyor. aşağıdan kendime bağırıyorum: “gördüklerini bana anlatacaksın değil mi?” uçurtmanın kuyruğuna sıkı sıkı yapışmış ellerimden birini bırakıp aşağıdaki kendime nanik yapıyorum. aşağıdan bana kızıyorum, ama gene de seviniyorum. ip çok uzun. şehrin bu yakasındaki tepenin üstünden denizi geçiyorum. aşağıda vapurlar birer oyuncak gibi. sanki elimi uzatsam birini tutup cebime koyacağım, akşama evde leğene su doldurup oynayacağım onunla. bahçeler var şimdi aşağıda. kendime sesleniyorum aşağıya, biraz alçaltsın beni diye. “neden?” diye soruyor. sesi sanki yanımdaymış gibi. kulağına fısıldıyorum: “sonra anlatırım. sen alçalt.” yumuşak bir biçimde büyük bahçenin ortasındaki beyaz bir köşkün damına doğru alçalıyorum. damdan smokin giymiş bir kuş havalanıyor, yanımdan geçerken “hoş geldiniz” diyor. “bacadan… bacadan gireceksiniz.” tam bacanın yanına konuyoruz. baca bana hiç yabancı gelmiyor. sanki daha önce buraya leylekle gelmişim gibi bir duyguya kapılıyorum. hemen unutuyorum o duyguyu. uçurtmaya beni beklemesini söyleyip, bacaya giriyorum. baca şaşılacak denli geniş. döner bir merdivenle aşağıya iniliyor. duvarlarda beş yaşındaki büyük ressamların yaptığı tablolar var. aşağıdan çok güzel bir müzik sesi geliyor. bir şöminenin içine iniyor merdiven. şömine çok geniş bir salona açılıyor. çok fazla kalabalık değil salondaki insanlar. herkes gülüyor. duvarda kocaman bir yazı var: “yaramazlık yaparken kimseyi rahatsız etmeyin.” kadınlı erkekli bu insan grubunun yaş ortalaması altmış falan. kadınların bazısı gelinlik giymiş. bir tane sünnet entarili erkek var. kolları saatlerle dolu, elinde tef, orkestraya eşlik ediyor. orkestra elemanlarının en yaşlısı altı yaşında. akordeon, keman, trompet, klarnet ve bateriden meydana gelmiş bu orkestra. baterist daha dokuz aylık, annesinin kucağında çalıyor davulları, ama müthiş sololar çekiyor. orkestranın yanında büyük bir turşucu dükkanı, önünde bir simitçi. aralarına karışmak istiyorum. sünnet entarili olan beni görüyor, yanıma gelip hokkabazlık diplomamı soruyor. ben “yok” deyince, “o zaman şimdi gidin uçurtmanıza, gezintinize devam edin. bir gün gene gelirsiniz.” diye beni dama kadar yolcu ediyor. uçurtmam aynı bıraktığım yerde. kuyruğunu sallayıp “hadi” diyorum. yavaş yavaş yükselirken sünen entarili adam tefiyle arkamdan tempo tutuyor. altımda bahçeler, küçük vapurlar, kutu kutu evler ve ipin ucundaki kendimi seyrederek, süzüle süzüle aşağı inip, gene kendi cebime giriyorum. “neler gördün? anlat” diye soruyor bana. anlatamıyorum."

    savaş dinçel, 1999, rumelihisarı
    alıntı: uçurtmanın kuyruğu, tekst, ankara devlet tiyatrosu oyun arşivi, s.38-39
hesabın var mı? giriş yap