• sekizinci nesil yazar. hosgelmis.
  • izmir'den gelmiş ve istanbul'un büyüklüğünden başı dönmüş, ben neredeyim, bu insanlar kim bakışlarıyla okula gelen bu masum kızla tanıştığımda üniversiteye yeni başlamıştım. o dönem okulda, gerçekten orda olmayı istediği için gelen ve de bir şekilde gelmeye mecbur olduğu için gelen iki farklı insan grubu vardı ve biz birinci gruptaki insanlardık. bu yüzden olsa gerek, okuldaki her yeni icat ile ilgilenmeye çalışıyorduk, zaten hazırlıkta okurken ingilizce öğrenmekten başka yapacak pek de bir şeyimiz yoktu, birlikte gittiğimiz cumartesi geceleri peyote'lerini ya da okul kantininde satılan dandik dürümlerden alıp bahçede dertleşerek yediğimiz günleri saymazsak... sonra ev arkadaşı sorunları baş gösterdi, ben de lotodan çıkmış gibi karşısına çıkıp ona cahit berkay'ın apartmanından minik bir ev arkadaşı hediye ettim... sonra hasta oldum, arkasından da aşık... ya da hasta olduğum için aşık olduğumu zannettim de aslında tutuncak bir dal arıyordum kimbilir, o ise ortaokul müzik defterinden kopartılmış bir sayfaya yazdığı mektupla ve hemen arkasından gönderdiği "oğlum kız çok güzel, kaçırma" mesajıyla destek oldu bana... aylar sonra okula geri döndüğümde onu aşık buldum bu sefer ama aynı mesajı yazamadım ona, çünkü kemik gözlükleri olan junkie çocuk bence pek de 'kaçırılmaması gereken' birisi değildi.
    seneler sonra, onun okula bu sefer ikinci gruptaki insanlardan olarak geldiğine şahit oldum, verhext sıkılmıştı artık bu yuvadan bir an önce kanatlarını takıp başka ülkelere gitmek, hayatına orada devam etmek istiyordu, bunun içinse yapması gereken ortalamayı tutturmak için kot pantolon ceket okula geliyor, çoğu zaman makyaj bile yapmıyordu... benim onu tanıdığımdan çok farklı bir durumdu ve kesin bir sorun vardı...
    3.sınıfa, sırtımda 1. ve 2.sınıfın dersleriyle geçmeye çalışırken girdiğim son finalimden çıkıp onunla tıpkı eski günlerdeki gibi bir süre okulun artık daha da büyük olan bahçesinde oturup biraz dertleştik, biraz muhabbet ettik. hatta öyle bir şey oldu ki, ancak fıkralarda rastlanacak türden "birgün bir alman, bir finlandiyalı, bir danimarkalı ve bir türk" olarak yine peyote'de oturduk, mevsim yazdı ve biranın, ve de bir türlü gelmeyen böreğin tadı, anlatılan bir şeyin üç dile tercüme edilmesi gerekliliğinden olsa gerek daha bir farklıydı...

    o gece, peyote'de, onu son kez gördüm. ardından nereye gitti, neler başardı, nelere ilgi saldı bilmiyorum. gidince sana mektup yazıcam, çok severim mektup yazmayı demişti ama hiç yazmadı, hoş ben de yazmadım. sen de gelsene demişti bir keresinde, ben de bakarız demiştim ama hiç bakamadım; malum, imkânlar kısıtlıydı.

    şimdi etrafta 'bizden', 'içimizden' birilerinin kalmadığına her gün yeniden şahit olunca insan üzülüyor, daha bir özlüyor uzaktaki sevdiklerini, keşke diyor, keşke burda olabilseymiş...
  • bir şişe kırmızı şarabın ve beraberinde yakılan bi sigaranın yanında duran "dostluk" lafı oldu bizi ilk karşılaştıran...sonra çok uzaklarda olmasına rağmen sanki hemen yanıbaşımda kurduğu cümleleri, yüreğinin büyüklüğü, odayı dolduran pozitifliği ve bana hissettirdikleriyle; gözyaşlarımla birlikte yüreğime aktı ve orda kendine bi yer yaptı...hep orda kalmasını ve bi yerlere kaybolmamasını diliyorum...
    ayrıca o şarabı birlikte içicez bi gece; bunun sözünü bi kere de burdan veriyorum...
  • artık beni şaşırtabilmek adına daha çok çabalaması gereken şaşkındır. candır. dosttur.
  • ne kadar uzaklarda olsa da şu an yanımda gibi hissettiğim, sanal da olsa rakı muhabbetine devam edebildiğim, canım, dostum, yakında yanına koşacağım biricik.
  • nick altina yorum yapan arkadaslarin, suriyeli erkek arkadasimla yillardir filistinde yasayan biri olarak yazsaydim türk kizi basligina yönledirmeyecegini düsündügüm kendim.
hesabın var mı? giriş yap