*

  • (bkz: xenophobia)
  • halkça "gavur" tabir edilen insanlara sırf aynı dili konuşmuyoruz diye beslenen gereksiz ve saçmasapan kinin doğurduğu olgu.
  • jerzy kosinski boyali kus kitabinda boyali kus konsepti ile o kadar guzel anlatmistir ki bunu.
  • yabancı düşmanlığı ötekini kabullenememe sorunudur; bu illa milliyetle ilgili değildir; yabancı düşmanlığı, kimi yabancı olarak, başka bir deyişle öteki olarak tanımladığınızla ilgilidir. öteki, sizin için karşı cins olabileceği gibi, başka şehirden gelen birileri de olabilir (bkz: yabancı plaka); veya bir futbol holiganı için karşı takımın taraftarı veya oyuncusu olabilir, karşıt olduğunuz bir ideolojiye sahip olabilir. yabancı düşmanlığı, etnosentrizmin, yani kişinin kendi kültürünü merkeze alması ve geri kalan herkesi ve herşeyi o pencereden bakarak değerlendirmesinin bir sonucudur. ötekini tanımayı reddeden, tanımadığı için etkileşim içinde bulunmayı da reddeden ve bir mekanı, alanı veya bir parça zamanı kişisel-grupsal mülkiyetine aldığını düşünerek kendisiyle aynı nitelikte olmayanları reddedenler yabancı düşmandırlar.

    şunu da belirtmek gerekir ki yanacı düşmanlığı ya da ayrımcılık zaman içinde eylem tipi açısından değişim göstermiştir. örneğin avrupa'dan gelen göçmenler amerika kıtasına ilk yerleşmeye çalıştıklarında, yerlilerin içinde kötü ruhlar olduğunu düşünerek onları öldürüyorlard, böylece onları saf dışı ediyorlardı. ancak daha sonra bir papaz, bu yerlilerin hıristiyan yapılabileceğini, böylelikle ruhlarının kurtulabileceğini savundu. böylece misyonerlik faaliyetleri başlamış oldu. tabii ki hıristiyan olan eyrliler avrupadan gelen asıl ve de beyaz hıristiyanlarla eşit kabul edilmiyorlardı, sadece ruhları kurtulmuş yerliler olarak görülüyorlardı ve zamanla toplumdaki bütün angarya işleri yüklenmeye başladılar. daha sonraki dönemlerde de kapitalizmi kavramış olan iktidarlar ötekini dışlamayıp
    sistem içinde kullanmaya başladılar; hitler'in yahudileri toplama kamplarında çalıştırması bunun bir örneğidir. daha yumuşak örnekler ise her toplumdaki toplumsal tabakalaşmada görülebilir. örneğin abd'ye göç eden çinliler, portekizliler veya kölelikten yeni kurtuldukları dönemelrde zenciler uzun zaman beyaz hıristiyanların yapmak istemeyeceği, zor işleri kötü koşullarda ve düşük ücretlerle yapmışlardır. bütün toplumlarda bu işleri yapacak birileri bulunur; bulunamazsa da yaratılır. (etnik gruplar bunun için iktidarlar tarafından kullanılır; kendilerini "öteki" hissetmeleri için de kendi içlerinde kültürlerini sürdürmeleri ve bu şekilde sosyalleşmeleri de desteklenir)

    asıl mesele ırk veya milliyet değildir. bunu gösteren bir örnek; bir batı ülkesinin kendileriyle çok ve iyi işler yapan bir asyalıya fahri beyaz ünvanını vermelerinde bulunabilir (ülkenin adını hatırlamıyorum ama benedict anderson'ın hayali cemaatler kitabında bulabilirsiniz)
    yani, yabancı düşmanlığı sadece milliyetle ilgili değildir. önceden sistemin dışına itme (öldürme, yoketme) şeklinde kendini gösterirken daha sonra sistem içine çekme ve sistemin içinde alt basamaklarda kullanma şekline dönüşmüştür.

    ancak eleştirel olmadan ve yetersiz bir şekilde ve de aşırı dozlarda ırkçı, milliyetçi, cinsiyetçi ve fanatik olanlar tarafından kişisel veya grupsal bazda kendilerinden olmayanlara karşı ayrımcılık içeren olumsuz davranışlar ve karşılarındakileri kendi alanlarının dışına atma çabası da yabancı düşmanlığıdır; ancak iktidar tarafından kitlesel boyutlarda yaşanmadığı için ve de muhtemelen uygulayanlar eğitimsiz oldukları için sistemin içine çekmek yerine eskisi gibi doğrudan sistemin dışına itmek, atmak amacını gütmektedirler. şunu da eklemek gerek, yabancı düşmanlığının altında yatan temel olgu karşısındakini tanımama ve ondan korkmadır.
  • bir hırvat ile bosnalı bir müslüman yolda karşılaşırlar. balkanların etnik şiddetle sınandığı günlerdendir. iki adam birbirlerine yol arkadaşı olurlar. müslüman, munis bir aile babasıdır. hırvat, yanında bir müslüman olmasından dolayı rahattır çünkü civarda bosnalı gerillalar vardır. müslüman da yanında bir hırvat olmasından memnundur. ustaşa çetelerine denk geldiklerinde kendisi için bir koruma olduğunu bilmektedir.

    bu iki adam yolda yürürken bir dere boyuna gelirler ve bir ağaçlıkta serinliğin keyfini çıkartırlar. o sırada hırvat belinden tabancasını çıkartır. niyeti biraz övünmektir. güzel bir tabancası vardır. şakayla müslümana doğrultur. müslüman "şeytan doldurur" der. hırvat bir türlü silahı beline koyamaz. kazayla olmuş gibi yaparak müslümanı alnından vurur. kendi içindeki suçluluk duygusundan ancak böyle kurtulabilecektir çünkü.

    batılı bir gazeteci doğu hırvatistan'daki bir çiftlik evinde sırp milislerle konuşmaktadır. sürekli etrafı gözleyen bir sırp milisiyle konuşur. kendisine hırvatlarla neden savaştığını sorar. sırp, cebinden bir paket sigara çıkartır, "şunu görüyor musun" der, "bu sırp sigarası, diğer taraftaki herif ise hırvat sigarası içiyor". gazeteci olayın sadece sigaradan kaynaklanmadığını düşündüğünü söyleyince "siz batılılar bir şeyden anlamazsınız zaten" der. biraz durup düşünür. "hırvatlar kendilerini bizden daha batılı görüyor. bize hep aşağı insan muamelesi yapıyorlar. kendilerini hep üstün görür onlar" der. yine biraz düşünür. elinden makineli tabancasını yanındaki yatağın üzerine atar. "biliyor musun?... aslında hepimiz aynı balkan bokuyuz..."

    psikanalist arno gruen nazi dönemini görmüş, yabancı düşmanlığıyla bizzat nazi partisi yönetimi döneminde tanışmış, olayı çok yakından inceleme şansı bulmuştur. 1930'lu yıllardan beri de psikanalizle uğraşmaktadır.

    gruen, içimizdeki yabancı adlı eserinde nasıl olup da kendi kardeşimize beslediğimiz kinin bir yabancıya beslediğimiz kin ve nefretten büyük olabileceğini sorguluyor. yere düşen birini tutup kaldırırken bazen kardeşimize borç bile vermediğimizi anlatıyor. nedenini ise benzerlikte buluyor. insanın kendisine benzeyenden nefretini ise itaat eğitimi almış, katı disiplinle ve sevgisiz yetişmiş olmaya bağlıyor. bu durumda, aslında karşımızdaki bize ne kadar yakınsa, ne kadar benzerse o kadar nefret ediyoruz, ne kadar olamadığımız insansa o kadar nefret ediyoruz, çünkü kendimizden nefret ediyoruz diyor. baskı altında itaat etmemiz gerektiğinde bir kenara ittiğimiz kendimizi kimde görürsek ondan nefret ediyoruz.

    bir göçmen kampında arnavut göçmenlere yardım eden bir genç kız "ırkçı değilim ama şu arnavutları hiç sevemedim" diyor. sonra kendisi yanıtlıyor: "bana gelip şunu istiyorum, bunu istiyorum dediler. bize küçükken istiyorum demek yasaktı. ailem hep alabilir miyim, yapabilir miyim dememizi isterdi. belki de bu yüzden onları sevemedim".

    son noktayı gene arno gruen koyuyor: yabancı düşmanlığı insanın kendisine düşmanlığıdır. kökeni çocuklukta aranmalıdır.

    edit: birincisi, boşnaklara gerilla, hırvatlara çeteci dediğim için benim de hatam var. affola. ikincisi ise; pek çok insanın dikkatini çekmiş. hırvat neden müslümanı vururken suçlulukla vuruyor? çünkü adam o kadar insan ki, ona karşı nefret duyamadığı için kendini suçluyor. aslında ondan nefret etmeliydi. ama beceremedi. o bir farklı tür ile baş başa kalmıştı ve o kadar kendisine benziyordu ki, vurmak zorundaydı. daha ilginci için claus barbie'nin anılarını okuyabilirsiniz. işkence ettiği insanları kendisi olarak duyumsayan bir alman sorgu subayıdır.

    aylar yıllar sonra edit: klaus barbie
  • özellikle avrupa ülkelerine has oldugu yaygarasi koparilsa da bu yaygaranin altinda türkiye'de gizlenen yabanci düsmanligi var.
    yabanci göçmenlerin kaldigi bir kampta isyan çikinca bir vatandas bagiriyor "ülkenize dönsenize, sizin yüzünüzden biz i$ssiz kaliyoruz".
    o da yetmezmi$ gibi bir grup isyan eden yabanci kökenlilere saldiriyordu. yabanci bir ülkede yasayan ben, bu görüntüleri izleyince kanim donmustu.

    yabanci düsmanligi;
    ingilizce : ethnocentrism
    fransizca : raciste
    almanca : rassist anlamina gelir.

    rasisizm en çok kullanilanilani ve bilinenidir. ama bu kelimeler genellikle irkçi anlamindadir.
    oysa irkçilik ve yabanci düsmanligi birbirinden farkli kavramlardir.
    irkçilar, kendi irk, soy, soplarinin yüceliginden üstünlügünden dem vururlar ve kendi irklari disindakileri
    asagilayacak, horlayacak bir hikaye uydururlar.bütün irkçilarin mutlalaka ama mutlaka kendilerini yücelten ve diger milletlerden ayiran bir hikayeleri bulunmaktadir...
    yabanci dü$manligiysa cok daha farklidir. kendi ülkesinde yabanci bulunmasi istemez, yabancilari sevmez.
    belçika nüfusunun yariya yakini siyahlardan yani zencilerden olusmaktadir.
    bu insanlar: hep asagilanma, horlanma irkçilik ve yabanci dusmanligi ile karsi karsiya kalmislardir.
    ama gelin görün ki ikinci ve üçüncü kusak siyahi belcikalilar artik yabanci düsmani durumuna gelmislerdir.
    "sale etrange" yani "pis yabanci" diyebilmektedirler...

    edit: imla
  • bugün şahit olduğum bir diyalogta yabancıların çocuklarını yetiştirme tekniklerinin bizden farklı olması üzerine "aman canım onlar gaddar, çocuk sevgileri yok" gibi bir muhabbet doğdu. bunu söyleyenin yurtdışı tecrübesi sadece 3-5 günlük tipik tur seyahatlerinden ibaret ve yabancı bir aileyle falan yaşamamış. hayır, bilmesek rahat rahat bu cahile inanabiliriz o derece yani. yabancı dediğimiz insanların da birçoğunun aile anlayışı ve çocuk sevgisi üç aşağı beş yukarı bizimkiyle aynı. ama çocuklarını bizim memlekette olduğu gibi bağımlı insan olarak yetiştirmek ve aşırı korumacı davranarak onun bir birey olduğunu göz ardı etmek konusunda bizden ayrılıyorlar ki bizim yaptığımız ne derece doğru diye sorgulamak lazım karşı tarafı bilmeden veya tanımadan eleştirmek yerine. ama işte bizim memlekette bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan o kadar çok cahil var ve her konuda olduğu gibi bu konuda da sesleri o kadar çok çıkıyor ki bir şey diyemiyorsunuz.
  • yabancıların %90 civarının safi zarar olduğu yerlerde mantıklıdır.
  • insanoğlunun kurtulması gereken bir hastalık.
hesabın var mı? giriş yap