• milli eğitimin bir süredir üzerinde durduğu hatta sistemi yeniden bu öğretiye uygun "yapılandırmaya" çalıştığı öğreti.
    türkiye koşullarında ne kadar başarılı olacağı ya da kabul göreceği tartışılır fakat eğitim fakültelerinde cılkı çıkartılıncaya kadar öğretildiği kesindir.
  • batı'dan alınmış bir eğitim yaklaşımı. güzeldir, hoştur, ülkem okullarında uygulansın isterim. resmi olarak da uyguluyoruz zaten. lakin memleketim gerçeği, pek çok şey uygulanır gözükür ama gerekli koşullar sağlanmaz. öğretmenlere yapılandırmacılığı uygulamaları söylenir ama ne bu konuda doğru düzgün bir eğitim verilir, ne de koşullar iyileştirilir. 40-50 öğrencinin bulunduğu ama araç olarak sınıf tahtasından başka bir şeyin bulunmadığı, fotokopi çektirme imkanının bile olmadığı okullarda ve altyapı olarak birçok eksiği olan öğrencilerde yapılandır yapılandırabilirsen.
    batı'dan teknik alıp ülkem koşullarına yamamaya çalışmayı bırakıp kendi koşullarımıza göre kuramları yaratmalıyız artık. batı'nın ülkesinde konuşulan dili bilmeyen öğrencileri yok, liseye gelmiş ama yazı yazmaktan aciz öğrencileri de. tüm dünyadan bihaber köylere gittiğimizde nasıl eğitim yapacağımız anlatılmıyor, türkçe konuşamayan öğrenciye nasıl yaklaşacağımız öğretilmiyor. türkiye gibi birbirinden çok farklı gerçeklikleri barındıran bir ülkenin eğitim fakültelerinde sanki her yer aynıymışçasına ve o aynılık avrupa'nınkine benziyormuşçasına bir eğitim verilyor. öğretmenler sudan çıkmış balığa dönüp birkaç nesli harcayınca da şaşırıp kalıyoruz niye bu sistemler yürümüyor diye.
    yapılandırmacılık: türkiye koşullarında ancak çok az sayıda okulun başarıyla uygulayabileceği, eğitimi amacına ulaştırabilecek eğitim yaklaşımı.
  • yapılandırmacılık kuramının izleri sokrates, plato, kant ve aristo'nun eserlerinde görülebilir. hepsi de bilginin bireysel olarak şekillendiğine vurgu yapar. sokrates yapılandırmacılığın temellerine önemli katkılarda bulunmuş ilk filozof olarak düşünülebilir. öğretenin ve öğrenenin tartışarak ve sorgulayarak, bilgiyi kendi içlerinde yapılandırmaları ve aktarmaları gerektiğini söyler.
  • bizim devletin yıllardan beridir yapmaya çalıştığı ve her seferinde eline yüzüne bulaştırdığı eylem çeşididir efem.

    bu şuursuzca anlayış yüzünden bugün bankadaki tüm malvarlığımıza bugün itibariyle blok yedik.(trilyoneriz ya, o ne tripler öyle)

    neyse sorduk soruşturduk, neymiş devlet öğrenim kredisi borcumuzun bir kısmını yapılandırma kapsamına almış bir kısmını almamış.

    doğal olarak bir uyarı da yapmamış direk çökmüş.

    la olm neyin kafası bu la, ne içiyorsunuz söyleyin biz de içelim.

    ne yapıcaz, mikroskopla uzman mali müşavirler eşliğinde neyi yapılandırıp neyi yapılandırmadığınızı mı takip edicez?

    bunların anlayacağı dil aslında basit. çekiceksin bankadaki tüm parayı hem it gibi uğraştıracaksın, hem paran cebinde kalacak, hem başın ağrımayacak, hem sıcak para bağımlısı ekonomimiz yalpalayınca birilerinin belki kafasına dank etme ihtimali hasıl olacak.

    bir taşta katliam.
  • bilginin ezberci bir yöntemle anlaşılmaya çalışılmasına karşı çıkan elde edilen her bilginin birey tarafından yapılandırılması gerektiğini söyleyen kuramdır. bilginin nasıl öğrenildiğini araştıran bir kuram olarak ortaya çıkmış daha sonra ise bilginin nasıl yapılandırıldığını araştıran bir kurama dönüşmüştür.

    çağdaş bir birey ancak bilgiyi yapılandırarak başarıya ulaşabilir, geçmiş ve yeni bilgilerin sentezlenmesi sayesinde bilgi yapılandırılır. öğrenme ortamı, bireyin kişilik yapısı ve ön öğrenmeleri önem taşır. piaget, vygotsky ve glasersfeld düşünürleridir.

    piaget'e göre çocuklar aktif düşünürlerdir ve bilgi arayışı içinde olup anlamlandırma çabasındadırlar.
    piaget'in düşüncesinde 3 kavram vardır:

    1. özümleme : birey bilgileri var olan şemaları içine alır. örneğin, köpek gören 2 yaşındaki bir çocuk daha sonra koyun gördüğünde ona da köpek der, koyun için yeni bir şema yaratmaz.

    2. düzenleme : birey var olan yapıları düzenler yani köpek gören bir çocuk daha sonra koyun görürse bu kez koyun için ayrı bir şeması vardır. koyuna da köpek demez.

    3. dengeleme : birey özümleme ve düzenlemeyi dengede tutarak çevreye uyum sağlar.

    vygotsky ise düşüncelerini sosyal-kültürel bağlamda dile getirmiştir. vygotsky'e göre birey bilgiyi sosyal ortamda yapılandırır. çevre bilgiyi işlemek konusundaki en önemli ve en etkili unsurdur. ancak vygotsky düşüncelerinde bilişsel alanın etkilerini de göz ardı etmemiştir, piaget ile vygotsky arasındaki en belirgin fark budur. piaget sosyal-kültürel bağlamı göz ardı etmiştir.

    glasersfeld'e göre tüm bireyler bilgiyi aynı ortamda alsa bile asıl anlamlandırma ve yapılandırma süreci bireyin kendisinde biter. eğer böyle olmasaydı bireyler arasında çatışmalar görülmezdi.

    yapılandırmacılıkta duygusal uyarıcılar büyük etkiye sahiptir. zengin uyarıcı ortamından yoksun olan çocuğun problem çözme becerisi yetersizdir. öğrenme beyin kabuğunda gerçekleşir, zenginleştirilmiş uyarıcı ortamı beyin kabuğunun ağırlığını artırır. orta düzeyde ve etkili uyarıcılar bireyin gelişiminde olumlu etkiler yaratır.
  • ing. constructivism

    ilk başlarda öğrenenlerin bilgiyi nasıl öğrendiğine ilişkin bir kuram* olarak doğarken zaman içerisinde bilginin nasıl yapılandırıldığına ilişkin bir kurama dönüşmüştür..

    candır, kandır ama pek çok kavramsal yanılgıyı da barındırmaktadır. kültürel öğeleri de dahil ettiğimizde bizim toplumumuza neden bir beden büyük geldiğini de anlayabiliriz belki, kim bilir! çayınızı kahvenizi alın ve başlayalım bakalım...

    bu teori üzerinde çalışırken dikkatimi çeken pek çok kavramsal yanılgı olduğu fark ettim. içime sinmeyen kısımlar olunca da biraz tarihsel süreç, biraz felsefi temeller, biraz da geçirdiği evrim ile yapılandırmacılık teorisinin tüm geçmişini araştırmaya karar verdim. durun bakalım n'olcak!

    --- spoiler ---

    bir makale denk geldi. üniversite yıllarından eski bir hocam (kendisi doktorasını amerika'daki meşhur üniversitelerin birinde yaptı ve sonra döndü. şimdilerde dekan olmuş kendisi ) yayınladığı makalede öyle bir kavramsal hata yapmış ki! "yapısalcı yaklaşımı" constructivisim olarak ele aldığını görünce hmm dedim! umuyorum ki ben yanılıyorumdur hocam lakin bilgiden dahi şüphe etmek belki de bizi doğruya götüren tek yoldur!

    --- spoiler ---

    yapısalcılık vs yapılandırmacılık versusu olarak irdelediğimizde kavramsal yanılgıların burada başladığını görüyoruz maalesef. ancak literatürde sıklıkla yapısalcılık, kurmacılık, inşacılık olarak da geçiyor yapılandırmacılık ancak aralarında ufak da olsa bir fark olmalıydı ya da farklı kavramlar ise aynı biçimde kullanılmamalıydı. bu iki kavramın kullanımına ilişkin bir analoji kuracak olursam özel durumlarda birbirine dönüşme olasılığı bulunan madde ve enerji ikilisi olarak düşünebiliriz belki ancak buradaki durum biraz daha karmaşık gibi. literatürü kurcalarken bu çok amaçlı kullanımdan kaynaklanan anlatım bozuklukları benim de dikkatimi çekmişti ancak artık en azından şimdi aralarındaki farkı az da olsa biliyorum ve paylaşmak istedim! çünkü yapısalcılık, yapılandırmacılık, inşaacılık, kurmacılık derken kavramın kullanım yeri ve amacı allak bullak oluyor.

    yapısalcılık, structuralism olarak literatürde yer alırken; yapılandırmacılık, constructivism olarak yer almaktadır. bu farklılık dikkatimi çektiğinde aramaya inandım ve ilk etapta etimolojik farklılıklarına bakmak istedim ve bunu buldum.
    structural kelimesi, latin kökenli olup 1814 yılında structure kelimesinden türüyor. bir araya getirme, inşa etme anlamı taşıyor.
    constructive kelimesi orta fransa'dan veya ortaçağ latin yapısından 1670'li yıllardan itibaren gelmekte ve 1817'de inşa etme anlamında kullanılırken, 1841'de yapım kalitesine sahip olma anlamı taşıyor.
    yapısalcı teori büyük sistemleri incelemeye ilişkin bir yaklaşım olarak çoğunlukla dilbilim ile antropoloji gibi bilim dallarında kullanılırken, yapılandırmacı teori bir öğretim yaklaşımı olmamasına rağmen, bilgiyi öğrenme yaklaşımı olarak eğitim bilimlerinde kullanılıyor. (buraya küçük bir not; yapılandırmacılığın asıl doğduğu tarih 1800'lü yıllara denk geliyor ve giambattista vico sayesinde bu ad ile anılmaya başlıyor.)

    yapılandırmacılık, yani epistemolojik ve ontolojik kökleri de olan bu kavram esasında bir kuram* olarak m.ö. doğmuştur. ilk temsilcilerinden olan protogoras (m.ö. 480'li yıllar) fenomenlerin insanlara farklı görünmesinden mütevellit bilginin öznel olabileceğini savunmuştur. bakış açısına göre değişebilir mi sanki?

    sokrates ise (m.ö. 470'li yıllar) bu kuramı resmen kullandığı düşünülen ilk kişidir, candır. sokratik sorgulama yöntemiyle bireylere bilgiyi ön bilgileriyle keşfetmelerini sağlayan bir diyalog (lütfen buraya dikkat, monolog değil sadece öğretecek kişi konuşmuyor) ortamı ile öğrenmenin gerçekleştiğini savunur. ama tarzı size biraz ters gelebilir. ilk etapta kendini bilgi abidesi zanneden insan evladını ironik yaklaşımla aslında bir şey bilmediğine inandırır. (kanıtlıyor da olabilir, bilemedim şimdi!) ardından maiotik yöntemle bilgiyi yeniden doğurtarak kişiye buldurur. (canım benim, öğretmeni ya da öğrencisi olmak isterdim!) ve sonra döner ve şunu söyler; "bir şey biliyorum, o da aslında hiçbir şey bilmediğimdir!" hah, bu kıvama geldiyseniz, öğrenmeye de hazırsınız demektir!

    aristoteles (m.ö. 380) ve locke (1704) ise tabula rasa çıkışı yaparak, insanın doğuştan bilgi getiremeyeceğini duyularıyla sonradan edinileceğini savununca kavga çıkar. (yok artık, kavga etmemişlerdir herhalde, koskoca filozoflar kavga eder mi hiç! etmemişlerdir değil mi?*)

    filozoflar bu öğrenme işi nasıl oluyor diye fikirlerini farklı bakış açılarıyla çarpıştırken 18. yy'da giambattista vico geliyor ve bu kuramı alıyor, eviriyor, çeviriyor ve diyor ki; "bir şeyi bilen onu açıklayabilendir.” bilmenin önemine vurgu yaparak ve bireyin zihinsel yapısına bağlı olarak öğrenmenin gerçekleştiğini söylüyor. ardından caanım kuram bu kırılma noktasından sonra bir öğrenme teorisi halini almak üzere evrim geçirmeye hazırlanıyor. (pek çok akademisyenin de yapılandırmacılığı bir yaklaşım* olarak kullandığını görüyoruz. sanıyorum ki felsefe-> eğitim felsefesi-> kuram (teori) -> strateji (yaklaşım)-> model-> yöntem-> teknik -> taktik kavramlarındaki sıkıntı da uluslararası boyutta. ancak bazı teoriler yaklaşımlarla o kadar iç içe geçmiş durumda ki!)

    peki piaget ve vygotsky boş durur mu? elbette hayır, düşünen insan boş duramaz...
    bilişsel gelişimci piaget'nin ve sosyokültürel gelişimci vygotsky'nin elinin değmesiyle kuram, sosyal öğrenme ve işbirliğine dayalı, etkileşimle bilgiyi açığa çıkarmaya odaklı ve bilginin öznel olduğunu savunan bir yaklaşıma evriliyor. (bu konuda üstüme gelmeyin, pozitivist bakarken yaklaşım anti-pozitivist forma büründü). peki neden mi?

    erich fromm, toplumların analizinde pozitivismin yeterli olmadığı görüşünü savunmuş ve sosyal davranışların mutlak bir doğruluğunun olamayacağını, kişiden kişiye ve toplumdan topluma da değişebileceğini öne sürmüştür. (e haksız da sayılmaz)
    nietzche'ye hiç girmiyorum bile çünkü her insanın kendi doğruları olduğu savı ile pozitivizmi savunmasını beklemek tam bir hayal kırıklığı.
    hele kant'a ne demeli? bilginin insan ruhunda aranması gerektiğini savunup tüm pozitivistleri derin bir üzüntüye boğmuştur. bir de üstüne "birey bilgiyi pasif olarak değil, etkin olarak alır, önceki bildiğiyle karşılaştırır ve yorumlar" demiştir. (nerden geldim ben şimdi pozitivizme? dönelim hemen eğitim felsefesine!) doğa bilimlerinde güçlü bir paradigma olan pozitivist anlayış, insan bilimlerinde beklenen neden-sonuç ilişkisini tam olarak karşılayamaz. neden mi? insan bu, sanırım bir kalbi ve duyguları var, ne yapacağı belli olmaz!

    yapılandırmacı teori ile bir öğrenme ortamı kurgulayacaksanız 4 farklı bakış açısına sahip olduğunu da bilmelisiniz...

    1. bilişsel yapılandırmacılık:
    piaget'nin bilişsel kuramından etkilenen bu yapılandırmacılık yaklaşımında bireylerin öğrenme sürecinde özümleme, uyma, dengeye ulaşma kavramları ön plana çıkar. bilgi kültürden etkilenir ancak zihinsel şemalar önemlidir. ( biliş üzerine biraz daha düşünmek gerekecek.)

    2. radikal yapılandırmacılık:
    kant'ın ve glasersfeld'in görüşleriyle şekillenen bu yaklaşımda bireyin iç dünyasının etkinliklerinden oluşan, bireyselliği ve bireylerin zihinsel yapılarını temele alınır. bilginin öznel olarak edinildiğini, bilginin ve gerçekliğin nesnel olmadığı görüşünü benimser. öğrenme sürecinde sosyal etkileşimlerin rolünü inkar etmese de gerçek anlamda bir öğrenme için bireyin zihinsel şemasının önemini vurgular ve öz becerileri önemser. (burada kilitlendim, dondum, kaldım)

    3. sosyal yapılandırmacılık:
    durkheim ile doğan bu yaklaşım, sosyal ortamların önemine ve insanın sosyal bir varlık olmasından mütevellit bilimsel bilginin öğreniminde sosyal ortamlara odaklanır ancak bireysel mekanizmaları önemsemez. bu yanıyla biraz eleştiri alsa da vygotsky üst düzey bilimsel süreçlerin gelişiminin bile kültüre bağlı olduğunu öne sürmektedir. (sosyal genetik diyebilirsiniz, biraz da diğer toplumlarıla kıyasladığınızda haklı/haksız bulabilirsiniz)

    4. sibernetik yapılandırmacılık:
    esasında bir eğitim yaklaşımı değildir ancak öylesine bir dinamiğe sahiptir ki eğitim alanının önemini ve bu alandaki gelişmelerin bir toplumu nasıl ayakta tutacağına vurgu yapar. (burada sonuca değil, gidiş yoluna puan veriyoruz ve seni bu teoriye dahil ediyoruz.) sibernetik yapılandırmacılıkta autopoiesis temel kavramdır ve bu bakış açısının esas kurucuları şilili hücre biyologları h. maturana ve ve f. varela olarak bilinir. temel olarak autopoeitic sistemlerde altı kriter yerine getirildiğinde sorunsuz çalışabileceğini öne sürmüşlerdir. neler mi onlar? bir sistem anlaşılırsa, parçaları çözümlenebilirse, parça etkileşimleri genel fizik kurallarına uygunsa, komşuluk ilişkileri ihlal edilmiyorsa, üretim yapabiliyorsa ve kendi materyallerini kullanan üretim mekanizmasına sahip olması durumunda sistem sorunsuz işleyebilir. sinir sistemini mekanik yapıyla değil, semantik sebeplerden ötürü kendi aktivitesinden ötürü var olduğunu savunur. " bu yaklaşımdan daha önce de bahsetmiştim ve topluluk içerisinde etkileşen sistemlerin devamlılığına ilişkin müthiş ipuçları var aslında burada." (üreten nesillerin hastasıyız ve hayran kaldım bu bakış açısına!)

    eğitim felsefesinde ise yapılandırmacı teorinin kullanımına ilişkin kafamda deli sorular var. bu teori pozitivizmin nesnelliğe vurgusunun aksine, bilginin öznelliğini savunuyor.
    bu bakış açısı bir açıdan doğru ve bir açıdan yanlış bence. elbette her bireyin öğrenme süreci ve biçimi, zeka seviyesi ve hatta öğrenme istek ve ilgisi birbirinden farklı. ancak bu bilgiyi edinecek kişi ile ilgili bir durum, bilginin kendisi ile ilgili değil! (bu aşamayı ya eğitim kuramcıları atlıyor ya da benim gözümden kaçtı ancak burada tek bir bilgi türü olmadığından tüm bilgi türlerini edinmeyi, öğrenmeyi aynı kefeye koymak bana pek akıllıca gelmiyor. biraz daha bilgi kuramı alanına değinmek bile gerekebilir.) bilgi nesnelliği ölçüsünde değerlidir. doğa yasalarını açıklamaya çalışırken kullandığımız dil olan bilimsel bilgi "nesnel"dir. bilimsel bilgiyi, bilimsel verileri ortaya koyarak sağlam kanıtlarla açıklamaya çalışırız. bilimsel bilgi bana ya da size göre değişmez. gündelik bilgiler tecrübeler ve bu tecrübelerin aktarılmasıyla öğrenilirken, teknik bilgi ancak bir alanda uzman olduğunuzda ve bireysel olarak maruz kaldığınız spesifik alanda edinilen bilgidir. yani burada sorun bilgi türlerinin varlığıdır! (yuh, nasıl bir tespit bu böyle!)
    bilgiyi edinme süreci ve bilginin kendisinin varlığı farklı olgular olduğundan bilgi özneldir diyenlerin ağzına terlikle vurasım geliyor. her bilginin edinme süreci farklıdır. bu sebeple yapılandırmacılık bilgiyi deneyimleyerek doğru bilgiyi edinme yollarımızı açıklamaya çalışıyor.

    peki bunca gevezelikten, onca yıldan sonra bir dinozor olarak neyi mi keşfettiğimi fark ettim? *

    --- spoiler ---

    bilgi öznel olarak edinilir ancak bir bilgiyi sunduğunuzda nesnelliğine göre değerlendirilir.
    öznenin suje ya da nesne hakkındaki yorumu nesnenin gerçekliği ile örtüşmediğinde bilginiz sorgulanır.

    --- spoiler ---

    yapılandırmacı yaklaşımının bizim kültürümüzle neden uyuşmadığını da basit bir örnekle açıklamak istiyorum.
    bu yaklaşımın özünde işbirlikli ortamlara vurgu yapılır. yani grup bir bütündür. her bir birey farklılıklarıyla görevine ve sorumluluğuna sahip çıkarak ürüne kendi değerini katar ve sadece ürün değil süreç ile birlikte bütünsel olarak değerlendirilir. toplumumuzun dogmatik bakış açısı özellikle sorgulama becerilerimizin gelişmesinin önünde sağlam bir bariyer gibi duruyor ve bunu aşamıyorsunuz.

    akranlarından öğrenir çünkü aynı ortamda bulunan diğerleri bu durumdan rahatsız olacak ve uyaracaktır. sosyal öğrenme dediğimiz kavramın böyle etkileri bulunmaktadır. (hadi gelin küçük bir örnek ile minik bir beyin fırtınası yapalım. )

    yere tüküren bir birey (bunun yanlış olduğunu bilir ya da bilmez) düşünün!
    kaç kişi yere tüküren birini gördüğünde rahatsızlık duyar?
    kaç kişi yere tüküren birini (kendince yanlış olduğunu düşündüğü için) uyarır?
    peki yere tükürmek yanlış mıdır?
    kaç kişi yere tüküren bir çocuğu uyarır?
    kaç kişi yere tüküren yakın arkadaşını uyarır?
    kaç kişi yaşlı bir teyze ya da amcayı uyarır?
    kaç kişi agrasif bir beyefendi ya da hanımefendiyi uyarır?

    yapılandırmacı bir ortamda çocukların bilgilerini harmanlayacaksanız; yere tükürme davranışı ile ve bunun olası sonuçları ve neden yanlış olabileceğini farklı biçimlerde ele alarak süreç içerisinde davranışlarını yapılandıracaksınız ve feedback alacaksınız ki, yere tükürme davranışının öznel olarak nasıl edinildiğini görebileceksiniz. eğitim felsefemiz benimsense, eğitim sistemi ciddi anlamda yapılandırılsa, öğretmenler uygulamalı eğitimi alsa, ortam-süreç-değerlendirme boyutları ciddi anlamda kurgulansa, aileler bilinçlense, bu teoriyi ebeveynler de uygulasa ve çocuk default olarak bu donanıma sahip olsa aslında fena bir teoriye benzemiyor. lakin şekil 2-a'da görüldüğü uzuuuun bir yolumuz var ve bizler, bir soru sorulduğunda yanlışlıkla düğmesine basılmış bir bozuk plak gibi bildiğimiz her şeyi anlattığımızda karşıdakinin de aynı şekilde öğreneceğini düşünüyoruz. (bilgi öznel olarak edinilir ve her bireyin algısını aynı kabul ettiğimiz için de aslında öğretmede başarısız oluyoruz, çocuklar da öğrenmede...) einstein'ın dediği gibi; "aslında herkes dahidir. ama siz kalkıp bir balığı ağaca çıkma yeteneğine göre yargılarsanız, balık tüm ömrünü bir aptal olduğuna inanarak geçirecektir."

    pisa direktörü prof. dr. andreas schleicher büyük bir çıkış yaparak öğrettikleriniz artık gereksiz dediğinde bu bizde soğuk duş etkisi yarattı ve evet artık küresel ölçekte var olabilmek için artık sadece bilgi yetmiyor. hard skills yetkinliklerin yanında soft skills gelişimi de önem kazandı ve bu iki beceri alanı kesinlikle dengeli olmalıdır. ( yahu yine ciddi moda geri döndüm, tutmasanız sabaha kadar yazacağım sanırım ancak insan okuyacak bunu, değil mi!)

    "yapılandırılmaz deme yapılandırılır,
    bilgi etkileşimle kalıcılaşır.
    sadece hazırbulunuşluğa değil,
    sürece ve sonuca da odaklanılır."

    peki bitti mi? elbette hayır, sadece küçük bir giriş niteliğinde oldu ama geç oldu sanırım... bilgi türlerine göz atmak isteyenler için; https://simplicable.com/new/types-of-knowledge bu makale faydalı olacaktır.
    bu da bonus; https://youtu.be/arquwrxhdig
hesabın var mı? giriş yap