• çetin altan'ın çarşaf dergisinde hüseyin zurna takma adıyla yayınladığı yazılarından oluşan, 1978 baskı tarihli kitabı. pek eğlenceli kitabın pek eğlenceli kapanış cümleleri vardır: "söylevlerinizin kutlu, yarınlarınızın mutlu, palavralarınızın hudutlu olması dileğiyle.."
  • davul ile zurnayı musikiden saymayan ve küçük gören bir sonradan görme istanbul' lu, edirne' de bir düğüne davet edilmiş. yemekten sonra açık havada yapılan oyun ve eğlenceler sırasında bu hatırlı davetliye, zurnazen başı yaklaşarak sormuş:

    -çalmamızı arzu ettiğiniz herhangi bir parça var mı?
    ukala adam, dudak bükmüş:

    -ayol, kala kala zurnaya mı kaldık. bunun peşrevi olmaz. ne nota bilirsiniz ki siz, ne de beste. sizin çaldıklarınızı ben dinleyemem. iyisi mi, kendiniz çalın oynayın.

    zurnazen, bu hakaretleri pek içerlemiş. "görürsün sen efendi" diyerek, en kabiliyetli yamaklarını etrafına toplayıp başlamış çalmaya.
    o çalar, etrafındakiler söylermiş. ne itri' si kalmış çalmadık, ne dede efendi' si. sonradan görme bey, ağzı bir karış açık onları uzun uzun dinlemiş. adamlar, bir besteden bir besteye, bir makamdan bir makama geçtikçe, o da renkten renge geçmiş.

    bu deyim, hikayedeki anlamının dışında, "insanın kaderini zorlamamasını, ne çıkarsa bahtına razı olması gerektiğini anlatmak için kullanılır
  • kitabın genelindeki yazıları zamanın bir gülmece dergisinde konu eden çetin altan, insanımızın en tepesindekinden tabanına kadar her çeşidinin dahil olduğu, bir nevi memleketimden insan manzaraları türünden durumunu anlatmıştır. nükteli, ironik bi şekilde eleştiri yaparken okuyucunun yüzünde çoğu zaman tebessüm oluşturmayı başarmıştır. hatta zaman zaman yardırdığı da olmuştur.
  • zurnanın aslen bir solo enstruman değil ara enstrüman olduğundan beslenen bu deyimi hiç umursamadan zurnayla solo atmaya devam eden en büyük zurnacı hüsnü şenlendirici, bu değimin aslen böyle olmadığını ispatlayan usta muhterem ise, göbekli sanatçı ismail bergamalı'dır.
    bir işi yapmak için inat eden ve anlamsız çabalara giren insanlar için söylenir. mesela evde tornavida olmamasına rağmen çay kaşığıyla amfisinin içini açmaya çalışan arkadaşınıza zurnada peşver olmaz derseniz, güzel olur.
  • lise yıllarımdayken çetin altan'ın bir köşe yazısını okumuş ve oldukça etkilenmiştim. tahminen 13 yıl önce okumuş olduğum bu köşe yazısından aklımda kalan net cümleler dahi vardı. çok uzun zaman aradım bu yazıyı. aklıma gelebilecek her türlü şekilde arattım google'da. hatta google dile gelse, embesil kelime anahtarlarının mucidinin ben olduğumu dahi söyleyebilirdi.

    zaman geldi geçti. biz başka bir eve taşındık daha yeni. lise yıllarımdayken beğendiğim köşe yazılarını kesip saklardım; taşınma esnasında eşyalarıma tekrar göz gezdirip onları düzenlerken, daha o yıllarda bu yazıyı kesip saklamış olduğumu fark ettim. altın madeni bulmuş gibi hissettim desem abartmış olmam.

    çetin altan'ın köşesinde yayımladığı bu yazı, yine kendisine ait olan zurnada peşrev olmaz adlı kitaptan bir alıntı imiş meğer.

    çetin altan, köşe yazısında ''bir polemik örneği'' başlığı altında alıntı yapmış bu kitabından. internetten de buldum bu yazıyı ama gazete kupüründeki haliyle aktaracağım:

    ---zurnada peşrev olmaz---

    ey, demokrasinin peklik döneminde tenkiye zoruyla oturağa dökülmüş kaltabanlar!

    ey maskaralığın bittiği yerde elleriyle ayaklarına rezillik zillerini takarak palyaço rolüne çıkan şaklabanlar!

    biz, sizin yedi kere yetmiş sülalenizi çiroz balığı gibi ipe dizer; o çarpık fiyakanızla , ham hum şaralopunuzu havanda ezer; ananızın gelinlik rastığına çöreotu, babanızın güveylik yastığına dereotu katarak, topunuzun uçkurunu hergelelik pazarında satarız.

    ...

    eksik kişiliğinizin dirhemini, semizleşen köpekliğinizin kıçından çıkarıp; yediğiniz naneleri, yediğiniz yerde bırakıp; patlayan şah damarınıza, kısrağınıza ve karınıza, kırk ikilik topla nişan alır; bir türlü patlatamadığınız dümbeleğimizin başında kalırız.

    ...

    yüzsüz kere yüzsüz olma yarışının şampiyonluk bayrağını koşturan ve hım hım burnuyla tambur çalarak, bataklık böceklerini coşturan teresler!

    sizin gibi teresleri, gulyabani ormanında sürmeli develer besler.

    şayet bu gebeşliği bırakmaz, ne dediğimizi çakmaz ve sarhoş sidiği gibi kaldırımın kıyısından akmazsanız; alnınızın ortasına beş parmaklı karışımızı ''nah'' diye mıhlar; dalganızı tırmıklar, leşinizden pire tozu yaparız. kulaklarınızı çok oynatmayın paçanızı kaparız.

    ...

    ulan hıyarağaları, siz bizi ne sandınız?

    burnumuzdan kıl koparmakla, aptestsiz ebenizin masalına kandınız.

    ulan itoğlu itler, yandınız ki yandınız.

    sizi bak ta nereye kadar kovalayacağız. hanginizi yakalarsak, ense kökünü tükürüklü sarmısakla ovalayacağız.

    ...

    ikide bir mindere çıkıp, medet diye bağırmayın. cebinizde mangır yokken, balıkçı çağırmayın. biz size bu vatanın pöstekisini saydırmayız.

    nutuk söylerken geğirmek isterseniz, fikrinizden caydırmayız. inancımız inançtır, bir milim kıyıya kaydırmayız.

    lafın horoz şekerini yiyip de sapını bizlere bırakamazsınız. tutuşan sakalımızdan sigaranızı yakamazsınız. olmayan şerefleri, kopası boynunuza madalya gibi takamazsınız.

    ...

    tövbe tövbe... ulan ne tereyağmışsınız siz be... yediğiniz tekmelerden kaba etiniz aşınırsa ve yine de sopa diye sırtınız kaşınırsa; biz sizi tırmalarız. üstümüze benzin dökmeyin, yoksa bak çok fena parlarız.

    ...

    ey ibişler sultanının koltuk altı kılları!

    çiftetelli oynayarak yuttunuz geçtiğimiz yılları... bir takarsak boynunuza yuları, sıkışınca zor bulursunuz işeyeceğiniz duvarı.

    siz, bizimle başa çıkamazsınız. biz ne kadar istersek, size o kadar söveriz. siz, sövgüye aç doğmuşsunuz; küfürden bıkamazsınız.

    ...

    vay ortası kartlaşmış enginarzade beyleri!..

    vay bodrum katlarında yarım kalmış zina deneyleri!..

    size sayısız mı verdiler o nohutlarla fasulyeleri?.. hiç akmasın ağzınızın salyaları... sizi demokrasinin çarmıhına gerecek, defterinizi dürecek; yiğitliğimizin haşafesini, gelmişinize geçmişinize, gururla göstereceğiz. rotasını bulamadığımız muradımıza böylece ereceğiz.

    ...

    usturlaplarınızla gradonuza bakmadan, bir de polemik yapmaya özenirsiniz. sizin polemiğinizi, bir deliğinizden sokar, öteki deliğinizden çıkarırız. görürsünüz o zaman polemik nasıl yapılırmış. dedenizin piç torunu feride, kör ayvaz'ın veledine nasıl kapılırmış...

    ...

    oturun oturduğunuz yerde. hepimizin hakkı var sırtınızdaki semerde. mikrofonlar önünde, el kol oynatıp, kuru sıkı veriştirmeyin. birbirinize aklınız sıra, hacı baba macunu yetiştirmeyin...

    sonra biz de açarsak ağzımızı, anlarsınız o zaman kim içer eşşek sütünü, kim içer ekşimiş kımızı...

    ...

    bugünlük bu kadar yeter... sizi gidi düztaban köstebekler, kuyruksuz kertenkeleler, kimsenin kullanmadığı delinmiş tenekeler...

    ---zurnada peşrev olmaz---

    kitabın önsözü:

    bu kitaptaki yazıların çoğu gülmece dergisi çarşaf'ta hüseyin zurna takma adıyla yayınlandı.

    bizdeki gülmece edebiyatının kökeni daha çok halktan kaynaklandığı için genellikle yergiye dayanır.

    nasreddin hoca ile bektaşi fıkralarından başlayıp eşref'le neyzen'in şiirlerine kadar uzanan bu geleneği, tekerleme üslubu içindeki yeni deneme ve aramalarıdır buradaki yazılar...

    tüm yazdıklarımızın dışında olmayan konulara bu kez de alaylı bir yerginin büyültecinden bakmaya çalıştık.

    nüktesiz bir kuruluğun ciddi söylev ve demeçleriyle asık surat ve çatılmış kaşlardan usanmışlığın bir tepkisi de sayılabilir bunlar...

    yazarken kendi kendime bir hayli güldüklerim oldu içinde.

    okurken ola ki siz de aynı duyguyu paylaşırsınız umuduyla yayınlıyorum zurnada peşev olmaz'ı...

    (çetin altan)
  • bence olur.
    yıllar yıllar önce askeri müzede bir konsere gitmiştim, adam zurnayla bir peşrev çalmıştı, dibim düşmüştü.
  • yanlış bir deyimdir. buyurun bestesi ferik fersan'a ait fuat ilbey'in icra ettiği hicaz peşrevi: https://www.youtube.com/watch?v=hjxnzll4u74

    bence de türk musikisine fazla geliyor sesi ancak yetenekli insan şişeden bile bir peşrev çıkarabilir.
  • [sineklere sinirlenen bir beygir gibi başını şiddetle salladı. davulcu hasan'la zurnacı yere oturmuşlardı. davulun kasnağı*, murat'ın yüreğini sıkıntıdan patlatacak kadar çarpık çurpuktu. zurna, senelerce üzerinde gezen parmakların kirinden simsiyahtı. "bunda niçin peşrev olmaz? peşrev olmaz da ondan... garip çingeneye gümüşlü zurnayı neden layık görmezler? görmezler işte... allah bu dünyanın belasını versin!] kemal tahir - karılar koğuşu
hesabın var mı? giriş yap