• tüm meselenin film içinde geçen tiradda anlatıldığı, geri kalan 1 saat 25 dakikalık görselin 2 dk ile özetlenebileceği bir film. zaman kavramı üzerine felsefik bir film diyelim öyle hayalet, korku felan farklı beklenti içine girmesin insanlar.
  • çok yavaş başlayıp, sonrasında inanılmaz bir şekilde hızlanan, kaybetmeyi ve beklemeyi anlatan, hüzün dolu fantastik film.
    canım sıkkın, moralim bozuk bir modda izledim, affedersiniz ama ağzıma sıçtı.

    --- spoiler ---

    - hello
    - hi
    - ı'm waiting for someone.
    - who?
    - ı don't remember.

    --- spoiler ---
  • posterinde de gördüğümüz cgi'sız hayalet figürü fikri süper bence.
    bir de hayaletlerin haberleşmesi var evden eve.
    camdan bakışıyorlar. ve iletişime geçiyorlar.

    -napıyorsun
    *bekliyorum
    -neyi bekliyorsun
    *unuttum

    gibi çok yavaş bi sahne

    öff filmi hatırlayınca canımın turta çekmesi rezaleti
  • özellikle ilk kısmı oldukça durağan olan filmdir. sonlarına doğru yüzümde tebessüm uyandırmıştır.
    ayrıca filmde çalan tek şarkı da güzeldir.
    overwhelmed
  • bir umuttur yaşatan insanı. keza hayaleti de. fakat bir hayalet için bile olsa, kimi beklediğini unutacak kadar uzun süre beklemek çok acıdır. film sizi sessiz gerçekliğine çekerken aynı zamanda suskunlaştırıyor, müzikleriyle dinginleştiriyor, katastrofik etkisi ruhani bir deneyim gibi derinize nüfus ediyor. yaşama, ölüme ve insan doğasına hazin dolu görsel bir bakış izliyoruz. havada asılı duran ağır yalnızlık hissi de cabası.

    evrenin, insanlığın ve ölümünün ötesine geçen doğaüstü fenomenler; aşk ve sevgi. bedenlerimizi birbirine doğru hareket ettiren, ruhlarımızı besleyen enerjiler. hayaletlerimizi, sevdiklerinin geri dönmesi umuduyla ayakta tutan o kozmik güç.

    bu film sevgi ve yasla bezenmiş bir görsel şiirdir. sizi içsel bir yolculuğa çıkarır. bildiklerimizin ötesine geçen bir dünyayı melankolik ruhla dolaştırarak keşfettirir. izledikten sonra kalbinizde, hüzün ve güzellikten oluşan bir hayal kalır.

    hep aynı eski muhitlere, aynı mekanlara gidilen rüyalar vardır. neden rüyalarımda sürekli aynı eski evime gittiğimi merak ederdim. neden oralarda bir şey arar, birini bekler gibi öylece durduğumu.. tıpkı giden ve hiç gelmeyecek olanı arayan o hayalet gibi. rüyamda gittiğim eski evin çocukluğumu, gençliğimi temsil ettiğini şimdi daha net anlıyorum. asla geri getiremeyeceğim, sadece anılarda kalan hayalet hatıralar onlar.

    filmleri, sıradan yaşamlarımızda göremediğimiz şeyleri görebilmek ya da en azından, hepimizin bildiği karmaşık duygulanımları sindirmek için izliyoruz. film bize üstüne basa basa; "her insan, her mekan, her nota, her sohbet önünde sonunda hiçliğe dönüşecek. geriye zamandan başka hiçbir şey kalmayacak." diyor. ama aslında ardımızda bıraktığımız ve paylaştığımız her şeyin, kozmik ölçekte anlamlı olduğunu da söylüyor. amaçsız bir varoluşta amaç aramak ve amaçsız bir varoluşun güzelliğini kabul etmek. işte bütün mesele bu.

    yönetmenin kayıp, keder ve sevgi kavramlarına minimalist yaklaşımı hayranlık verici. hayaletin pasif ve gözlemlemeye zorlanmış varlığıyla, hayal kırıklıklarının fiziksel olarak serbest bırakılmasını izliyoruz. sadece bir çarşaf üzerine iki siyah delikle bu kadar güçlü ve derin hisler uyandırabilmesi ayrıca inanılmaz.

    rust cohle felsefesini özleyenler için parti filozofunun monoloğu ayrıca değerliydi diye düşünüyorum.

    “yazar, roman yazar. söz yazarı, şarkı yazar. senfonist de senfoni yapar; ki bu da en iyi örnek olabilir zira en iyi senfoniler hep tanrı'ya yazılmıştır. beethoven, dokuzuncu senfoni'sini yazıyor ve bir gün uyanıp, tanrı'nın var olmadığını fark ediyor. ne olur o zaman? yani; insanı aşması amacıyla yazılan bütün notalar, akortlar ve armonilerden sonra "bunlar fiziksel şeyler." diyorsun. beethoven da diyor ki, "vay be, tanrı yokmuş. yani sanırım ben bunları diğer insanlar için yazıyorum."

    (...) beethoven eserlerini, insanın "işte bunların sayesinde insanlar beni unutmayacak." düşüncesiyle bir tutalım. unutmadılar da. unutmuyoruz ve buna katlanmak için elimizden geleni yapıyoruz. parça parça mirasımızı oluşturuyoruz, belki bütün dünya sizi unutmasın diye. ya da birkaç kişi sizi unutmasın diye. ama öldükten sonra da hatırlanmak için elinizden geleni yapıyorsunuz. o yüzden hâlâ o kitabı okuyoruz. hâlâ o şarkıyı söylüyoruz. çocuklar; anne babalarını ve onların anne babasını hatırlıyor. herkesin kendi aile ağacı var. beethoven'ın kendi senfonisi var. o bizim de senfonimiz. yakın gelecekte de herkes dinleyecek. ama işler tam o noktada bozulmaya başlıyor işte. çünkü çocuklarınız. hepsi ölecek. onların çocukları da ölecek ve bu böyle devam edecek. sonra da büyük bir tektonik kayma gerçekleşecek. israfil sura üfleyecek ve batı plakaları kayacak. okyanuslar yükselecek, dağlar düşecek, insanlığın %90'ı ölecek. bunu bilim söylüyor. geride kalanlar yüksek yerlere gidecek. sosyal düzen yok olacak. ilkel zamanlardaki gibi leşçil olmaya, avcılık yapmaya başlayacağız ama belki birisi bir gün, eskiden bildikleri bir melodiyi mırıldanacak. bu da herkese küçük bir umut verecek. insanlık yok olmanın eşiğinde ama biraz daha yaşamaya devam edecek çünkü birisi; bir başkasının, mağarada bir melodi mırıldandığını duyacak ve kulaklarında hissettikleri o fizik; onlara korkudan, açlıktan veya nefretten başka bir şey hissettirecek. insanlık devam edecek ve medeniyet tekrar yerine oturacak. şimdi o kitabı bitireceğinizi düşünüyorsunuz. ama uzun sürmez. çünkü çok geçmeden, gezegen ölecek. birkaç milyar yıl sonra, güneş kızıl bir deve dönüşecek ve bütün dünyayı yutacak. belki başka bir gezegende hayat kuracağız. aferin bize. bütün bu önemli şeyleri de yanımızda götürmenin bir yolunu bulduk. mona lisa'nın bir fotokopisini götürürler. birisi görür, üstüne biraz uzaylı boku serpiştirir. yeni bir şeyler çizer ve her şey böyle devam eder. ama bu da önemli değil. insanlık, beethoven'un "dokuzuncu senfonisi"ni geleceğe taşısa da gelecek bir duvara toslayacak. evren, genişlemeye devam edecek ve sonunda bütün maddeleri de götürecek. elde etmek için gayret gösterdiğiniz her şey, sizin ve gezegenin diğer tarafındaki bir yabancının, farkında olmadan tamamen başka bir gezegendeki gelecekteki bir yabancıyla paylaştığı her şey, size kendinizi büyük hissettiren veya ayakta tutan her şey yok olacak. bu boyuttaki her atom kaba kuvvetle işte bu kadar basit parçalara ayrılacak. sonra bu parçalanmış moleküller tekrar bir araya gelecek ve evren, kendini hiçbirimizin göremeyeceği kadar küçük bir noktanın içine çekecek. yani, isterseniz kitap yazabilirsiniz ama sayfalar bunlar. bir şarkı söyleyip, nesilden nesle aktarabilirsiniz. bir oyun yazarsınız ve insanların hatırlamasını, sahnelemesini umarsınız. hayalinizdeki evi inşa edebilirsiniz ama en sonunda; bunların hiçbirisi, çit kazığı gömmek için parmaklarınızı toprağa sokmaktan daha değerli olmaz. ya da seksten. ki bence hemen hemen aynı şey.”
  • açıkçası filmin ilk yarısı beni çok sıktı. uzun uzun stabil çekimler. hareket yok, olay yok. sadece sahneyi izle ve sana ne düşündürttüğüne odaklan. filme yeni yeni alışmaya başlamışken olmuyor, sıkıyor. belki çeşitli metaforlar vardı. vardıysa da alması çok zordu diye düşünüyorum.

    fakat ikinci yarısı başka. aktı film. ilgi çekici bir monologdan sonra beni içine gömdü ve acaba şimdi ne olacak diye izlettirdi. sıkmadı da bitene kadar.

    film unutuluşun kesinliği ve yokoluşun yadsınamazlığı hakkında. daha önce bu kadar başarılı yorumlayan bir film izlememiştim. hoş, zaten bu konulara eğilen çok film de yok.

    senaryonun orijinalliği filme çok büyük bir artı. ikinci yarıda çıktığımız yol çok enteresan geldi bana.

    müziklerinin, oyunculukların büyüleyici bir tarafı olduğunu düşünmüyorum ama kötü de değillerdi.

    izlemenizi tavsiye ederim. ilk yarıda kaybolmazsanız filmin sonunda memnun ayrılacağınızı düşünüyorum
  • --- spoiler ---

    film boyunca kafamı kurcalayan soru: filmde baştan sona casey affleck mi oynadı yoksa ilk 15 dk'nın parasını verip filmin geri kalanında kelepir oyuncu mu oynattılar?

    --- spoiler ---
  • en son alexander vasiliev’in bizans imparatorluğu tarihi kitabını aldım. henüz bitirmedim ama okuduğum kısım kadarıyla ufkumu açtığını söyleyebilirim.
  • filmin ismine bakıp korku filmi sananları fena halde ters köşe yapan bir film, özellikle tüketim toplumunda kendine yabancılaşmayı müthiş felsefik metaforlar ile anlatır ki şaşar kalırsınız
  • film sonunda boğazım ve ciğerlerim arasında bıraktığı yükten dolayı sevdiğim film.

    atıp tutulacak noktalarına bakmak yerine ki bu her daim mümkün, toplamda mesaj bana ulaştığı için mutluyum. ayrıca bi şarkı filme ne kadar yakışabilir sorusunun cevabı için sonsuz şükran.
hesabın var mı? giriş yap