• hem philip s.hoffman'ın son filmi olması, hem de romanlarını henüz okumasam da uyarlamalarını gayet beğendiğim john le carre'in elinden çıkma bir öykü olmasından sebep kuruldum bu akşam koltuğa.

    anton corbijn'in bir önceki --pek bir nefret edilen-- sıradışı işi "the american"ı da seven biri olarak, bu 3 ismin birleştiği bir yapımı beğenmemem imkansızdı zaten!!

    öncelikle; hey ki hey philip usta diyorum...bok yoluna ölerekten seni severek izleyenleri//takipçilerini gerçekten de cezalandırmışsın. bu yazılan rol sayılabilecek birkaç alternatif isim haricinde tam anlamıyla onun üzerine cuk oturmuş. kendisini bir daha böyle hata yapan//umursamaz//sigarayı ağzından düşürmeyen//içkisi eksik olmayan --ki bu hal ve tavırların her biri mi insanda yama gibi durmaz-- karakter canlandırmalarını izleyemeyecek olmak kötü.

    --- spoiler ---

    film; türü sevenlerin, yönetmenin önceki işlerini bilenlerin, uyarlanan romanları yazan kişinin tarzına yakın olanların gayet bayılacağı bir iş olmuş. sıkılan, ağır bulan, finalinden nefret eden de çok olacaktır ama ona eminim. bence avukat rolündeki rachel mcadams tercihinin yanlış olması haricinde oyunculukların tamamı 4/4'lüktü. kısa da olsa derya alabora'yı görmek, willem dafoe'yu bu hafta 2. kez --the fault in our stars-- izlemek keyifliydi. finalde tam da her şey yoluna girdi sanırken her şeyin alabora olması, içinde amerika'nın parmağı olan bir durum mevzu bahisse pek de şaşırtıcı değildi aslında.

    --- spoiler ---

    bu hafta ıvır zıvır filmler vizyonu doldurmuşken seyredilmesi tavsiye olunur.

    bayağıdır kenarda bekleyen the spy who came in from the cold'u gecenin filmi olarak çıkarmalı aradan şimdi de. 1965'te çekildiğini düşününce, john le carré amcam ne yazmış vallahi... (bkz: anasının karnından romancı çıkmak)
  • genelin değindiği gibi diller ulusların kendi içinde default olsaydı çok daha müthiş bir film olabilirdi. çekimler, ışık ve dektifin tipi + oyunculuğu çok iyiydi.

    (bkz: klasik mercedes)
  • çakma homeland. yoklukta gideri var.
  • kitabı iyi, filmi idare eder.

    filler ve çimen mevzusu.

    film kitaba oldukça sadık kalmış ve kitap okurlarını memnun edecek şekilde tasarlanmış, bu yüzden sanıyorum biraz ağır kalmış. özetle tinker tailor soldier spy filminde yapılanın tersi yapılmış.

    hoffman birinci sınıf bir oyuncu, öyle ki onun nefes alışlarını duydukça sigarayla olan ilişkimi tekrar tekrar gözden geçirdim film boyunca.

    izlemezseniz çok şey kaybetmezsiniz kanımca.
  • imdb'deki su yorum bence cuk oturmus:

    http://www.sfgate.com/…w-ok-but-hoffman-5644255.php

    ozetle;

    the more we know, the more we find out that everybody's glamorous job is boring, that it's boring to be a rock star (riding on buses all the time) and that it's boring to be a movie star (waiting hours between setups). and now, thanks to "a most wanted man," we discover that it's really boring - practically sleep-inducing - to be an international spy.

    but "a most wanted man," based on john le carre's novel, is the last film completed by philip seymour hoffman, who died in february, and that kicks things up a notch.....

    he doesn't look well here, but then he's playing someone with poor health habits. hoffman is smoking in virtually every scene, drinking heavily, and at one point he seems to be wheezing, though that could be the role. he plays a german intelligence agent and develops a way of talking that sounds like anthony hopkins doing a light german accent....

    --- spoiler ---

    the case is both intricate and pedestrian, not a good combination. ıt involves a possible chechen terrorist, international bankers and a muslim humanitarian who might be funding terrorist bombings. the movie's drama, to the extent it has any, doesn't involve preventing a terror strike. ıt's more about strategy and jurisdiction. gunther (that is, hoffman) wants to give the suspects free rein so as to discover their network. but forces within the german government want a quick arrest. somewhere hovering between those extremes is the united states, embodied here by robin wright as an american diplomat.

    and, really, that's the whole movie: who will make these arrests and when?
    --- spoiler ---
  • tam emin değilim ama anladığım kadarı ile filmin ana sponsoru mercedes-benz olmuş.

    ayrıca(bkz: rachel mcadams).

    https://www.youtube.com/watch?v=n0rywdyczu8
  • --- spoiler ---

    hikâyenin bir john le carre romanı olduğunu, filmin sonunda öğrendim. ama bayadır bu kadar iyi bir istihbarat filmi seyretmediğim için çok da şaşırmadım.

    eğer bir film size, karakterin yaptığı işi aşırı önemli gösteriyorsa, bilin ki orada gerçeklerden sapma vardır. hep savunduğum tez şu: istihbaratçı da insan, bakkal da. farklı zamanlarda, farklı yerlerde bulunmanın getirdiği ciddi farklar var. öte yandan kapasite, donanım meseleleri de etki ediyor. lakin temelde elimizdeki malzeme "insan" ve bu "insan" aşırı önemli yansıtılıyorsa, bilin ki hikâye propagandadır.

    örnek mi? bilumum amerikan filmi. dünyayı son anda kurtarmalar, bütün insanlığın kaderini elinde tutmalar filan hikâye. öyle bir an geldiğinde, insanlığın yok olmakla karşı karşıya kaldığı bir zaman diliminde, emin olun herkesin aşırı önemli görevleri olacaktır.

    filme geri dönelim: hikâye çok güzel bir yerden başlıyor, 11 eylül saldırıları olunca, öncesinde bir teröristin hamburg'da eğitim gördüğü öğreniliyor hamburg, bir anda terör birimleri için "hassas" nokta oluyor. burada sahada çalışan bir istihbaratçı olarak günther var. onun metodu hayli insancıl: terör şebekesinin en küçük parçasından yola çıkıp en tepeye kadar uğraşıp, sistemi baştan aşağıya haritalandırmak. bunu yaparken de, deşifre ettiği her parçayı "kendi tarafına çevirmek". yani? batı'yla işbirliği yapabilecek diyalog kanalları açık bir kimseye dönüştürmek. istihbarat yaklaşımı olarak da, sahada olmayı, bir yığın kaynak (muhbir) bulmayı ve "bekle ve gör" stratejisini seviyor.

    sonuç? hamburg'da daha önce çuvallayan (resmi) alman ve abd istihbaratı bu kez, ellerine geçen bir fırsatı değerlendirip kendilerini "üstlerine" ispat etmeye girişiyorlar. haliyle günther'i harcıyorlar. ve günther'in organizasyonu, dr. abdullah ve ailesiyle kurduğu ilişkiler vs. yok oluyor. ihtimal ki dr. abdullah'ın yerini bir başkası dolduracak ve para trafiği devam edecektir.

    gelgelelim, bu bir istihbarat filmi olmasına rağmen, aslında konuyu alıp "sorunlara yaklaşım metodu" başlığı ile herhangi bir şirkette yöneticilere seyrettirebilirsiniz. günther'in kafasına çok ihtiyaç var zira. bu da, john le carre'ı polisiye romancılıkta farklı kılan unsur. bize gerçek hayatı veriyor, az sofistike hale getirilmiş amerikan propagandasını değil...

    --- spoiler ---
  • çok çok güzel film.

    john le carre ın daha önce tinker tailor soldier spy uyarlamasını izlemiştim. açıkcası sıkılmış ve çok karışık gelmişti. ne kadar 'dolu' ve iyi bir film olduğunu anlamıştım ama dürüst bir adam olduğum için 'zevk almadım' diye not düşmüştüm kenara. o yüzden kitabı okumayı düşünmemiştim ama şimdi ilk iş olarak tinker başta olmak üzere tüm kitapları okumam lazım.
    eski cia ajanının dünyayı kurtarmak zorunda olduğu klişelerden harbi gına geliyor bir süre sonra.
    bir de böyle filmler çok klas oluyor. garry oldman, benedict cumberbatch philip seymour hoffman , willem dafoe yu böyle sakin ve derin filmlerde izlemek ayrı güzel.
  • şimdi kitabı okumadım ama film kitabın asla veremeyeceği ayrı bir duygu yüküyle bitiyor.

    genel olarak konudan bağımsız olsa da spoiler vermek istemediğim için detaylı olarak yazmak istemiyorum ama philip seymour hoffman'ın son 5 dakikadaki haleti ruhiyesi, arabanın içindeki hisleri ve sonunda arabayı bırakıp gidişi bana sürekli aramızdan ayrılışını hatırlatıyor. filmi izleyeli neredeyse bir ay oldu ve hala arada aklıma getirip küfrediyorum...
  • philip seymour hoffman her sigara yaktığında, ki göründüğü her sahnede yaktı, eli ayağı titreten nikotin arzulatan film. ne yalan söyleyeyim john le carre abinin hatırına izledim. tinker tailor soldier spy' ın kitabını, sir alec guinness ve patrick stewart içeren muhteşem dizisini ve gary oldman' lı filmini izlemiş biri olarak film beni tatmin etmedi. filmde bi' tane fethullah gülen var, en çok aranan adam kim bilemiyoruz. öyle bitiyor film. john le carre abimiz yine amerikan istihbaratının hamiliğini eleştiren bir kitap-senaryo yazmış. baksana adamlar ingiliz istihbaratı ile beraber alman istihbaratını da nasıl kucağına almış. ah be babacığım sovyetler birliği de dağıldı ki, tat vermiyor.
hesabın var mı? giriş yap