• türkiye'de: yapmayın

    çalışmanızın bile cezalandırılması sizi harap edecek.
  • bu işin başında olan, doktora yapmayı düşünen öğrencilere vereceğim naçizane önerilerdir.

    birinci ve en önemli adım, çok iyi düzeyde ingilizce bilin. ingilizce okuyabilin, konuşabilin, yazabilin ve tartışabilin. ingilizce bilin.

    yurtiçinde ve yurtdışında politik kararlar, dışlamalar veya kayırmalar olacaktır. bu sadece akademide değil her yerde karşılaşabileceğiniz bir durum. bazı yerlerde çok bazı yerlerde az olur. bunu çalışmayı planladığınız yerde hali hazırda çalışan insanlarla konuşarak kestirebilirsiniz. ön yargılarınızı aşın ve bilin ki herkesin deneyimi kişiseldir. de-motive olmayın.

    kararlarınız tamamen araştırma odaklı olsun, parasal veya kadro kaygılı olmasın. başarılı olmanız, alanınızı sevmenize bağlıdır, para ve kadro en güzel ve en kolay başarıyla gelir.

    gerçekten ilgi duyduğunuz bir alanda çalışmaya karar verdiniz diyelim. ilk işiniz literatürde kimler ne yapmış iyice araştırmak olsun. bu akademik çalışmanın en temel ve en önemli basamağıdır. sonra kendinizi doğru yere konumlandırın. çok çalışılmış alanlarda özgünlük için yer kalmamış olabilir, az çalışılan alanların böyle seyrek nüfuslu olmasının da sebepleri olabilir. onun için dikkatli olun. ve unutmayın, literatürde okuduklarınız çarpıtılmış olabilir. taramanızı her zaman eleştirel bir gözle, şüpheci yaklaşarak yapın. kısa research proposal'ınızı bu aşamada yazın.

    danışmanınızı seçerken dikkat etmeniz gerekenlere gelirsek, aklınızdan geçen aday hocanız gençse eğer çok öğrencisi olmayabilir, ama daha oturaklı bir hocanın eğer çevresi boşsa şüphelenin. çok projesi olan hocanın da satüre olmadığına emin olun. doktora yaparken hocanızın size haftada bir kez zaman ayırması idealdir. eğer bunu ayıramayacak kadar yoğunsa zorlanabilirsiniz. diyelim ki çalışmak istediğiniz hocanın üniversitesinden değilsiniz ve oradan kimseyi tanımıyorsunuz. en kolay reality check yayınlara bakılarak yapılır. aday hocanızın son zamanlardaki yayınlarına bakin. google scholar, researchgate, acedemia.edu, linked-in ve kişisel web sitelerini kullanabilirsiniz. bu sitelerde hocanın ne kadar aktif olduğunu göreceksiniz. örneğin, yayınlarında çok isim var ve o hep son isimse, birçok projeyi yönetiyor demektir. kendi başına hala yayınları varsa, gerçekten yaratıcı bir araştırmacı demektir. eğer hep aynı insanlarla çalışmıyorsa, yayınlardaki insanlar değişiyorsa, birçok kurumla ortaklaşa çalışıyor demektir. yayınları bol atıf alıyorsa ilgi çekici bir alanda çalışıyor ve impact factor’ü yüksek dergilerde yayın yapıyor demektir. büyük bir grubun parçası olmanız bolca beyin fırtınası yapabilmeniz, yeni fikirler üretebilmeniz açısından avantajlıdır. ancak büyük gruplarda sizin üsteleneceğiniz iş dar alana sıkışabilir. onun için dengeli seçimler yapın. ve başta söylediğimi unutmayın, seçiminiz araştırma odaklı olsun.

    yayınlara gelirsek, yaptığınız araştırmayı insanlarla paylaşmanızın yolu makale ve bildiri yayınlamaktan geçer. kendi basınıza oturduğunuz yerde oturarak bir yere varamazsınız. latex kullanmayı öğrenmenizi öneririm, tezinizi yazarken de çok daha kolay yazmanızı sağlar. yayın yapmak için yeterli materyaliniz olduğunda hocanız size hangi dergide veya konferansta yayınlayabileceğiniz konusunda yol gösterecektir. dergilerin saygınlığı direkt olarak impact factor’ üne bağlı olmasa da, bu bir çeşit göstergedir. konferansların saygınlığını da rejection rate'lerinden anlayabilirsiniz. her gönderilen yayını kabul eden bir konferansta can sıkıntısından patlayabilirsiniz. akademik yazım konusunda tecrübeniz yoksa eğitim almanızı öneririm. dilbilgisi hatası yapmamalı, referanslar konusunda hassas olmalısınız. referanslarınızın doğru biçimlendirilmesinden de öte, yayın yaptığınız dergiden referans vermeye çalışmanız mantıklı bir yaklaşım olacaktır. size verilen template'a harfiyen uymalısınız. latex bu konuda da rahat etmenizi sağlayacaktır. hakemlerinizle iyi iletişim kurmaya çalışmalısınız. hakem demişken, yayın konusunda madalyonun obur yüzü ise hakemliktir. bu çarkın dönmesi için sadece yazar değil hakem de olmalıyız. size gelen hakemlik tekliflerini hemen değerlendirin. bunlar gönüllü yapılan işlerdir ve gözünüze angarya gibi gelebilir fakat hakemlik de akademik kariyerinizin büyük bir parçasıdır ve iyi hakem olmak tecrübeyle edinilir.

    gelelim akademik sunumlara. yansılarınızı ve konuşmanızı özenle hazırlayın. inanın özenmediğinizde kabak gibi belli oluyor. insanlara vermek istediğiniz mesaj net olsun. sizi başka araştırmacılardan ayıran noktanızı açıkça söyleyin ki bu önceki önerime bağlı, literature review’iniz sağlam olmalı. size soru soran insanlara karşı yapıcı olun. onlar ki sizi çok ileriye taşıyacak. sizin araştırmanıza taze gözlerle bakıp, daha önce düşünemediğiniz noktaları size görünür kılacaklar. çok sıradan bir soru bile alsanız, sabırla cevap verin. tavrınız insanalara sizi tanıtacaktır, savunmacı bir cevap mı veriyorsunuz, yoksa kapsayıcı bir cevap mı? bunlar kişilerin size yaklaşımını etkiler. unutmayın sizin sunumunuza gelip ilgi gösteren insanlar olası iş arkadaşlarınız, olası hakemleriniz ve hatta kariyerinizin nereye gideceğini yönlendirecek en önemli kişiler olabilirler. çünkü akademik hayat peer review üzerine kuruludur. networking’inizi iyi yapın, insanlara potansiyel ortak gözüyle bakmanızda bir sakınca görmüyorum. birlikte çalışmak için önerilerde bulunun, girişimci ve paylaşımcı olun. fakat yayınlamadığınız ve patentini almadığınız çözümlerinizi etrafta anlatmayın.

    son olarak hocanızla iyi anlaşmaya çalışın. hocasının destek olmadığı doktora öğrencisine çok az kimse destek olur. en başta hoca seçiminizi iyi yapmanız bu yüzden çok önemli.

    doktora savunması ayrıca bir giride islenebilir diyorum ve hepinize başarılar diliyorum. umarım akademik hayata hoş gelirsiniz.
  • akademik kariyer yapmayın filan diyenlere aldanmadan başlayın bu işe. siz dinlemeyin felaket tellallarını. girin akademik camiaya tüm olumsuzluklara rağmen.

    kalitesizlik akıyor diyenlerin haklılık payı var ancak kaliteli akademisyenler de var bu ülkede. siz de kaliteyi yakalmak adına birşeyler yapın.

    okuyun, bol bol okuyun. makale okuyun, kitap okuyun. boş durmayın. okuyun. işinize odaklanın. bu ortam kalitesiz ben de onlara uyayım demeyin. en kolayı bu. okudukça kafanız daha iyi işleyecek göreceksiniz.

    çalışın, bol bol çalışın. çalışmanın zevkine varın. kaytarmayın. kaytarmak en büyük belasıdır akademisyenin.

    siz üretin, kendinizi yetiştirin. karşılığını alacaksınız. tamam belki tam istediğiniz, aradığınız düzeyde olmayacak ancak kazanacaksınız. en azından yaptığınız işin hakkını verin ki kendinizi iyi hissedin.

    makale yayımlayın, çocuğunuz olmuş ya da ne bileyim yeni aşık olmuş gibi hissedersiniz her seferinde. kongrelere gidin, boş geçmeyin. insanlarla tanışır, kapılar açarsınız. girişken olun, kormayın akademisyenlerden. konuşun. yabancıyla nasıl konuşurum demeyin. arkadaşınızla konuşurmuş gibi konuşun. kendinizi gösterin. siz göstermezseniz sizi kim görür?

    gelişime açık olun. geliştirin kendinizi, geliştirin aklınızı, geliştirin çalışmanızı. eksiklerinizi saptayın, gidermeye çalışın. akıllı insanları bulun, mümkünse sizden daha akıllı ve çalışkan. birlikte üretin. sorun, öğrenin.

    not: doktora sırasında da gittim yurt dışına (4 ay), post-doc'ta yaptım yurt dışında (1 yıl), yök bursuyla da gittim yurt dışına (3 ay). gördüğüm şudur bilimde ve üretimde önde olan farklı ülkelerde: gıpta ettiğimiz yabancı akademisyenler deha değil. ama çok çalışkanlar. işlerini seviyor, sürekli üretiyorlar. iyi ekip kuruyorlar. herkes görevini yapıyor ekipte. çürük elma yok. kaytarma yok. disiplin var.
  • ne kadar sınav varsa sapık gibi hepsine girip kabarık bi sınav sonuç cv'si oluşturun. olmadık biyerde tutup kpss puanı isteyiverirler bu ülkede!
  • hayatınız için bir b planı yapın, her an akademik kariyeriniz sonlanabilecek veya hiç başlayamayacak gibi başka bir geçim kaynağınız daha olsun. ve lütfen artık yabancı dil öğrenin, çok rica ediyorum.

    edit: yapmayın ya, ne gerek var?
  • elinizde imkan varsa doktorayı yurt dışında yapın. döndüğünüzde zaten el üstünde olursunuz.
  • ilk tavsiye olarak "yapmayın" diyenlerin tavsiyelerine uymayı bir gözden geçirin. sebeplerini yazımızda irdeleriz yeri geldikçe. eğer yok ben kafaya koydum diyorsanız başlayalım...

    ülkemizdeki üniversiteleri ikiye ayıralım öncelikle istanbul, ankara gibi illerdeki kalburüstü üniler ile anadolunun gariban ünileri birbirine pek benzemezler. bu sebeple öncelikli olarak bu kalburüstü ünileri anlatmaya başlayayım.

    ilk anahtar kelimemiz torpil. akademik kariyerin başlangıcındaki insanların üniler özelinde en fazla yanlış anladıkları kavram torpildir. kabaca ünilerde torpil hem vardır hem de yoktur diyebiliriz. yani yeri gelir temizlikçi alımında bile kartvizitler, not pusulaları havada uçarken yeri gelir en önemli mevkiler için adam bulamayabilirsiniz. aslında tamamen denk gelmekle alakalı bir şey bu. bu sebeple akademinin kadro konusundaki yazılı olmayan birinci kuralını önemseyin. kadronun sahibi var mı?

    kadronun sahibi konusunu biraz açalım. internette dolaşırken gözünüze bir kadro ilanı çarptı. tamamen rasgele bir ilanı açıyorum.

    koşulumuz şu:

    * analitik hiyerarşi prosesi (ahp) ve rasyonel sayılarda hata ve kavram yanılgılarında çalışmaları olmak.

    hemen torpiiil, kimi alacakları zaten belliii, şöyle böyle demeye başlamayın. bu kadronun bir sahibi vardır. bir doçentlik ilanı olduğuna göre doçentlik sınavını vermiş ve doçent olmayı haketmiş bir hocamız var. ama memur olan arkadaşlar da iyi bilir ki ülkemizde kanun gereği aynı anda kaç tane doçent, kaç tane 7/2 hemşire, kaç tane genel müdür olabileceği bellidir. bu sebeple kadro bekleme dediğimiz bir durum ortaya çıkar. hocamız bazen kısa ve bazen uzun olan bu süreyi beklemiş ve belki 10-15 yıldır görev yaptığı bölümde doçentlik kadrosunu elde etmiştir. bu tür durumlarda gereksiz yere kafa karışıklığı olmaması için basitçe bir koşul belirlenir. hoca da bir iki ay içinde kadrosuna geçer. zaten kadronun açıldığı bölümün yrd. doç.larının cv'lerinden kadronun kime geldiği hemen anlaşılabilir. akademide kuraldır ki başka kimse bu kadroya başvurmaz. bir kadronun sahipli olup olmadığını anlamanın en kolay yolu ilgili bölüm başkanını arayarak sormaktır. ki koşul belirtilmemiş olması bunun için iyi bir göstergedir.

    ikinci olarak bir yardımcı doçentlik kadrosunu ele alalım.

    yine bir koşulumuz var.

    *erken çocukluk gelişiminde izleme ve değerlendirme ile okul öncesi sınıflarında çocuğun katılım hakkına uygun uygulamalar konularında çalışmaları olmak.

    hocamız arş. gör. olarak akademiye başlamış. yerine göre 5-6, 10, 15 yıl bölümün kahrını çektikten sonra sonunda kadrosuna kavuşmuştur.

    bu da torpil değildir. buraya tepeden inme bir başkasının gelmesini normal karşılıyor olabilirsiniz. göz ardı etmemelisiniz ki böyle bir durumda devlet halihazırda bu kişiye maaş vermektedir. fakat kadrosu dolayısıyla yeteneklerinden faydalanamamaktadır. buraya aynı işi yapacak başka bir kişinin atanması devletin zarara uğratılması ve gereksiz işgücü kaybı olarak düşünülmektedir. yani devlet ve birey arasında bir win-win durumu ortaya çıkmaktadır böylece.

    gelelim araştırma görevlisi mevzusuna. burada size tavsiyem azimli olduğunuz zaman eninde sonunda kadroya kavuşursunuz. çok da matah bir şey değil çünkü. şu an size öyle geliyor olabilir. niye olmadığını bilahare anlatabilirim.

    arş. gör. iki şekilde belirlenir. ilk olarak bizim yüksek lisanstaki başarılı genç veya tanıdığımız başarılı gence yüksek lisans yaptıralım önce... çok ayrıntıya girmeyeceğim ama her koşulda burada başarı faktörü ön plana çıkmaktadır. başarıdan ne anladığınız değişebilir. ama belirtmem gerekir ki birine bir akademik kadro verilirken aynı gemide yol alındığı hep akıllardadır. yani dayı oğullarından da başarılı olanı seçilir.

    tabi burada belirtmeliyim ki her zaman atom fiziği alanında doktora yapan dayı oğlunu bulamayabiliyoruz. bu sebeple elinizi korkak alıştırmayın. sahibi olmayan arş. gör. kadro ilanları %70 civarındadır diyebilirim. burada bir üst paragraftaki tanınan başarılı olmak önem arz ediyor işte.

    gelelim akademiye bir şekilde kapağı attıktan sonra başınıza geleceklere.

    yerine göre aynı istikrar ile şube müdürü, daire başkan yrd. olacabileceğiniz yaşta getir götür işleri yapacaksınız. bu arada yüksek lisans, doktora, makale, proje diye diye kel kalacaksınız. üstte belirttiğim arş. gör.lüğün niçin çok matah bir şey olmadığı meselesi aslında bununla ilgili.

    sonrası da aslında 55-60 yaşında prof olup 6-7 bin tl maaştır. ekstraları vardır tabiki. ama o yaşa kadar akademiye harcadığınız emeği limon satmaya harcasaydınız ülkenin limon kralı olabilirdiniz pekala.

    belirtmeliyim ki üç kuruş paraya özel sektörde 7 gün 24 saat çalışan bir insan için toplama kampının olanakları bile çok çekici gelebilir. ama en başta belirttiğim şekilde "yapmayın" diyenlerin sizi çekemediğini veya bol keseden salladığını falan düşünmeyin.

    eh bir tavsiye de vermek gerekirse dışı seni yakar içi beni diyelim de meramımız anlaşılsın.

    yazı biraz uzun olduğu için esas anlatmak istediğim şeye henüz gelememiş olmama rağmen bugünlük bu kadarla bırakayım. bu da akademisyen hastalığı işte.
  • söyleyeceğim tek tavsiye:

    bu işi türkiye'de yapmaya sakın kalkmayın.
    açık ve net.

    nobel sonrası gelen haklılık editi: (bkz: aziz sancar)
  • yapmayın. gidip işlek bir yerde, tercihen hastane yanında börekçi-köfteci tarzından dükkan açın. 5 sene sonra bana dua edeceksiniz.

    türkiye'de akademik kariyer yapılmaz; çünkü akademik ortam çok faşisttir. siyasi görüşü ne olursa olsun, türk insanının bazı karakteristik özellikleri vardır ve bu özellikler en kemalistinden en fettullahçısına, en dindarından en laylaylomuna kadar tüm hocalarda neredeyse istisnasız vardır: kıç yalattırma. bu iş aslında dünyada da böyle denilebilir ama türkiye'de boku çıkmıştır allah çıkmıştır.

    en boş bir adam hocası sayesinde çok iyi prof olabilir; en sağlam adam sistemin çarkları sayesinde ezilerek hiç edilebilir.

    yapmayın arkadaş, kendinize yazık. son kere başlığın başındaki öneriyi dikkate alın. yok kardeş inadım inat götüm iki kanat diyorsan allah kolaylıklar vere...
  • kendimden örnek vererek tavsiyede bulunayım naçizane.

    alanım siyaset bilimi. bilkent'i burslu olarak okudum. çocukluktan beri manyak gibi ilgilendiğim alanlardı siyaset, sosyoloji, tarih... ama çevre baskısıyla sayısalcı olup mühendisliğe girdim, bir kaç sene sonra da bırakıp bu alana geçtim. yani "el mahkum" diye değil, gerçekten isteyerek bu bölümü okudum.

    okurken de çok keyif alarak okudum bölümümü. çok da güzel bir çevrem oldu. yüksek onur derecesiyle mezun oldum. ingilizcem gayet iyiydi zaten. toefl var, yds var. ama bir yandan para da lazımdı, iş hayatına başladım. fakat akademik kariyer hedefimi de bırakmadım, yüksek lisansa kayıt oldum boğaziçine.

    çok geçmeden ales sonucumu da aldım, türkiye derecesi yaptım eşit ağırlıkta. yani tüm samimiyetimle soruyorum, daha fazla ne yapabilirim? deyin ki şu eksik, bunu yapmamışsın. amk daha ne yapayım ulan ben?

    neyse, bu sonuçlarla kendi memleketimin kıytırık üniversitesine araştırma görevlisi ilanına başvurdum. listede birinciyim, şaşırtıcı da değil zaten. ikinci elemanla aramda ciddi bir fark da vardı puan olarak, yazılı sınavda 30 puan aşağısını bile alsam geçiyorum. bir yandan sağlam bir referans da buldum, üniversiteden hocalarla da görüştüm. açık açık şunu söyledim, benim derdim ille de benim seçilmem değil, torpil de istemiyorum. eğer sınavda bu farkı kapatırsa diğer adaylar, zaten onların hakkıdır. ben sadece haksızlığa uğramak istemiyorum. sürecin şeffaflığıyla ilgili bir ton masal okudular, eyvallah dedim ve başladım yazılı sınava hazırlanmaya. bölümdeki akademisyenlerin tezlerini okudum, özellikle de bölüm başkanının makalelerini (ki zaten hepi topu iki üç tane tırt oğlu tırt makalesi vardı) yalayıp yuttum. genel konuları, araştırma metotlarını falan da şöyle bir tekrar ettim.

    sınavda da 5 sorunun dördü direk, ama direk, bölüm başkanının doktora tezinden çıktı. adamın makalesine, sınav esnasında referanslar vererek cevapladım o dört soruyu. bir tane soru da benim alanımın dışındaydı, ona da bildiğim kadarıyla cevap verdim. yani benim bu sınavdan yetmişin altına düşmem mümkün değil. zaten sınav esnasında da diğer adaylar ilk yirmi dakika içinde kağıdı teslim edip çıktılar, ikinci adayla ben kaldım sınav sonuna kadar. içimden diyorum ki "ben yetmiş alsam, bu arkadaş tam puan bile alsa beni geçemiyor. yetmişin altına düşmem de mümkün değil zaten".

    sonra sonuçlar bir açıklandı ki, sınava katılan adayların arasında en düşük puanı ben almışım :) tam 54 puan. daha sorulara bakıp, beş dakika içinde sınav kağıdını teslim eden eleman bile benden yüksek puan almış. ve ben elli beş alsam, diğer eleman yine beni geçemiyor. yani belli ki hesap makinesiyle hesap edip, kaç puan almam gerekiyorsa o puanı vermiş hayvan oğlu hayvanlar.

    iki gün krizlere girdim. kendime gelemedim. normalde o üniversitede araştırma görevlisi sınavına girmek, benim için polislik sınavına girmek gibi bir şeydi. yani hiç de isteyeceğim bir şey değil, aklımın ucundan geçireceğim bir şey de değil. ama torpil mevzularını iyi bildiğim için, en azından kendi memleketimde hakkımı yemezler diye düşünmüştüm. öyle olmuyormuş tabi. sonra dedim ki bir bakayım, bir tek bana mı olmuş bu diye. araştırma görevlisi sınav sonuçları, listeler falan erişime açık. her bölüme baktım. gördüm ki, benimkisi yine devede kulak kalıyor. odtü kimya mezunu çocuğa, mülakat sınavından 15 puan vermişler, ales'ten 70 almış (zaten 69 alsa, başvuru kriterini sağlayamıyor) birisini geçirmişler. daha neler neler!

    heves kırmak falan değil maksadım. aklınızı başınıza toplayın gençler, ve bu ülkede neyin ne olduğunu iyi bilin diye yazıyorum bunu. eğer akademik kariyer yapmak gibi bir niyetiniz varsa, ilk iş olarak kafanızdan türkiye'yi silin. "ben torpil bulurum" diyorsanız da, şunu düşünün derim. tamam, torpili buldun girdin diyelim. paranı da kazanıyorsun, bir yandan yüksek lisansını, doktoranı da yapıyorsun. eyvallah, mis. peki üç sene sonra, beş sene sonra, sana torpili ayarlayan kişiler, bir sebeple saf dışı kalırlarsa, senden daha torpilli birileri bulunursa ne yapacaksın? diyelim ki gerçekten bilime katkıda bulunmak istiyorsun, gerçekten bir şeyler üretmek istiyorsun. bakkallar odası başkanı bile olamayacak bu takozlarla ne yapabilirsin? nasıl nitelikli bir şeyler koyabilirsin ortaya?

    artık akademisyen, profesör, öğretim üyesi, rektör falan denilince benim aklıma ensesi az biraz kalın, hiç bir boka sap olamamış, son çare olarak üniversiteyi sömüren insanlar geliyor. beni siktir et, ama akademi camiasında da artık türkiyedeki üniversitelerden doktorasını alanlara yönelik bir güvensizlik var. bu şekilde nasıl yol alacaksınız?

    ne yapalım o zaman diyorsanız, evet haklısınız. ayakta kalabilmek için elinizden gelen her şeyi yapmalısınız, yapacaksınız da. ama eğer gerçekten bir şeyler üretmek istiyorsanız, seçeneklerinizin akademisyenlik, memurluk gibi boş beleş işlerle kısıtlı olmadığını da bilin. kpss ile ales ile, torpille, tanıdık ile bir şekilde bir üniversiteye ya da devlet memurluğuna kapak atan arkadaşlarım da oldu. içlerinden bazıları, bir kaç sene sonra kapının dışında da buldu kendilerini. ortalama bir devlet memurluğu, ortalama bir üniversitede akademisyenlik falan size hiç bir şey katmaz. orada tutunabildiğiniz sürece rahat edersiniz bir süre belki ama işlemeyen demir de pas tutuyor bir süre sonra. hele ki akademik kariyer yapmak istiyorsanız, bunu hep gözünüzün önünde bulundurun.
hesabın var mı? giriş yap