• arastirmalara gore insanin gercekten mutlu oldugu zaman. tabii mutlu olmak ile neyi anladiginiza gore degisir. cok sevmediginiz halde isinize odaklandiginiz, yogun calistiginiz ve saatin nasil gectigini bile anlamadiginiz bir gun aslinda guzel bir gun. ne gecmisi dusunmeye zamaniniz var ne de aksam yemekte ne yiyeceginizi. belki telefonunuza, mesaj geldi mi diye bakamiyorsunuz. o an tek dusundugunuz yaptiginiz is. bundan daha guzel ne olabilir?

    bu konuda kopegimi ornek aliyorum :) o da etraftan gelen seslere ve kokulara odaklaniyor disardayken. onunla birlikte ben de o sirada etrafimizda olup biteni takip etmeye calisiyorum, baska bir sey dusunmeden.
  • akil ve ruh sagliginin sirri. ic motivasyon kaynagi. ozguveni optimum seviyede tutuyor. umursanmamak, figuranlik ve tuzluk gibi hisleri hissettiremiyor kimse size kendinizi. en tatlisi da o'nun "asla yapmaz bunu" dedigi seyleri catir catir yaparsiniz iciniz ciz etmeden. ani yasadim. kotu bisey yapmadim.
  • hayatın akışına ayak uydurabilmek, o akışa kendini bırakabilmek, güven duyabilmektir.
  • modern yaşamın dayattığı koşullar gereği saatlere tutsak edilmiş durumdayız. her ne kadar önceden planlanıp programlanmış da olsa, önemli olan, içinde yaşadığımız anı, kalan geçen zaman hesabından bağımsız bir şekilde özgürce yaşayabilmek.

    çünkü vaktin farkında olduğumuz an, birlikte olduğumuz kişi, konu ya da işle aramızdaki bağ kopmuş demektir. çok zorlukla bir aralık bulup buluştuğumuz biriyle, hedonistik paylaşımlarınızın en derininde birden zaman kavramının farkındalığına ulaşıp kaç dakika süremizin kaldığını kontrol ettiğimiz vakit, aslında o anı yaşayamama paradoksuna kapılmış oluyoruz. sınırlı süreye olan isyanımızın altında yatan ise ‘varoluş sancı’larımızın öncülük ettiği ölüm korkusundan başka bir şey değil.

    ölüm korkusu ise, insanı yaşama çabasına indükler. bu yüzden de, ‘egzistansiyalist’ bakış açısıyla, öncesi sonrası olmayan bu manasız dünyadaki sınırlı yaşamımıza anlam katıp katamadığımız konusunda derin kaygılar duyarız. işte yaşadığımız bu ‘ontolojik’ anksiyete, anda kalmanın önündeki en büyük engel olarak karşımıza durmakta..
  • sadece bebeklikte, uykuda ve ölümde gerçekten ve tamamen yapılan.
    gerisi geçici, anlık kalınan anlar. zan-ı güzaf.
  • en zoru martıyı izlemek, hiçbir şey düşünmeden..
  • şuanda kalabilecek güce sahip değilim demek ki.
  • ‘an’da kalmak mı?

    sanırım günlerdir birçoğumuz anın dışına çıkamıyor ve anda yaşıyoruz. ‘an’ın keyfini değil belki ama stresini çekiyoruz. mesela son zamanlarda uyuyoruz, uyanıyoruz; okuyoruz, izliyoruz; dinliyor, düşünüyoruz. ve tüm bunları yaparak anda değil miyiz zaten?

    insanın andan çıkması gibi bir durum söz konusu değil ama bana şu, özellikle de son yıllarda moda oldu olası, “anda kal” masalları/zırvaları çok komik geliyor. tamam, sürekli geçmişi düşünüp hayıflanalım ya da geleceğe karşı hep bir kaygı duyalım demiyorum; hatta zorba’nın an’a dair söylediği cümle, okuduğum ilk anda mıhlanıp kalmıştı zihnime ama anda kalmak sürekliliği olabilecek bir durum değil. ki, böyle bir durumun pek de sağlıklı/normal olduğunu düşünmüyorum.

    ayrıca şu an, hiç ‘an’da kalmak istemiyorum
    ve bir an evvel içinde bulunduğumuz durumdan
    çıkmak/kurtulmak istiyorum.
  • nefes ile de kalınca tadından yenmeyen eylem...

    "çünkü siz düşüncelerinizden ibaret değilsiniz..."
  • zorlandığım eylem. başarabilene helal olsun. nasıl başardığını öğrensek keşke.
hesabın var mı? giriş yap