• turkiye'nin ici gerizekali dolu en buyuk binasi orda.
  • herşeyi rabbine bağlayan melih gökçek gibi bir zat-ı defalarca seçen toplumsal gerçekliği.
  • insanlarının (ki ben de bir zamanlar dahildim bu güruha) son 4 yerel seçimde samuel beckett ın öğüdünü dinlemesi.

    "hep denedin.
    hep yenildin.
    olsun.
    yine dene.
    yine yenil.
    daha iyi yenil."

    (bkz: melih gökçek)
  • az önce istanbullu bir arkadaşla konuşuyordum. yeni çıktığım evi tanımlarken bilinçsizce "manzarası güzel" dedim. telefonu kapattıktan sonra bir durdum, düşündüm. bu bozkıra izmir'den gelip, sadece apartman gören bir evi, hemen önünde apartman yok diye manzarası güzel olarak tanımlamıştım. standartlarımı bu derece düşürmüşüm. ciddi derecede üzüldüm.

    sonunda sadece bedenime değil, ruhuma da sahip olmuş ankara. estetik algımı sıfırlamış. beklentilerimi sıfırlamış. sevme şansım var mı?
  • ankara'yı sevmiyorum çünkü denizi yok, hatta denizi olmadığından şehir bile diyemem diyenlerin sevgilim gözlerin mavi değil sanırım sana aşık değilim tadında bir mantık yürüttüklerinin farkında olmamaları.
    ankara'nın kızılay'dan hatta bakanlıklar'dan ibaret sanılması.
    ankara başkent olduğu için normalde de hayatımızda olan ama kanıksadığımız bürokrasinin ankara'da göze batması, her takım elbiseliyi bürokrat sanmak.
    ankara'yı tanıyacak kadar orada zaman geçirmemek, nasılsa gri bu şehir, diğer şehirlerin semalarında kahkahalar çınlarken burası sessiz demek ki insanları da gri diyerek o insanlarla tanışma çabasına girmemek.
  • (salı sabahı yaşanmıştır)
    esenboğa'ya inilir, danışmaya gidilir:

    c.b.*: "pardon ben ankara'yı bilmiyorum" da oran'a nasıl gidebilirim?
    d*: önce aşti'ye gider oradan taksiye binersiniz.
    c.b.: nereye?
    d: aşti, aşti, şehirlerarası otobüs terminali. ya da ego'ya binip kızılay'a gider oradan binersiniz taksiye.
    c.b.: neye?
    d: edo, edo, belediye otobüsü.

    lan bilmiyorum ankara'yı diyorum, baştan soylesene şunları!!!
    _______

    ve dönüş yolunda da(çarşamba sabahı) ayrı bi hikaye yaşandı.
    otelden taksiye binildi ve havaş dendi. kızılay'dan 5 dakika mesafedeki havaş'ı bilmeyen taksicimiz kimseye sormaya da tenezzül etmediği için 20 dakikada vardır ve otobüsü kaçırıp taksiye binmek zorunda kaldık.

    bitti mi? bitmedi!

    esenboğa'ya varılır. bagajlar verilir:

    c*: 9 kilo fazla bagaj var.
    c.b.: iyi de biz 3 gündür aynı çantalarla uçuyoruz ilk defa bunu duyduk?
    c: bilmiyorum, 9 kilo fazla bagaj var. (çantamı göstererek) şunun içinde ne var.
    c.b: eşyalarım.
    c: tamam bunu yanınıza alın, teşekkürler
    c.b.: !?!?
    _______

    ama behzat ç. candır..
  • her köse basinin ziraat bankasi olmasi ve binalari boydan boya kaplayan ziraat bankasi levhalarinin insanin gözüne gözüne girmesi, ki bu durum ayni zamanda sartli refleks olarak ziraat bankasindan nefret etme sonucunu da dogurur.

    ayrica, semtlerinin %80 kadarinin kisaltma veya resmi kurum adi olmasi. bu durum da, ankara'da yasayanlarin dahi sehirlerini ve semtlerini, özenilmis, yaratici ve insanda "acaba hangi tarihsel kisilik veya olay bu ismin bulunmasina vesile oldu" sorusunu uyandiracak adlarla bezeyecek kadar sevmediklerini, bunun yerine "bakanliklar" gibi, "aha surada kizilay var, buranin adi da kizilay olsun" gibi kolayciliga kaçan ve insani sehirden yabancilastiran yollara saptiklarini göstermektedir (mi acaba?)
  • zor yolculukların mekanıdır ankara. yürünecek yüzlerce adımda, basınca üstünü pisletecek binlerce yerinden ve derinden oynamış kaldırım taşıyla kendini belli eden, kışın bir başka tadda yaşanan uçuşan paltolu yalnız adam sendromunun paltosu üzerindeki koca bir leke bu şehir.

    kesif kokulu duyguları yaşadığım bir dünya başkenti burası, benim sonkentim olsa da! dilencileri ve tedirgin kuşlarıyla narin ve gerçekçi, mimarisiyle çelişkili, hasretleriyle çekilmez. elini gönlümce tutamadığım sevdiğimle yürüdüğüm her yol bana şimdi dar, içtrafiğimde boğulan bir duygu seliyle taşıyor mazgallar. ya bu şehirde, ya bende bir altyapı sorunu var!

    uykusuz sabahların poğaça kokulu ayaküstü kahvaltıları kadar sıcak fakat aceleci bir kargaşa şehri burası. yaşamın bürokratik engeli. imzasız yaşanmayan bir mekan. kaçmaya çalışıp kurtulamadığın bir halden anlamayan. bir fatura kenti burası, yaşam bedeli ağır olan.

    ankara garı'nda bekleşen bir belirsizlik bu şehir. yorgun trenlerin durağı ve işkencehanesi. raylarda pıhtılaşmış ayrılıklar... eski, büyük ve bir o kadar bunaltıcı bir olmazsa olmaz.

    heykel gibi soğuk, düzgün ve katı bir şehir burası. takım elbiselilerin takım halinde yollarda dolaştığı, otobüslerde asık suratıyla kendi arasında konuşup gülüşen gençleri göz ucuyla süzen bir ihtiyar şehir. her yolun iki büyük caddeye çıkmasıyla küçülen, kale civarındaki gecekonduların ve şehir dışına taşan villaların artmasıyla genişleyen bir tuhaf metropol.

    denizi yok, köprüsü yok. hiçbir şeyi ve hiç kimseyi birbirine tam anlamıyla bağlayamıyor. kendisine tutsak edemiyor insanı.

    martıları yok bu kentin. sakarya caddesi'nde soğuktan yanakları kıpkırmızı bir çocuğun sattığı simitlerden dökülen susamları yemeye çalışan güvercinleri var. şişmanı var, sıskası var ama bu kentin güvercinleri olduğu bakışlarından gün gibi aşikâr.

    yol kenarı tezgâhları var. elli metre ötesindeki büyük binalarda kurulan büyük tezgâhlardan habersiz, iş çıkışı karmaşa ve gürültü arasında bir iki mum satıp belki evinin elektrik faturasını ödemeye çalışan satıcılar. sattıkları kitaplarının birini dahi okuyamamış kitapçılar, okumak için kitap satanlar. gözlerin ötesinde gizli, kimsenin bilmediği büyük acılar. kan, dehşet, ihtiras, kavuşma, aşk, acı... hepsi kızılay'da.

    bıktırıyor artık bu duygular her allah'ın günü! bir ben miyim ankara'nın yalnız ve pasifize sürgünü?

    not: bu yazı 27.01.03 tarihinde http://www.huznukomik.net/ 'te de yayınlanmış olup bana aittir.
  • ankara'lıların sanki bir kompleksleri varmiş gibi sürekli ankara'yı anlatmaları, yere göğe konduramamaları ve en sonunda "yeter ulan, başlatma şimdi ankara'na" dedirtecek kadar işi ileri götürmeleri.
  • 70 yıl önce olmayıp da şu anda var olan herhangi bir kenti sevmeme sebepleriyle aynı olan sebepler bütünü.

    kent kültürünün suniliği,
    zorunluluktan gidilen kent olması (eğitim,memuriyet),
    bürokrasinin hantallılığının kente çökmesi
    vs
hesabın var mı? giriş yap