• adt'nin 2017 de sergilediği oyun için söylenebilecek şey, çok fazla şeyi yapmaya çalışıp hiç birinde çok iyiyi yakalayamamışlar maalesef. belki biraz daha sade, daha az şey yapıp, daha klasik bir oyunla daha iyi yapabilirlerdi sanırım. yine de niye bunları denemişler diye emeklere haksızlık etmek ve yeniliklere kapalı olmak da istemiyorum.

    işin teknik kısmında sahne ve görsellik gerçekten iyiydi. fakat o ses sistemi hiç yakışmadı o sahneye. kulakları rahatsız edecek kadar yükselen sesler ve patlamalar oldukça rahatsız etti. ben balkondan izledim belki ses dağılımındaki dengesizlik daha çok oradan olmuştur bilemiyorum.

    filhakika her seyirciye hitap etmeyen ama yine de gidilebilir oyunlardan birisi olmuş.
  • adt'nin 2017-2018 sezonunda programa yeni kattigi oyunlardan.

    ses/mikrofon olayinda hayal kirikligi yasatti bana. iki yerde muzikten soylenilenleri anlamadim. belki de izledigim promiyer oldugu icin takilmamaliyim bu konuya. belki de cuneyt gokcer'de balkonda oturmanin eksisidir, bilmiyorum. ancak bunlar disinda ba-yıl-dım.
    dans + muzik + dekor + oyunculuk = sezonun bence en guzel oyunu.
    sıkılır mıyım diye korkarak gitmistim aslinda. tam aksine cok keyif aldim. bu sezon muhteşem diva yi cok beğenmiştim. simdiyse begenme listemi anna karenina, muhtesem diva ve ikinci katil diye degistiriyorum.
    oyuncularindan, dekor/kostum/isiga kadar herkesin emegine saglik.
  • dün akşam izlediğim ankara devlet tiyatrosu oyunu. tek kelime ile harika! bugüne kadar izlediğim en iyi ilk beş oyuna kafadan girebilecek denli kaliteli. bahsedildiği gibi ses sistemi yüzünden ortaya çıkan birkaç rahatsız edici detay dışında baştan sona kendisini ilgiyle izleten bir oyun. modern dansla harmanlanmış performansa eşlik eden müzik ve bunları tamamlayan kostüm ve dekor her şeyi kusursuza yaklaştırıyor. metaforların bolluğu sebebiyle sinematik bir dil bile kullandığı söylenebilir. vaktiniz varken ve biletlere aşırı rağbet oluşmamışken gidin, izleyin ve bir tiyatro oyunu izlemenin hazzını yaşayın.
  • hayatımda bir levin oldu, tıpkı levin gibi her şeyi ince ince düşünen, sorgulayan, her şeyin hesabını yapan, asla akışına bırakmayan, adımlarının öncesini sonrasını düşenerek atan biriydi. tıpkı levin gibi, biraz kaba duygu ve düşüncelerini hal ve tavırlarıyla yansıtan, rol yapmayan birilerini kıracağım diye kendini asla yumuşatmayan biriydi. tıpkı av bölümünde olan levin gibi kendini diğerleriyle yarıştırmaktan anın tadını çıkaramazdı. vronski gibilere göre ezik kalırdı, havayla cıvayla işi olmazdı, kendini sevdirmek için ekstra çabalamaz, olduğu gibi sevilmek isterdi, biraz sevimsizdi anlayacağınız.
    kimse kusura bakmasın levin aşık olamayacak kadar hesapçı biri. hatta reddedildiğinde kiti'yi aptal ve akılsız ilan edecek kadar da kendini beğenmiş. oysa anna hiçbir şeyi hesaplamadan kendini zorlu bir hayata sokacak kadar tutkulu biri.
  • kostüm ve dekor tasarımı başarılı olan ankara dt'nin 2017-2018 sezon oyunlarından. dekor için "kocamanlıkta bir hiçlik" benzetmesi geliverdi aklıma oyun sonunda.
    ilk perde heyecan ve keyif verse de ikinci perde sahnelendiği salonun* koltuklarının da rahatsızlığından dolayı* ne zaman bitecek dedirtmiştir.*
    küçük bir tavsiye; rahat bir seyir için e sırasının ortalarını tercih ediniz.

    son olarak baktığımız zaman bir klasik eser bir tutam modernize edilip nasıl iyi oyunlaştırılabilirse o kadar iyi olmuş.
    şevki çepa oyunun parlayan yüzüydü bana göre.
  • kolej yillarinda oda paylastigim bir arkadasim nihat genc’in “ıyi kocalar, korkak asiklar”makesini yollamis, keske okusan da hakkinda konussak demis . nihat genc’ı kendine yakin buluyormus, bense kendisini eksi’nin sol frame’inden baska yerde gormedigimi itiraf edeyim. hicbir kitabini da okumadim. ama bu makalesini okudum.
    makalenin "bu romanlar, kumpaslara ve ihanetlere karşı plansız projesiz ve bir kasıt taşımayan, insan varlığımızı koruyan kalkanlar insan yüreğimiz ve kabuğumuz oldu, cesetlerinden köprü yapıp geçen anibal orduları gibi." kismini okuyunca aklima gecenlerde dinledigim ve cok sevdigim bir hikaye geldi.
    yururken, arabada podcast dinlerim, bu hikaye de "rough translation" da yayinlandi. ve romanlarin gucunu, ozellikle tolstoy’un, anna karanina'nin gucunu bir kez daha gosterdi bana.
    dinlemek isterseniz link'i burada:
    http://www.radiolab.org/…resents-rough-translation/

    hikaye ingilizce, dinleyebilenler benim yazimi okumasin, dinlemek cok daha enteresan cunku, hikayenin kahramani muhammet hikayenin bir kismini anlatiyor da ondan. dinleyemeyenler icin tercume edecegim, (cok iyi olmayabilir) ama mumkunse dinleyin.
    hikayelerin, ozellikle iyi yazilmis kitaplardaki hikayelerin insan yasami uzerindeki etkisini cok guzel anlatan bir hikaye kendisi. hikaye icinde hikaye yani.

    muhammet somaliya; ’da hayatinin en guzel alti ayini yasiyordu, sevdigi isi yapiyor, ve yeni evlendigi karisina dinlemesi icin kaset dolduruyordu. yazdigi bir mektup yuzunden somali hukumeti tarafindan muebbet hapise mahkum oluyor ve tek kisilik bir hucreye atiliyor. hamam bocekleri disinda baska canli gormeyen muhammet sekizinci ayin sonunda yan duvardan bir fisilti duyuyor. hapse atildigi mektubu yazmasina neden olan doktorun da yan hucrede oldugunu boyle anliyor.
    doktor ona duvara vurarak kendi aralarinda yarattiklari bir kodla konusmayi ogretiyor. gunlerce aylarca duvara vurarak konusuyor, birbirlerine fikra hikaye anlatiyorlar. doktor, muhammet tutuklandiktan sonra icine birkac esya ve birkac kitap koydugu cantasi ile hazir bekliyormus her an calacak kapiyi, gelecek polisi. ama hapiste esyalari hatta gozlugu bile ona verilmiyor. muhammet hapiste tek kisilik hucrede giderek delirmekten korkuyor, geceleri karabasan goruyor surekli ve birkac kere uyanip doktorla konusmak istiyor. gece kac kere olursa olsun, saat kacta olursa olsun doktor kalkip onunla konusuyor, onu sakinlestirmeye calisiyor.
    muhammet en cok da karisina kiziyor, onu aramadigi sormadigi icin ona ofkeleniyor. kadincagizin arama sorma imkani olmadigini bilmesine ragmen giderek ici bileniyor ona karsi. karisinin onu bosadigini saniyor, zaten alti aydir evliydiler, zaten karisi cok gencti, zaten kocasi hapse giren siyasi suclulara baski yapiliyordu kocalarini bosamalari icin. muhammet karisinin disarda iyi bir hayat yasadigini, belki tekrar evlendigini dusunerek delirecek gibi oluyor. ama ikinci yilin sonunda doktor iki yildir giydigi giysilerini degistirmek uzere hapisane mudurunun odasina cagriliyor. doktor cantasindan giysilerini alirken kitaplarini goruyor ve mudurden alamiyacagini bildigi halde kitaplarini almak icin izin istiyor. mudur ona bir kitap almasi icin izin veriyor. ve o da kitaplarin en kalini olan anna karanina'yi aliyor, hucreye goturuyor.
    gunlerce aylarca duvardan duvara anna karanina okunacak. kitap ingilizce, 800 sayfa, 350,000 kelime, yaklasik 2 milyon harf, her harf birkac tiklama. (dunyanin en zor okunan kitabu olmali) doktor bilegi ve parmaginin incinmemesi icin elini carsafi ile sariyor ve kitabi okumaya (tiklamaya) basliyor. edebiyat tarihinin en iyi baslangic cumlelerinden biri olan bu cumleyle; "mutlu aileler birbirlerine benzerler. her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır."
    hikayenin burasindan sonrasi anna karanina'nin muhammet'in ustundeki etkisi hakkinda. muhammet’in kont’s olan nefreti anna guzel siyah kadife elbisesiyle baloya gidip onunla dans ettiginde baslar, cunku askerdir ve uniforma giyiyordur. muhammet de askeri bir hapisanededir.
    hikaye malum, anna kont vronsky'e asik olur, kocasini aldatir, asigindan hamile kalir. buraya kadari o zamanlar soylular arasinda olagan isler, ama anna sonra hic yapilmamisi yapar ve sevmeden evlendigi kocasini ve kucuk cocugunu birakir ve asigiyla yasamaya baslar. anna tabii ki toplumdan afaroz edilir, kont vronsky erkek oldugu icin yasamina hicbir sey olmamis gibi devam eder, davetlere balolara gider anna'siz. anna sevdigi adam onu sevseydi onu onu bu durumdan kurtarmaya ugrasirdi diye dusunur ve cok uzulur. muhammet'de karisi icin ayni seyi dusundugunden kendini anna'da gorur. anna toplumun baskisi yuzunden yanliz ve acilar icinde kivranirken muhammet de hapiste yanliz ve acilar icindedir. anna'nin cektigi kiskanclik acilarinin aynisini muhammet hucresinde ceker. bu acilarla aklini kaybedecegini dusunen muhammet kendini 1800 lerde yazilmis kitabin kadin kahramaninda iste boyle bulur.

    romanin 750 inci sayfasina gelindiginde anna kont vronsky'le moskovada yasamaya baslamistir. hava sicaktir, vronski annesini ziyarete gitmiştir. anna kont'un annesinden nefret eder onu genc bir kadinla evlendirmeye calistigini biliyordur. anna bir yandan onsuz vronskinin hayatinin kolaylasacagini dusunur, bir yandan da kont'un da onun kadar aci cekmesini ister. ve olaylar gelisir: "birden, wronsky'i ilk tanıdığı gün trenin altında kalıp ezilen adamı hatırladı. ne yapması gerektiğini anlamıştı artık. raylara götüren merdiveni koşar gibi indi. trenin geçeceği yerin yakınında durdu. vagonların alt kısımlarına, zincir ve vidalara baktı. ön ve arka tekerleklerin arasını tasarlamaya ve tam önünden geçeceği zamanı anlamaya çalıştı. trenin gölgesine ve kararmış traverslere bakarak,"'evet tam ortasına atılacağım. hem kendimden hem başkalarından kaçmış olacağım. ona cezasını vereceğim" diye düşündü. "

    muhammet tiklamalari dinlerken anna'nin intihar edecegini anlar, aglamaya baslar, ama gozyaslari sadece kendisi icin degildir, bu sefer karisi icin aglar. onun da kim bilir ne kadar aci cekmis olabilecegini dusunur ilk defa. ayriliklarinin ikinci yilinda kendini ilk kez karisinin yerine koyar onun icin cok uzulur. ıyi bir es olabilmis miydim ona diye sorar kendine. o mektubu yazdigi ve esini de bu duruma mahkum ettigi icin ilk defa kendini suclar. evet kendisi hapisteydi ama disarida da karisi kim bilir neler cekiyordu. ılk defa kendine acimak yerine karisina acir. ve boylece kendini cok daha iyi hisseder.

    tolstoy’un sihiridir bu olay deniliyor. kendisini herkesin yerine koymus gibi yazar. tolstoy olaylara degisik acilardan da bakmamizi saglar. kitaptaki karekterler de surekli bir birlerini tartarlar ve birbirlerine daha iyi anlamaya calisirlar.

    hikaye iyice uzadi. ama dahasi da var yorulmadiysaniz. muhammet somaliya'da siyasi ruzgarlar degisince sekiz yil sonra hapisten cikar. ıc savas eskiden yasadigi sehiri yerle bir etmistir. karisi calistigi bankanin muduru tarafindan muhammedi bosamasi icin baskiya ugramistir ama kadin bosanmamistir. o zaman mudur de kadini baska bir sehire surmustur. muhammet ciktiginda karisi almanyada gocmen kampinda yasamaktadir. oraya yakin baska bir ulkede bulusmalari icin on ay daha gecmesi gerekir.

    muhammet karisini gorur gormez tanir, karisi ona kosar, kucaklamak icin kollarini acar ama muhammet ona elini uzatir sikmasi icin. ona tam o anda ne oldugunu anlayabilmek icin muhammet tekrar kitaba doner ve kendini bu sefer `konstantin (kostya) dmitrich levin`'e benzetir.
    o anda levin'in butun kitap boyunca yaptigi gibi kendinden supheye duser cunku. orada yillarca kavusmayi bekledigi karisinin karsisinda ruhsuz, duygusuz kalir. ama kitabin sonundaki levin gibi o da herseyin mukemmel olamayacagini bilahare anlar ve elindekilerle mutlu olmasi gerektigine karar verir. hapisteyken yasamadigini anlar ve yasama kaldigi yerden devam edebilmesi icin her seyi tekrar ogrenmesi gerektigine karar verir. ve oyle yapar. tekrardan sevmeyi ogrenmesinin zaman alacagini, karisinin sekiz sene tek basina yasayan bir insanla tekrar beraber olabilmesi, yasayabilmesi, anlasabilmesi icin cok caba sarf etmesi gerektigini anlar. ve bunu bilmek onun karisiyla tekrar beraber yasamaya alismalarina birbirlerine tekrar asik olmalarina yardim eder. bunu da dunyasini zenginlestirdigi icin tolstoy'a borclu olgunu soyler.

    bu hikayeyi cevirirken internette anna karanina icin ne yazilmis diye bir ara baktim. bir suru makale var, yazanlarin hemen hepsi de erkek. acaba kadinlar anna icin ne dusunuyor diye sordum kendime. madam bovary’ı, kiz kardesim carrie’yi, anna karenina’yi cok genc yasta lise yillarinda okudum. onlarin dunyasi benimkinden cok uzakti ve benim aklimda kendi hayatimin paralelindeki tek olgu, anna’nin cocugunu arkasinda birakmak zorunda kalisi, ve cocugunu gorebilmek icin yaptiklarii ve kocasinin kati davranislari kalmis.
    daha sonralari yasim gectikce kendilerine cizilen yolda yurumek istemeyen her kadin kendini oldurmek zorundadir felsefesini kakalamak isteyen avrupali yazarlara dis biledigimi hatirliyorum. cok genc yasta bile kont vroski’nin ise yaramaz biri oldugunu hemen anlamis ve sirf asik oldugu icin colugunu cocugunu birakan anna’ya kizmistim. ask dedigin seyin insanin basina bela acmaktan baska ise yaramadigini gormek icin anna karaninayi okumak gerekmiyordu ben buyurken. ınsanin etrafina bakmasi ve gormesi yetiyordu. ask icin kendini oradan oraya atan kadin varsa etrafimizda sonu zaten iyi olmuyordu. onlar ask mask derken, erkekler doktor muhendis oluyor hayata atiliyor para kazaniyor ve sonra kendilerine askla bagli kadinlari sepetliyorlardi. o zaman en iyisi okumak, onlar gibi doktor muhendis olmak ask kapanina dusmemekti. nihat beyin bahsettigi “kadinin icinden patlaya patlaya fiskiran akil mantik gelenek ve iradeyle durdulamayan volkan” olayi kagit uzerinde hos durmakla birlikte bizler icin luksten baska bir sey degildi.
    gene de tolstoy’lara flaubert’lere, dresier’lere uzun yaz tatillerinin sikici gunlerini ve gecelerini doldurlari ve baska dunyalari bize acip aydinlattiklari icin buradan tesekkur edelim…
  • giris cumlesiyle gonullere taht kuran bir tolstoy klasigi.

    "all happy families are alike; each unhappy family is unhappy in its own way."

    bu giris cumlesi, romanin ana temasi gibi de dusunulebilir. cunku olay orgusunun ve okuyucuya aktarilan dusuncelerin cok yonlulugune ragmen "oz- mutluluk" kavramini sorgulatan bir romandir anna karenina. okuyucu bir yandan mutlu olmak kavramini sorgularken; bir yandan da donemin sorunlari, ve donusmekte olan rusyasisina taniklik eder. roman benim icin yer yer akiciligini kaybetse de; genel olarak okurken cok zevk aldim. benim acimdan bir karamazov kardesler olmasa da; etkilendigim bir cok bolum var. tolstoy'un betimleme yetenegi zaten tartismaya acik degil. altini cizdigim yerlerden bir iki guzelleme:
    ** levin ve kiti patendeyken;
    "he* stepped down, trying not to look long at her*, as if she were the sun, yet he saw her, like the sun, even without looking."

    ** mutsuzlugun dibine vurmus anna; tren garina giderken,etraftaki insanlarin da mutsuz oldugunu varsayarak *;
    “no, you’re going in vain,” she mentally addressed a company in a coach-and-four who were evidently going out of town for some merriment. “and the dog you’re taking with you won’t help you. you won’t get away from yourselves.”

    yuru be tolstoy..

    bir de romanin 2012 yilinda joe wright tarafindan beyaz perdeye tasinan ozgun uyarlamasi hakkinda iki cift kelam edeyim;
    filmin hibrit bir yapisi var. yani; hem biraz muzikal, hem de biraz tiyatro unsuru sinemayla birbirine ulanmis. sahneler arasi gecisler, sahne dekorlari; cok yerinde dusunulmus. her biri ayri ayri sahaneydi bana kalirsa. diger bir yandan; kitabi okumamis, anna karenina'yi bir ask /ihanet romani duzeyine indirgeyen bunyeler tarafindan filmin begenilmemesini normal karsiliyorum. cunku joe wright'in amaci sevgilinizle izleyebileceginiz romantik bir film yapmak degildi. ve 2012 yapimi anna karenina size bunu veremeyecek.

    ps: joe wright anna karenina'sinin en zayif buldugum noktasi ne yazik ki casting.
    keira knightley hanim kizimizin donem filmlerine yakisan bir oyuncu oldugunu dusunen biri olsam da; kendisinde caanim vronsky'i hatta levin'i tek bakisiyla bastan cikarabilecek bir kadin* isigi olmadigini dusunuyorum. hele o tahta gogusler ve aci cekerken nedense dislerini gostermeyi tercih ettigi garip mimiklere girmiyciiim.
  • kitaptaki morfin bağımlısı sosyetik asalaklardan biri. aşka ve bu yoldaki tutkuya dair tek bir güzelleme varsa bu kitapta, o da levin' in ot yığınları üzerindeyken önünden geçen, yeni evli köylü iki gence dair izlenimindedir. buna katılır veya katılmaz o ayrı ancak, bunun dışında anna karakteri için tutkulu aşık tanımlamasını yapan bir okur görürseniz, şüphesiz kendisi stiva' nın önde gidenidir.
  • ankara devlet tiyatrosunda izleme fırsatı bulduğum oyun. her şey mükemmel de tek sorun ses kayıdı ile oynanması ve sesin çok yüksek olması. en son kısımda bi şiir vardı. sadece ilk cümlesini anlayabildik. o kadar yüksek ki anlaşılmıyordu.

    bunun yanında dekor danslar sahne ve tabi ki oyunculuklar mükemmeldi.
hesabın var mı? giriş yap