1954 entry daha
  • sessizlik ağacında huzur meyveleri yetişir.

    arthur schopenhauer
  • if you come across any special trait of meanness or stupidity ... you must be careful not to let it annoy or distress you, but to look upon it merely as an addition to your knowledge-a new fact to be considered in studying the character of humanity. your attitude towards it will be that of the mineralogist who stumbles upon a very characteristic specimen of a mineral.

    -arthur schopenhauer

    böyle buyurdu berduş.

    schopenhauer okuduğumdan mı kötümser oldum yoksa kötümser olduğum için mi schopenhauer okumaya başladım artık çizgi bende kayboldu.

    her neyse özetle abimiz şöyle diyor.

    (doğada) zalimliğin veya ahmaklığın belirli bir türüne denk gelirsen eğer…bunun senin canını sıkmamasına ya da seni strese sokmamasına dikkat et…onun yerine sadece bunu insanlığın karakterini anlama/araştıma çabalarında yeni bir veri olarak dikkate alacağın ve bilgi hazinene ekleyeceğin bir durum olarak değerlendir.

    buna karşı tavrın, çok tipik bir mineral örneğine rastlayan bir mineralogunki gibi olmalı.”

    arthur abim tabii 2024 türkiye'sinde ak parti iktidarında 22 senesi sikip atılmış bir birey olarak yaşamadığı ve kendini bir şekilde toplumdan izole etmeyi başarabildiği için her gün mezalimin ve aptallığın elli tonuyla karşılaşmak durumunda olmadığından böyle işkembeden sallayabiliyor. gel de burada konuş oturduğun yerden vik vik ötmek kolay.

    mineralog ne demek onu da bilmiyorum. ama kendi kendime bir filozof gibi ulan doğru söylüyor herif aslında böyle yapmak lazım ne bok yemeye her şeyi kendi kendine dert ediyorsun? diye kendi kendime düşünürken bir yandan da kahvemi yudumlarım bu konuda tefekkür ederim (bkz: contemplate) diyerek balkona çıktım.

    misal böyle bir durumla bir acımasızlıkla veya salaklıkla karşılaştığımda bir adım geriye çekilip insanoğlunun benzersizliği konusunda bir veriyi daha bilgi dağarcığıma atıp heybeyi doldurup yola devam ederim bundan sonra diye düşünmeye başladım. zalimlik veya ahmaklık karşıma çıktığımda yeni bir tür fosil bulmuş bir antropolog gibi davranırım veya yep yeni bir jeolojik oluşum keşfetmiş celal şengör gibi “bu muhteşem bir şey fatih” deyip yola devam ederim diye içimden geçirmeye başladım.

    düşünsene markete gidiyorsun bir paket sigara veya bir şişe su alıp çıkacaksın. o arada ufak bir orduyu doyuracak şekilde alışveriş arabasını ağzına kadar tıka basa doldurmuş sığırın biri aradan girip önüne geçiyor. o anda aklımıza hemen schopenhauer gelecek. şöyle diyeceğiz işte teritoryal davranış sergileyen homo habilis'in mükemmel bir örneği. görsel

    ya da sosyal medyada geziniyoruz, bir postun altına gelen ve eğitim sistemine ve geleceğe dair tüm inançlarımızı kaybettiren yorumlara denk geldik. ne yapıyoruz hayal kırıklığına uğramak ve enseyi karartmak yerine “vaov işte dunning- kruger etkisinin doğada zirve yapmış hali” şunların türkçe'yi katletme ve en basit gramer bilgisinden dahi yoksun olma hallerine bak, ürkütücü derecede güzel değil mi? cappuuucccinoo… filan deyip yolumuza devam ediyoruz.

    gördüğümüz her idiotu kayıt altına almaya not etmeye de gerek yok. negatif olup kendimizi aşağıya çekmek yerine bakış açımızı değiştiriyoruz “bu da hayatını yaşamamın böyle bir türü demek ki…allah'a çok şükür ki ben böyle yaşamıyorum” deyip yolumuza devam ediyoruz.

    yapabilir miyiz yapabiliriz yapabilir miyim yapabilirim diye bu düşünceleri aklımdan geçirip tefekkür ederken ve içselleştirmeye çalışırken “tamam oldu bu iş, süper” filan derken bir yandan da balkonda espresso lungomu yudumluyorum. o arada gözüme çaprazdaki apartmanın pervazına çıkmış götünün yarısı dışarıda yarısı içeride şıpıdık pembe terlikli cam silmeye çalışan gündelikçi olduğu ilk izlenimini veren bir abla çarptı. sene olmuş 2024 . 27 mayıs 2024 to be exact. ve tarihe not düşmek bakımından.

    amına koduğumun şu ülkesinde ben ağız tadıyla küfretmeden ki dikkat ettiyseniz şu dakikaya kadar ağzımı bozmadan gayet güzel de konuşuyordum, efendime söyleyeyim espresso lungomu yudumlayıp tefekkür edemeyeceksem (bkz: contemplate again) okuduğum bir şeyleri içselleştirme deneyimimi bir köy geleneği bir avamlık sekteye uğratmada. yaşayamayacaksam skeyim yapacağınız temizliği de camınızı da amınızı da gödünüzü de çok afedersiniz. baba … kardeş…2024'te yaşıyoruz. pencerenin pervazına çıkıp cam silmek nedir ablacım? terminal velocity denen bir kavramdan omurilik felcinden haberin var mı senin? saçma sapan riskli hareketler yapınca efendin daha mı çok ödüllendiriyor gündeliğine zam mı yapıyorlar hayatını tehlikeye atıp camı çok iyi parlattığın için. bağırıp gir içeri abla deli mi sikti diye uyaracam fakat bağırıp uyarsam panikle düşer sebebi ben olurum diye düşünüyorum. kahveyi zehir ettiler orospu çocukları. gördüğüm zalimliklere ve ahmaklıklara bundan sonra sinirlenmeyecem, uefa gözlemcisi gibi tarafsız yaklaşacağım, stres yapmayacağım rahatsız da olmayacağım her ahmaklığı fine bir spesimen gibi not edip yoluma devam edeceğim diye kendi kendimi telkin ederken bir anda sinirden kendimi skecek vaziyete gelmem de işte ironi değilse nedir mına koim.

    coğrafya kaderdir lafını ben coğrafya kederdir diye düzeltiyorum.

    hacı şimdi ben bu filozofların hayatını fark etmişsinizdir biraz okuyup araştıran bir insanım. şöyle bir durum fark ettim. bu eski filozofların sanatçıların böyle para babası asilzade medici filan gibi bir takım zengin sponsorları oluyor. şatolarda malikanelerde filan yaşıyorlar bunlar. hepsi değil tabii. ama ya ekseriyeti böyle bana kalırsa. ya göttingen üniversitesinden bir kürsü filan veriyorlar gel kafana göre çalış diyorlar, ya zengin bir eş/ kayınbaba oluyor bunlara mülk uşak köle filan tahsis ediliyor. ya reşit olduklarında babalarından filan yüklü bir miras atıyorum bir fruko tamek fabrikası (kıps ;) a.m. celal şengör senin cahilliğin benim hayatımı etkiliyor (bkz everton teknik direktörünün 2010 yılında tim cahill'e antrenmanda sarf ettiği cümle)) filan kalıyor. neyse nereye bağlayacaktım konuyu. ha yani bu filozoflar yeşil sazlıklar arasında, sülünler tavus kuşları arasında ama zevk sahibi bir kral, ama felsefeye düşkün bir imparator ama sanata gönül vermiş bir tacir atıyorum venedik taciri filan bir wealthy patron olmadan bu değirmenin suyu nereden geliyor buğdayı nereden geliyor? hayat gailesi içindeki birinin filozof olması mümkün değil ressam olayım desen bugün yağlı boyanın tenekesinin fiyatı olmuş anasının nikahı. plato'nun akademisine bakıyorsun yunan'ın zenginleri finanse etmiş, tarihte sanatın ve felsefenin arkasında hep bir patronaj var. rönesansa bakıyorsun medici ailesi olmasaydı leonardo da vinci juventus altyapısında top koşturuyordu belki de. goethe bakıyorsun aileden zengin. çok fazla göt kelimesi kullandığım için özür dilerim ama bunların yarısı felsefeyle ilgiliydi ya da dörtte bir diyelim garanti olsun.

    sonuç olarak ne diyorsun diyorsanız? hiçbir şey demiyorum. demek de zorunda değilim. felsefe öyle bir şey değil sevgili dostlar (bkz: ayhan sicimoğlu) hayatımda iki şey istemişimdir biri romalılar diye senatoda romalılara hitap eden bir konuşma yapmak ikincisi de ayhan sicimoğlu gibi siki taşşağına denk götü trompet çalıyor şekilde dünyayı dolaşıp yiyip içip sıçmak. (bkz: hastasıyız dede)

    yani esenyurt'ta delta dubai comfort waterpark sitesinde 1+1 evde düzeltiyorum yaşam alanında oturup felsefe yapamazsın.

    bu schopenhauer gibi adamların tuzu kuru, enseleri kalın, altı kuru keyfi yerinde (bkz: ode to joy) de estetikle, etikle, fenomenolojiyle epistemolojiyle şununla bununla uğraşıyorlar. makyol-kalyon- cengiz ortak girişim grubu bana sponsor olsa ben de sistine chapel'in tavanının boya badana alçıpan işlerinin alt taşeronluğunu yaparım yani.

    neyse biz schopenhauer'e geri dönecek olursak;

    şöyle der schopenhauer kısaca şopar diyeceğim kendisine from now on:

    dünyayı bir rüya gibi düşünün. renkleri, sesleri ve duyguları deneyimleriz, ancak schopenhauer bunun ardında daha derin bir gerçekliğin olduğunu düşünüyordu. bu derin güce "istek" adını verdi. buna “irade” de diyebiliriz. istenç de diyebiliriz ama o zaman kimse anlamaz. (bkz: istenç ve tasarım olarak dünya) veya özgün ismiyle (bkz: die welt als wille und vorstellung)

    istek (istenç) sürekli ister de ister, ister ister ister: arzu. schopenhauer'e göre, bu istek, bizi insanlar da dahil olmak üzere evrendeki her şeyi harekete geçiren sürekli, huzursuz bir arzu. sorun ne? asla tatmin olmaz, bu da acıya yol açar. every marriage consists of three rings: the engagement ring, the wedding ring and the "suffer"-ring. sufferings yani acı.

    peki şopar ne öneriyor?

    freed from desire, mind and senses purified
    freed from desire, mind and senses purified
    freed from desire, mind and senses purified
    freed from desire
    na-na-na-na-na, na-na, na-na-na, na-na-na'yı mı? evet ama hayır da.

    sanatı öneriyor.

    çünkü sanat tatlı bir kaçıştır. schopenhauer, sanatın bu arzu döngüsünden geçici bir mola sunduğuna inanıyordu.

    arzu(desire): sürekli bir şeyler istemeye, deneyimlere veya durumlara sahip olma arzusuyla hareket ederiz. bu özlem, bir eksiklik ve tatminsizlik halidir.

    kısa süreli tatmin (fulfillment ama briefly): eğer arzularımıza kavuşursak, geçici bir süreliğine tatmin oluruz.

    can sıkıntısı veya tatminsizlik(boredom or dissatisfaction): ancak, bu haz geçicidir. istediğimizi elde ettiğimizde cazibesini kaybeder ve can sıkıntısı başlar. ya da arzuya ulaşmak beklediğimiz tatmini getirmeyebilir, bu da hayal kırıklığına yol açar.

    yeni arzular(new desires) her iki durumda da can sıkıntısı veya tatminsizlik, yeni arzuların ortaya çıkması için zemin hazırlar. döngü yeniden başlar.

    david guetta ne demiş? push me. and then just touch me. till i can get my. satisfaction.

    arzularımızın esiri olmak, arzum mutfak robotu olmak yerine güzel şeylere bakmak, özellikle müzik dinlemek, bir süreliğine arzularımızı unutmamıza yardımcı olabilirdi. o dönemde şampiyonlar ligi olsaydı belki onu da önerirdi.

    daha az sefil olma yöntemleri: (less miserable, les miserables) schopenhauer insanlığa mutlu bir son sunmadı, ancak acıyı en aza indirmenin yollarını önerdi. başkalarına yardım etmenin, sade yaşamanın ve hatta biraz can sıkıntısının bile isteği, arzuyu biraz olsun susturmamıza yardımcı olabileceğini düşünüyordu.

    don't shoot he messenger yani elçiye zeval olmaz diyerekten şoparın kadınlar hakkında bugün pek de hoş karşılanmayacak “misogynistic “görüşlerine de yer verecek olursak.

    "daha düşük zekâya sahip”: schopenhauer, kadınların erkeklerden daha az zeki olduklarına ve sanat veya bilimde büyük başarılar elde edemeyeceklerine inanıyordu.

    “çocuksu tabiat: “ kadınların daha duygusal olduklarını düşünüyor ve olgun yetişkinlerden ziyade çocuklara yakın olarak görüyordu.

    “toplumdaki rolü bakımından” : ona göre kadınlar, çocuk yetiştirmek ve kocalarını mutlu etmek gibi ev içi işler için daha uygundular.

    yukarıda değindiğim "istek" ile bağlantılı olarak: schopenhauer'un felsefesinde "istek" “the will” konsepti çok önemli, istek/ istenç/ arzu her şeyi yöneten kör bir güç. kadınların bu istek tarafından daha fazla yönetildiğini ve akıl yoluyla onu aşmalarının daha zor olduğunu düşünüyordu.

    philister kavramı: schopenhauer, kadınlar hakkında bazı olumsuz görüşlere sahipti ve onları "philister" olarak adlandırıyordu. philister, sadece pratik meselelerle, sosyal geleneklerle ve anlık zevklerle ilgilenen kişidir. philisterlar dünyanın daha derin bir anlayışına sahip değildirler ve yüzeyselliğin ötesine geçen bilgi veya hakikati aramakla ilgilenmezler.

    schopenhauer, kadınların öz itibariyle erkeklerden daha fazla philister olduklarına inanıyordu. kadınların daha çok sosyal hayat, dış görünüş ve üreme ile ilgilendiğini ve dünyanın daha derin bir anlayışına yol açan entelektüel ve sanatsal uğraşları erkekler kadar yapabileceklerine inanmıyordu.

    schopenhauer ne kuşağıydı boomer mıydı x kuşağı mıydı bilemiyorum tabii ama bugün yaşasa bu pek de progresif olmayan görüşlerle kadıköy'de rahat gezemeyeceğini cancel culture tarafından linçleneceğini tahmin etmek için de nostradamus olmaya gerek yok.

    öteki taraftan friedrich nietzsche de schopenhauer'ın etkisi altında kalmıştır.

    leipzig üniversitesinde öğrenim görürken nietzsche bir antikacı dükkanında schopenhauer'un '' die welt als wille und vorstellung'' isimli eserini görür ve bir nüshasını satın almaya karar verir. daha sonra kendi ağzından o anı şöyle anlatır: ''bilmem hangi ifrit fısıldamıştı kulağıma: al bu kitabı, eve götür.''

    nietzsche, 'dinamik ve kasvetli dâhi'' olarak tanımladığı schopenhauer'un, kendi zihni üzerinde çalışmasına izin verdiğini ifade etmiştir.

    nietzsche daha sonra schopenhauer'un kendisi üzerindeki etkisini anlatmak amacıyla ''schopenhauer als erzieher'' (eğitimci olarak schopenhauer) isimli eserini kaleme alır ve schopenhauer'i adeta yarı tanrı mertebesine yükselterek onurlandırır.

    nietzsche'nin de böyle buyurdu zerdüşt (thus spoke zarathustra) kitabında kadınlara mı gidiyorsun kırbacını unutma ! gibi bir ifade kullandığını görüyoruz.

    böyle bakınca da 21. yüzyıl filozoflarından ibrahim tatlıses'in hayat acı çekmekten ibarettir felsefesi ve kadınlara şiddeti meşrulaştıran yaklaşımlarıyla bu filozofların etkisinde kaldığını söyleyebiliriz. urfa'da oxford olsaydı felsefe kürsüsünün başına belki de o geçerdi kim bilir?

    schopenhauer mutlu sonlara inanmıyordu.

    belki de 1800'lü yıllarda koskoca kutsal roma imparatorluğu'nda frankfurt'ta bir tane thai masajı salonu olmadığı için.

    21 eylül 1860 tarihinde frankfurt'ta, o 16 numaralı güzel görünümlü apartman dairesinde koltuğunda dışarıya bakarken öldü. 26 eylül günü de frankfurt şehir mezarlığında ikindi namazını müteakip toprağa verildi.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap