• birbirlerine karşı besleyenlerin asla eşit miktarda sahip olmadığı, dünyalar kurabildiği kadar dünyalar yıkabilen, bir canlıya insan vasfı katabildiği kadar bir insandan insan vasfına kadar alıp götürebilen, eksik olsa durulmaz, fazla olsa yaşatmaz bir duygudur.
  • aşk uykuya benzer. beklemekle gelmez, gelince karşı koyamazsın. erken uyanırsan mutsuz olursun, çok uyursan tadı kaçar.
  • sevginin türlerine ilişkin ilk psikiyatri dalında çalışma sigmund freud tarafından yapılmıştır. freud, sevginin her türlüsünün kaynağının cinsellik olduğunu öne sürer. bu görüşüyle çok büyük eleştirilere maruz kalsa da, biyolojik olarak sevginin, hormonlar ya da kimyasallar bakımından cinsellikten başka bir kaynağı yoktur. freud'a göre sevginin bütün diğer türleri (aile sevgisi, tanrı sevgisi) uygarlıkla gelişen yüceltmelerin sonucudur ve cinsellikten türemiştir. bu konuda özellikle yerli kültlerindeki totem-tabu anlayışı üzerinde durarak inceleme yapar.
  • "herkesin başkasını konuştuğu
    bu aynalar pazarında
    seni kimselere
    söylemeden öleceğim." (şükrü erbaş)

    bana bu dizeleri anımsatır.
  • benim için her zaman mantıkla kalbin birleştiği noktada oluşan bir şeydir.
    bir insanla ilgili ilk önce genel bir fikir oluşur kafanda, onun eğitimi, sosyo-ekonomik durumu, sevdiği şeyler, genel tarzı, fiziksel özellikleri, konuşması, oturması, kalkması, zekası, kendini ifade etme şekli, benim tercihlerime, aklımdaki ideal partnere ne kadar yakın olduğu ile alakalı. durduk yere mantıksızca, sebepsizce aşık olunmuyor kimseye. aklına yatan, kişisel beğenilerine uyan kişiye aşık olursun. aksini söyleyen yalancıdır.
  • bir gaspar noe filmi
  • ulus baker'in bir çift sözü var

    artık nasıl aşık olunur?

    küçük, şiirsel sevdalanma hikayelerinin tanıdık temalarından biri bize birbirine aşık "olamamış" bir çiftin "aşk hikayesini" anlatır. hep bir "önce" ve "sonra" ayrışması içinde kurulan bu öyküleri incelerken berdiaeff, özellikle çehov öykülerine uygulanabilecek özgün bir model geliştirir: önce erkek (ya da kadın), alışıldık biçimiyle bir kadına (ya da bir erkeğe) aşık olur, ama ona yönelik sevdası, hiç kuşkusuz, karşılık görmeyecektir. hikayenin (hele yeterince uzunsa) olaylar örgüsü içinde bu aşkın sönüşüne tanık oluruz ardından. küllenmeye yüz tuttuğunda aşk bu kez, karşıdakinde ortaya çıkacaktır. ama artık çok geçtir. topyekun ele alındığında aşkın bu modeli bizi, rus taşra yaşantısına özgü o pervasız, ama küçük kirli sırlarla, iç dökmelerle alabildiğine yüklü, stepler üzerinde kesif katmanlar ve dumanlar halinde yayılan atmosferin içinde bir "yapı"nın varlığına götürecektir. bu yapı, berdiaeff'in altını çizdiği gibi, "öncesi ile sonrası" temasıyla yerine tespit edilmiş, "çok geç kalmış" bir cevabın, zamanın anlarının çizgisel dizilişi içinde bir "gecikme"nin, daha doğrusu bir "aynı anda olmayış"ın hesabına geçirilmiştir. ilk sevdalananın küçük öc çığlıklarına sessizliğin içinde kulak verebilir, ya da kayıtsızlığın, dumura uğramanın, şehvetin çöküşünün (bir dostoyevski olsaydı orada mutlaka "ceza" ile "suçluluk"tan bahsedecekti) çatırtılarını duyabiliriz orada. ancak berdiaeff'in "modeli" bana üç noktada belli bir eksiklikle, yetersizlikle sakatlanmış görünüyor: her şeyden önce, "önceki" aşk ile "sonraki aşk"ın acaba aynı düzene göre işlediklerini söyleyebilir miyiz? birincisinin karamsar ufku ve katı cevapsızlığı ikincinin karşılaşacağı cevapsızlıkla, yani unutulup bir tarafa konulmakla özdeşleştirilebilir mi? kesin olarak söylemek gerekirse, acaba aynı aşktan mı bahsediyoruz ve daha da önemlisi, aşkın tek bir "model"ini oluşturmak mümkün olabilir mi? berdiaeff'in modelinin yetersiz kaldığı ikinci nokta, bir çehov öyküsünün "tek bir hamlede", bir roman bile değil, bir öykünün dar kalınlığında anlattığını "öncesi" ile "sonrası" arasında bir bölmeye tabi tutacak bir israfa boyun eğmesidir: anlatılan bir "gecikme"nin öyküsü, katı "aşk blokları"nın karşı karşıya geldikleri ve "zorunlu bir cezayla' uğurlandıkları bir "yanlışlıklar komedyası" değil de "aşkın bulaşması"nın öyküsü olmasın! üçüncü ve bence esas önemli olan yetersizlik ise, bu "bulaşma'nın imkanını ve sonuçlarını taşıyabilecek bir düzlemin, aşkın oluşturduğu bir düzlemin betimlenmesiyle ortaya çıkabilir: belki de bu çehov öykülerinin bize anlattığı, "aşkın hedefine varmasının imkansızlığı" değil mi? berdiaeff'in "model"inin, ortaya attığı soruna sağladığı cevabın "tıkır tıkır" işliyor olmasından hemen şüphelenmeliydik zaten. bu öyküler, yanlış zaman ve yerde karşılaşmalarından, vurdumduymazlıklarından ya da "kaderin cilvesi" demeyi adet edindiğimiz esrarengiz bir durumdan dolayı "bir araya gelememiş" iki kişiyi mi sunuyorlar, yoksa bizzat aşkın kendisinin, yapısı ve doğası gereği, bir araya gelmiş iki kişiyi de kapsayıp içeren tek bir hareket içinde, karşılaşmanın zaman ve mekanından tümüyle bağımsız olarak, bir tür "imkansızlık" görünümü içerdiğini mi anlatıyorlar? belki de bu öyküler "başarısız" değil, pekala "başarılı" aşkları anlatıyorlar bize. belki de aşkın ulaşacağı bir "amaç" ya da "hedef'ten bahsetmenin hafifliğini (ya da ağır yükünü) elinin tersiyle bir tarafa itmenin öyküsü bunlar. böylece, "zaman aşımına uğramış" bir aşk ile "çok geç kalmış bir aşk"ın, tanınma ve kabul edilme türünden hegelci belirlenimlerle sunulmadığı bir russtep havasını soluyoruz. orada artık "iki model", ya da ötekiler arasında "herhangi bir model" değil, aşkın mümkün tek modeli bulunuyor. imkansızlık temasıyla sunulan bu model, herhangi bir aujhebung'u çağrıştırmaz -aşık olan ilk kişinin herhangi bir "yüceltme"nin ekranı haline gelmesi hiç de zorunlu değildir. proust, hiç de "yüceltme" görünümü altında değil, bir "kayıp gitme", "bir aşksız kalakalma' anı olarak odette'in bakışlarından, şu kapkara deliklerin hayalinden sıyrılıverir. böylece "imkansız aşk", aşkın mümkün tek tarzı olarak çıkıyor karşımıza
  • mantıktan asla bağımzsız değildir
  • görme bozukluğudur. evlilik de tedavisidir.
  • su akmayan dereden, su akmasını beklemek kadar zorludur.
hesabın var mı? giriş yap