• bir gün bir kemalist görmedim ki çıkıp "bakın burada kemalizm eleştirilmiş, eleştiri de gayet yerinde, bunun üzerinde verimli bir tartışma zemini olabilir" desin. eleştirdiğin an otomatikman "atatürk düşmanı" oluveriyorsun zaten.

    ha diyebilirsiniz ki "islamcısından milliyetçisine, sosyalistinden sağcısına hangi ideolojik grup eleştiriye karşı layıkıyla sağlıklı tepki veriyor ki?", orada haklısınız. ama mhp bile kemalistlerle karşılaştırıldığında artık eleştiriye daha tahammülü gözüküyor.

    akıl tutulması anlarında 'de facto' ya da 'de jure' sorumluluk sahibi olanlardan çok durumdan kendisine vazife çıkartandan korkacaksın. büyükanıt korkusuyla, belki onun bile umursamayacağı bir konuşmadan dolayı üniversiteden atılmış bir profesör. e hani fransa'ya ders veriyorduk iki gün önce "bunlar senin işin değil" diye.

    bir de utanmadan imlâ - noktalama bilmeyen sözlükteki bazı dangalaklar "sen git de önce şunu öğren" diye profesöre ders veriyor.

    edit: 7 yıl sonra. zaman beni haklı değil haksız çıkardı. yayla fare doğurdu. bugünden baktığımda gördüğüm bu.
  • profesor.
    elbette boyle aforizma osurur gibi "kemalizm gericidir" diyerek kacmak olmaz, iddiani desteklersin. ote yandan anladigim kadariyla bu adam uzun zamandir libertaryen takiliyormus, yani taniyanlar bir tutarsizlik yok diyorlar. boyle mansetlik bir laf edersen de sadece mansetlik kismi duyulur tabii, onceden yazilarin,makalelerin varsa kimse sallamaz. velhasil, bu en kotu haliyle yaziyi kotu yazi yapar, o kadar. soyleyeni de en kotu haliyle sansasyonel reyting avcisi yapar. gorevden alinmak falan ne oluyor peki? savciliga verilmek ne oluyor?

    soyle oluyor: ilkin burada guilt by association prensibiyle calisan bir zihniyet var. durust, namuslu, arastirmaci gazeteci emin colasanimizin mukemmel mantigiyla, "bu adam ab'den para almis, ne icin aldigi umrumda degil arastirip yazmam, para almissa kesin bu lafi etmek icin almistir, bunu da dincilerin kampindan etmis, demek ki hepsi ataturke karsi bir komplo"

    simdi ben bir agnostigim (bkz: agnostik). ataturk hakkinda da elime ne gecerse okumuslugum var, kendisini ve o tarihin surecini bircok malaktan daha iyi anladigim icin , benim duydugum sayginin daha anlamli oldugunu dusunuyorum. hah, simdi diyorum ki, "kemalizm cagdisi bir ideolojidir", oturdum bunu da acikladim diyelim. buna kimse herhalde laf edecek degil. sonra diyorum ki "bu adamin heykel kultu var resmen". denilebilecek en fazla sey, bu adam diyerek saygisizlik yaptigimdir [ki bu da heykel baglaminda epey ironik bir tepki bence, konusma dilimizde de heykeller var cunku "ulu onder", "yuce lider" gibi, adam diyemiyoruz.] hatta hatta diyorum ki, "basarilari icin minnettarim ama kisiligini pek sevmem". ornek olsun falan diye de degil ha, samimi gorusum; ataturkun arkadasi olsam rahat edemezdim, bir suru acayip huyu var adamin, saygi duyardim ama rahat edemezdim yaninda. eee? ne oldu simdi, dinci de degiliz, ab'den para da almadik. bunlari dedim diye beni profluktan atmayacaksiniz herhalde, fasistoglufasist degilseniz.

    demek ki yayla'ya getirilecek yaptirimlar tamamiyle, ayrintilari tamamen muallak ve subjektif bir guilt by associationla ilgili. iki ornek arasinda, eylem babinda bu kadar az fark varken, yaptirim sozcuguyle sirinlestirdigimiz baski ve sindirme taktikleri arasinda bu kadar fark olmasi adaletin yuzkarasidir.

    cunku olayin ehemmiyeti, eylemin objektif degerlendirmesine degil, niyetin subjektif degerlendirmesine bagli (bkz: kemalizm ilerlemeden cok gerilemeye tekabul eder) ilk entry guzelce acikliyor: "ya kardesim kemalizm elestiriden muaf degil, istedigini soyle, ama senin niyetin samimi degil, dincilerle kankasin, gizli bir niyetin var, bizi aptal yerine koyma".

    hah iste, nereden anlasiliyor o gizli niyet? anlasilan niyetin, ne kadar kotu ve tehlikeli oldugunu nereden anliyoruz? samimiyetsiz olduguna karar verdigim bu niyet, hangi noktadan sonra ifade ozgurlugunu kisitlamak icin sebep gosterilebilir? hangi noktadan sonra da topyekun ozgurlugu kisitlamak icin, yani yasal islem baslatip hapse attirmak icin? herhalde sirf aptal yerine konuldugum icin birinin meslegini elinden alip hapse atmam.

    ayni orhan pamuk sendromu anlayacaginiz. yanlis seyler soylemek baska, bunu samimiyetsizce yapmak baska, gizli emeller dogrultusunda yapmak baska, bu emellerin ve o dogrultuda yapilan aktivitenin temel insan haklarinin kisitlanmasini mesrulastiracak boyutta olmasi bambaska. bir beyani bu farkli duzlemlerde incelemek yerine, herkes orhan pamukcu ve karsiti kesilmisti; daha sonra bu da ab hayrani dahili bedhahlar vs cagdisi ulusalcilar kamplasmasina dondu.

    aynisi burada da var, ve ek olarak, emin colasan boyutundan gezegenimizi istilaya gelenler bunu dahi ab hayrani-karsiti catismasina dondurmekte vakit kaybetmemisler. oysa ki atilla yayla'nin, akp toplantisinda cikip bunlari demesinin ve tarihi yorumlarken kendi tebaasina uygun kiliflardan yararlanmasinin suc teskil etmesi, oyle hamasetle laga lugaya getirilecek, kanimizdaki anlik kemal alemdaroglu hormonlarinin seviyesine gore karar verilecek kadar hafif bir konu degil.
  • intihal yapacak kadar haysiyetli bir vatandaştır. yeniden milli mücadele ekibindendir. 12 eylül darbesinin kuludur. resul olmaya çapı yetmez. intihalciliğini bilmeyen sığırcık yavruları bu başlıkta intihal sözcüğünü aratsınlar bir. intihal nedir bilmiyorlarsa tdk'ya baksınlar.

    liberal mi? gidin yaaa bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün. liberal ne demek gidin öğrenin.
  • bu adamı alın, yanına para, yiyecek, harita vs. hiçbir şey vermeden götürün kuzey kore sınırından içeri dımdızlak salıverin.

    bir ay sonra gelin, orada bir üniversitede hoca olmuştur.

    hatta üç-beş kelime korece öğrenmiş, "büyük liderimiz kim jong-un döneminde kuzey kore'de özgürlükler arttı. halkımız hiç olmadığı kadar refah içinde," diye konuşmaya başlamıştır.

    bu çapta bir adamdır. her rejimde kendine yer bulur.
  • "kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder. ileride bizlere neden her yerde bu adamın (atatürk’ün) heykelleri, fotoğrafları var diye soracaklar" gibi sözlerinin ardından ipi çekilen liberal görüşlü profesör.

    bugüne kadar gördüğüm, tecrübe ettiğim kadarıyla, türkiye'de atatürk'ün adını, içinde olumsuzluk kırıntısı olacak şekilde ağza almak, en aydın kesimden insanlar arasında bile ani bir hiddet ile karşılanır. hani savunma gibi bir durum da söz konusu değildir. çünkü tartışılacak bir şey yoktur ortada... kutsal bir değere küfredilmiştir.

    işte sanırım bu noktada atilla yayla'nın sözlerini haklı çıkarıyorlar. atatürkçü* kesim 70 yıl öncede kalmış. daha ilerisini düşünemiyor ve tartışamıyorlar. aşamıyorlar (çünkü bilmiyorlar). 1900'lerin başında atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimlerin değil, ilerici görüşünün asıl odaklanmaları gereken şey olduğunu kavrayamıyorlar. atatürk, bence, böyle bir saplantı haline getirilip, ilericiliğe değil tutuculuğa mal edildiğini görse sevinmezdi.

    aslında burada atilla bey'in eleştirdiği atatürk değildir. atatürk'ü tutuculuğa kılıf etmiş, atatürk'ü anlamamış, sadece ezberletilmiş, körü körüne inanmış toplumdur.

    geriye değil ileriye...

    edit:

    kemalizm, atatürk rozeti vb. devlet-üniversite içinde prim yapmaktadır. kalın çerçeveli kahverengi gözlüklü, rozetli insanlar doldurur çeşitli kademeleri. ama hiçbiri bir tek ileri adım atmamıştır. neyse... bu kişiler işte böyle ortaya atılan bir "atatürk eleştiricisi" gördü mü hep beraber çullanır üzerine. çünkü bu, tek prim yaptıkları şeydir. kim daha çok o kişiye zarar verirse, daha kemalist olacaktır ya...

    işte atilla yayla, sadece derslerinden uzaklaştırılmamış, bir de suç duyurusunda bulunmuşlar hakkında. idam edebilen çıkarsa herhalde kıdemli kemalist olacak. bu böyle ya, bir de işin içinde hukuk ve hak bile kalmaz. hiç bir mahkeme beraat ettirmez, hakimler de gözlüklüdür pek çok zaman çünkü. eğer değilse de onu da barındırmazlar. düz geribesleme şeklinde durmaksızın gider.

    demek ki neymiş? sadece atatürk değil, atatürkçüler de eleştirilemezmiş. birisi eleştirmenin nesi yanlış bir söylese de öğrensek. hani dışarıdan eleştirilmek zordur... kendini eleştirmemek nasıl bir başarıdır? zihni hür, vicdanı hür insan siz nasıl yetiştireceksiniz?
  • iki ülke amerika ve türkiye, ülkelerin iki universitesi columbia ve gazi ve iki profesörü edward said ve atilla yayla

    atilla yayla olayı malum,

    bakalım columbia universitesi ve edward said olayından sonra universitenin tavrı ne olmuş;

    meşhur bildiri(yeniden anımsatmak adına);

    prof. edward said, 2000 yılında lübnan sınırındaki bir israil karakoluna taş atınca, columbia üniversitesi'ndeki öğretim üyeliğine son verilmesini isteyenler olmuştu. bunun üzerine rektör jonathan r. cole, akademik özgürlük çerçevesinde said'i savunan bir yazı kaleme aldı.

    "
    özgürlük yoksa bilim de olmaz

    bu yazı, columbia üniversitesi öğrenci konseyi'nin, profesör edward said hakkında bir süredir kampüs içinde yürütülen tartışma hakkında yönetimin tavrını ifade etmesi isteğine rektör rupp ve kendi adıma vereceğim yanıttır. bugüne kadar böyle bir yanıt vermek konusunda pek gönüllü değildim. çünkü bu tartışmanın başından bu yana, columbia'nın sahip çıktığı değerlerin iyi bilindiğine, sarih olduğuna ve yeniden teyidinin de gereksizliğine inanıyordum.
    ne var ki, bu yazıyı yazacağım, çünkü büyük bir üniversitenin varlık koşulu olan temel ilkeleri hafızalarda tazelemenin yarar getireceği zamanlar olur ve sanırım bu da öyle bir zaman.
    fakülte üyelerinin sahip olduğu haklar ve güvenceler üniversite yönetmeliğinin, columbia'daki 'akademik özgürlüğün' ele alındığı 70. maddesinde ifade edilir. şöyle ki:
    'akademik özgürlükten kasıt, bütün öğretim görevlilerinin, sınıflarında konularını tartışırken özgür olmalarıdır; bu özgürlük, araştırma ve bu araştırmaların sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü de içerir. öğretim görevlileri fikirlerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılmaz; ancak akademik konumlarından kaynaklı özel yükümlülükleri olduğunu da anımsamalıdırlar.'

    ifade polisi gibi davranamayız
    said'in faaliyetleri de, diğer öğretim görevlileri gibi, bu akademik özgürlük ilkeleriyle güvence altındadır. columbia'da bir ifade yasası olduğuna inanmadığımız gibi, ifade polisi gibi davranmayı da reddederiz. şimdi said'in bir ülke sınırının ötesine taş attığı şu ünlü fotoğrafa gelirsek: bildiğime göre taş belirli bir insana yöneltilmiş değil; herhangi bir yasa ihlal edilmiş değil; bu konuda herhangi bir dava açılmış değil; said aleyhine herhangi bir cezai veya sivil girişimde bulunulmuş da değil. elimizde söylenti nevinden, kulaktan dolma bilgiler ve bir dizi iddialar var; ki bunlar said tarafından kendi ifadesinde reddedilmiştir.
    said'in güvence altında tutulan türden bir 'fikir beyanı ve ilişki' ile iştigal halinde olduğuna inansak da inanmasak da, ortada üniversitenin el atmasını gerektiren bir durum yoktur. kaldı ki, hakkında abd'de veya başka bir ülkede dava açılmış olsaydı bile, üniversitenin kendi kuralları itibarıyla said'in cezalandırılması söz konusu olmayabilirdi. kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir. karşılığı, hal ve şartlar belirler.
    aynısı öğrencilerimiz için de geçerlidir. mesele eğer gerçekten de bir sınırdan öteye, açıkça kimseyi tehdit etmeyen bir taş fırlatmaksa, bunu iyisi mi bir kenara bırakalım. ancak aslında tartışma, bir taş fırlatmaktan ziyade, üniversitenin yapısına-bünyesine ilişkin daha esaslı başka bir şeye işaret ediyor. çünkü bana öyle geliyor ki, said'in gayet iyi bilinen siyasi görüşleriyle, bu tartışmanın bu kadar hararetli ve bitmek bilmez bir hal alması arasında bir bağ var. işte
    bu bağdır ki, büyük bir üniversitedeki temel değerlerin tam kalbine değiniyor.

    ne olursa olsun
    bir üniversite için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten-felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur. john stuart mill, 'on liberty' (özgürlük üzerine) adlı eşsiz makalesinde, bize hoş gelmeyen fikirlerin ifade edilebilmesini desteklememizin özgürlük kavramı açısından niye çok önemli olduğunu belagatle ortaya koyar; ki o fikirler bizim fikrimize aykırı olabilir veya fikrimizi tehdit
    eder görünebilir: "eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanz, gün gelip o tek kişinin iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz..." (on liberty, chapter ii, p.23 of the robson edition of john stuart mill a selection of his works)
    fikirler, sınıf içinde veya dışında kamusal ifade buldukça anlam taşır; bazı fikirler bize çirkin gelebilir, 'doğruluk' mefhumumuza aykırı düşebilir, yargılarımıza veya kabullerimize meydan okuyabilir, ama ne olursa olsun akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikçe güvence altında olmaları gerekir.

    gerçek tehdit
    bu nedenle, said'in etrafında süregiden son tartışma da bizi rahatsız etmemelidir; yeter ki tartışma özgür fikir alışverişine zincir vurma veya profesör said'e yaptırım uygulama çanlarını içerir hale gelmesin. hepimizi ve akademik özgürlüğü tehdit eden işte tam da said'in ifade özgürlüğünü ya da eleştirilerini sınırlama düşüncesinin kendisidir. öğretim üyelerimizin görüşlerine yönelik bu tür kısıtlamalarn, bu üniversitenin saygın bir özelliği açısından uzun süreli olumsuz etkileri olabilir: bu özellik, çoğunluğun kabul edilemez görebileceği fikirlere karşı hoşgörü göstermektir.
    columbia olarak biz, mccarthy döneminde bile, diğer kurumların yaptığı gibi, farklı siyasi görüşleri bulunan profesörlerimize kısıtlama uygulamak veya onları işten uzaklaştırmak doğrultusundaki baskılara ve telkinlere boyun eğmedik; bugün de ifade özgürlüğünü güvence altına alan tutumumuzdan geri adım atmayız.

    said'e özel değil
    bunun nedeni, üniversitede profesör olduğu için edward said'in güvenceli bir konumu bulunması değil, hayır. akademik özgürlükten yararlanmak söz konusu olduğunda profesörlere mahsus hiçbir özel uygulama yoktur. burada herkes aynı güvenceye sahiptir, said'den ne fazla ne az. said bir profesördür, çünkü kendi akademik alanında bir devdir; kendi dalında apayrı bir alan açmıştır. çalışmaları ve fikirleri üzerine kitaplar yaymlanmıştır ve başka üniversitelerde hakkında dersler verilmektedir. öğrencileri ve arkadaşları dünyann bütün önde gelen üniversitelerinde saygın görevlerde bulunmaktadr. said, en önde gelen hümanistlerden ve entelektüellerden biridir.
    said, bir columbia üniversitesi profesörüdür, bu bizim en yüksek akademik derecemizdir ve kendisi bu mevkiye sadece bilimsel ve eğitsel katkıları nedeniyle gelmiştir. onun politik görüşlerine atıfla, columbia'daki sıfatının uygun olup olmadığını, çalışmalarının değerini sorgulamak, said'i üniversitemizin önde gelen akademisyenlerinden biri olarak görmemize dair bakış açısını yitirmekten başka bir anlama gelmez. bu son tartışma, hatta said'in buradaki görevinden uzaklaştırılması yönünde tek tük öneriyle de birlikte, akademik çalışmanın kalbinde yatan gerçek değere duyduğum inancı daha da güçlendirdi. eğer said'in özgürce yazma ve konuşmasını güvence altında tutmayı reddedeceksek, bir sonraki bastırılanın kim olacağını da, kimin fikirlerini çekinmeden ifade edeceğini belirleyen engizisyon üyesinin kim olacağını da şimdiden düşünmeye başlamamız yerinde olmaz mı?

    öğrenciler için de geçerli
    columbia'da öğretim üyeleri ile öğrenciler için farklı farklı belirlenmiş davranış kuralları vardır. ne var ki, ifade özgürlüğünü içeren akademik özgürlük söz konusu olduğunda, bir öğrenciye sunulanla said'e sunulan güvenceler açısından bir fark yoktur. nasıl said meselesinde ifade ve eylem özgürlüğünü savunuyorsam, öğrencilerin haklarını da aynı şekilde savunurum. ve said hakkında üniversitenin uygulayacağı herhangi bir yaptırım olduğuna inanmadığımı da ifade etmek isterim.
    öğrenciler ve öğretim görevlileri benim de pek doğru bulmayabileceğim şeyler yapabilirler, ancak üniversitenin otoritesini asla bir dizi fikri, o sıra yönetsel pozisyonları işgal edenlerin fikirlerine uymaya
    zorlamak yönünde kullanmam."

    aradaki fark?
  • ertugrul ozkok'e acik mektubu asagida... maille geldigi icin kaynak seedemiyorum...
    edit: artik edebiliyorum...
    http://www.zaman.com.tr/…lar&trh=20060930&hn=354113

    ertuğrul özkök’e açık mektup!
    sayın özkök, hürriyet’in 23 eylül 2006 tarihli nüshasındaki yazınızda “üniversiteye ille de türbanla gitmek isteyen kızların misyonu nedir?” sorusunu sadece islamcı çevrelerin değil “liberaller”in de tartışması gerektiğini söylüyorsunuz.
    ideolojik tercihi sosyalizm, muhafazakârlık, nasyonalizm veya islamizm değil liberalizm olan, türkiye’de liberalizm hakkında ilk türkçe kitabı yazan ve son 14 yılı liberal düşünce topluluğu bünyesinde olmak üzere yaklaşık yirmi yıldır liberal değerlerin tanınması, anlaşılması, yayılması ve ülkemizin siyasî, iktisadî ve hukukî düzeninin liberalleştirilmesi için gayret sarf eden bir akademisyen olarak bu çağrınızı üzerime almanın hakkım ve görevim olduğu kanaatindeyim.
    ben, insanların doğuştan gelen doğal haklara -hayat, hürriyet, mülkiyet- ve bu hakların toplum içinde tezâhürü olan sivil özgürlüklere -seyahat, din ve vicdan, ifade ve teşkilatlanma özgürlükleri- sahip olduğuna inanıyorum. bana göre bir siyasî, ekonomik, hukukî yapılanma bu haklara saygı gösterdiği ve onları koruduğu ölçüde meşru ve kıymetlidir. bu haklar, toplum, devlet, hükümet lütfettiği veya izin verdiği için sahip olduğumuz, onlar istemediğinde vazgeçebileceğimiz veya çiğnenmelerini normal karşılayabileceğimiz haklar değildir. medenî bir hayat ancak bu değerlere bağlanmakla, onları sıkı sıkı korumakla ve siyasî, hukukî, ekonomik yapılanmaları onlar üzerinde gerçekleştirmekle mümkün olabilir.
    türkiye’de, kadın vatandaşlarımızın bir kısmı şu veya bu gerekçeyle yahut amaçla başını örtmektedir. bir liberal olarak bana düşen; bu vakıâyı olduğu gibi kabul etmek ve başlarını örtmelerinden dolayı bu vatandaşları vicdanımda mahkum etmemek ve negatif diskriminasyona tutuluyorlarsa, buna karşı çıkmaktır. elbette kimi kadınların başını niçin örttüğü bilimsel çalışmalara konu yapılabilir; ama bu çalışmalardan bir normatif hükme varılamaz. bilim değer üretmez, olsa olsa toplumsal durumun kısmî ve geçici bir fotoğrafını çekmemizi sağlar. değerler, hayatın içinden ve pek çok faktörden etkilenerek ortaya çıkar. bilimsel araştırmalara dayanarak türban takmanın “iyi” veya “kötü”, “doğru” veya “yanlış” olduğu söylenemez.
    türbanlı öğrencilerin engellenmesi suçtur
    benim savunduğum liberal düşünceye göre türban takmak veya takmamak temel bireysel hakların kullanılma biçiminin bir yansımasından ibarettir. kişinin türban takması, onun hem (negatif) özgürlüğüyle, hem mülkiyet hakkıyla, hem ifade özgürlüğüyle alakalıdır. bir başka deyişle, kişinin türban takmasını kamu zoruyla engellemek, onun tercih özgürlüğünü, mülkiyet hakkını ve ifade özgürlüğünü ihlâl etmek anlamına gelir. türbanın üniversitelerde yasaklanması, aynı zamanda, bizim darbe ürünü anayasamızda bile dile getirilmiş olan eşitlik ilkesinin ve eğitim öğretim hakkının ihlâlidir. dolayısıyla türbanlı öğrencilerin üniversitede okumasının engellenmesi bir suç teşkil etmekte ve bunu yapanların cezalandırılması gerekmektedir. bunun yapılmıyor olmasının başlıca nedeni, rejimimizin hukuktan çok güce dayanması ve güçlü olanın baskın çıkmasıdır. hukuk ve kaba güç birbirinin zıddıdır. belki dikkatinizi çekmiştir, türbanla ilgili olaylarda mağdur edilenler hep cezaî değil, idarî yaptırımlara maruz bırakılmaktadır. tek başına bu gerçek bile yasağın kaynağının hukuk değil, bürokratik otorite olduğunu ve türban takmanın bir siyasî kabahat (cezalandırılmayan bir siyasî suç) durumuna getirildiğini göstermektedir.
    bu söylediklerime cevap olarak anayasa’dan ve anayasa mahkemesi kararlarından bahsetmenizi tavsiye etmem. zira, anayasa da, anayasa mahkemesi kararları da bu yasağı temellendirmeye yetmez. insan haklarını ilgilendiren düzenlemeler kanunla yapılabilir; türkiye’nin pozitif hukukunda türbanı yasaklayan bir kanun yoktur -olsa bile gayri meşru olurdu- ve anayasa mahkemesi kararları yasama meclisi’ni aşarak bir hüküm tesis etmez, edemez.
    sayın özkök, yazılarınızdan bildiğim kadarıyla siz, reşit oldukları için, üniversite öğrencilerine türban yasağı koymanın yanlış olduğu kanaatindesiniz. bu özgürlükçü tavrınızı takdir ediyorum. ben de sizinle aynı fikirde; ama sizden iki yönden daha ilerideyim. ilk olarak, bana göre, bu yasak yukarıda dediğim gibi yalnızca yanlış değil, kanunsuzdur da. ikinci olarak, ben türban yasağının sırf üniversite öğrencileri için değil, bütün öğrenciler ve bütün kamu çalışanları için de yanlış ve hukuk dışı olduğunu düşünüyorum. isteyen her öğrenci başını örtebilmeli ve avukatlık, doktorluk, hâkimlik gibi mesleklerin lisansını almış kişiler başörtülü olarak mesleklerini icra edebilmelidir.
    bu yaklaşıma ‘kamu görevlileri tarafsız olmalı’ diyerek itiraz ettiğinizi duyar gibiyim. ne var ki, yanılıyorsunuz. başı açıklık, tarafsızlık değildir. başörtüsü takmak bir değer tercihini yansıtabileceği gibi başı açıklık da bir değer tercihini yansıtabilir. elbette vatandaşlara kamu hizmetlerinin sunulmasında mutlak değilse bile maksimum tarafsızlığın sağlanması şarttır. ancak, bunun yolu, insanların değersel olarak tarafsızlaştırılmasından -ki bu imkansızdır- değil, kamu hizmetini düzenleyen kuralların tarafsızlaştırılmasından ve bu tarafsız kuralları ihlâl etmenin idarî ve hukukî olarak müeyyidelendirilmesinden ve bunun kurumsallaştırılmasından geçmektedir. bunun yapılabileceğini gösteren pek çok örnek vardır.
    sayın özkök, üzülerek görüyorum ki, liberallerin de üzerinde “tartışmasını” istediğiniz sorunuz önyargılı. üniversiteye “ille de türbanla girmek” istenmesinden söz ediyorsunuz. bu sorunuza neden bazılarınca kızların “ille de” başörtülerini atarak üniversiteye gelmesinin istendiğini sorarak cevaplayabilirim. başkaları istemiyor, birilerinin hoşuna gitmiyor diye insanların haklarından, bu hakların kullanılmasının tezahürlerinden vazgeçmelerini talep etmek ahlâk dışıdır ve bu yola bir defa girersek sonunda bütün haklara elveda deme noktasına varmamız kaçınılmazdır.
    perspektifinizi değiştirin, çünkü yanlışınız var!
    yazınızda tesev’in bir araştırmasından ve başını örten kadınların sayısının artıp artmadığıyla ilgili tartışmalardan da bahsediyorsunuz. bu tür çalışmalar daha önce de yapılmıştı. hepsinin gösterdiği, türkiye’de bir başörtüsü-türban gerçeğinin bulunduğu, yani kadınların önemli bir bölümünün başörtüsünü bir şekilde kullandığıdır. ancak ben bir liberalim, değer yargılarımı ve neyin hak olup neyin olmadığını çoğunluğun tercihlerine veya azınlığın gücüne bakarak değil, evrensel (universalize edilebilir) ilkelere dayanarak belirlerim. o yüzden, toplumun sadece % 1’i başörtüsü taksa ve % 99’u başörtüsüne karşı olsa da insanların negatif özgürlüğünün bir parçası olarak başını örtme (veya örtmeme) hakkının ortadan kalkmayacağına inanmaktayım.
    gerek yazınızın bütünü gerekse spesifik sorunuz, başını örtenlerin siyasî veya islamî bir misyonu üstlendiğini iddia ediyor. ama bu yargınızı bir köşe yazarının bir fıkrasına ve söz konusu araştırmanın genel bulgularına dayandırıyorsunuz. bildiğim kadarıyla sosyolojiyle haşır neşir olmuş bir insansınız. nasıl oluyor da başını örtenlerin hedeflerinin veya kendilerine biçtikleri bir misyonun olduğunu ve bu hedefin mahiyetini ve misyonun muhtevasını hiçbir bilimsel araştırmaya dayanmadan tespit edebiliyorsunuz? bu tür bir tespit, ancak ve ancak, bilimsel metotlarla, temsil kabiliyetine sahip bir örneklem üzerinde çalışarak yapılırsa doğru olur ve anlam ifade eder. biliyorum ki türkiye’de böyle bir çalışma yapılmamıştır. yapılan, türbandan nefret eden bazılarının kendi gözlem, yargı ve vehimlerini genelleştirmesi ve genel bir hakikatmiş gibi takdim etmesidir. aynı hatanın fransa’da starsi komisyonu tarafından da yapıldığına din özgürlüğü-laiklik konusunda sayılı otoritelerden olan jeremy gunn (liberte yayınları’nca yayımlanmak üzere olan) “din özgürlüğü ve laisite” adlı kitabında işaret etmektedir.
    türban takanların bir kısmının (hatta tamamının) siyasî ve islamî bir misyon üstlendiğini ciddi bilimsel araştırmalarla tespit etsek bile bu, onların haklarının kısıtlanması gerektiği sonucuna varmaya ve buna dayanan yasakları haklılaştırmaya yetmez. önce bu misyonun tam bir teşhisini yapmamız ve sonra hangi yol, yöntem ve araçlarla gerçekleştirmek istediğine bakmamız icap eder. türbanlı bir kızın misyonu etrafa siyasî veya dinî bir mesaj vermekse, bunda, benim gibi iflah olmaz bir liberal için, hiçbir mahzur yoktur. bu kişinin örnek davranışlar sergileyerek veya telkin ve tavsiyede bulunarak diğer insanların kendisi gibi olmasını sağlamaya çalışması da olağan karşılanması gereken bir hayat gerçeğidir. problem, türbanlı kişinin zor kullanarak, fizikî bir baskı yaparak başkalarını kendisine benzetmek istemesi durumunda ortaya çıkar. bu tür davranışlar suçtur, mutlaka cezalandırılmalıdır; ama elimizde üniversitelerde şimdiye kadar böyle bir olayın yaşandığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. asıl problem, kamu otoritesi ve kamu organlarının insanlara türbanın temsil ettiğine-yansıttığına inanılan hayat tarzlarını zorla benimsetmek veya takip ettirmek için kullanıldığında doğar. karşı çıkılması ve engellenmesi gereken işte budur ve bunu yapmanın tek ve kesin yolu kamu organlarının ve otoritelerinin sekteryen, ayrımcı misyonları hayata aktarma aracı olarak kullanılma imkân ve alanlarını azaltmak ve daraltmaktır. misyonlar arasında hoşlanılmayanları tasfiye etmek için topluma müdahale etmek, yani toplum mühendisliği yapmak, hem hiçbir sonuç vermeyecektir hem de ağır yanlışlıklar ve haksızlıklar yaratacaktır.
    sayın özkök, işte bu nokta bizi meselenin özüne getirmektedir. türkiye’de farklı hayat tarzları vardır. bu tarzların hiçbiri, -insan hakları hariç- hiçbir kıstas açısından diğerinden aşağı veya üstün değildir. bir liberal demokraside, kamu otoritesi değişik hayat tarzları arasında bir tercih yapamaz; bu tarzlardan birini teşvik edip bir diğerine engel koyamaz. hangi hayat tarzının akıbetinin ne olacağını ve kimin hangi tarzı seçeceğini hayatın akışı belirler. her insanın kendi hayat tarzını korumak istemesi makul, anlaşılır, meşru ve hatta medenî bir ortak hayat için gerekli bir istektir. ben de, büyük ihtimalle necmettin erbakan’ın hayat tarzından ziyade ertuğrul özkök’ünkine yakın olan hayat tarzıma müdahale edilmesini, tercihlerimin bastırılmasını arzu etmem. bundan korkarım. ancak, sevmediğim veya korktuğum hayat tarzlarının devlet tarafından benim hayat tarzım lehine bastırılmasını bu rahatsızlığın, endişenin, tehlikenin, korkunun giderilmesinin yolu olarak görmem; göremem. bunu yaparsam, bastırılmasını istediklerime, dolaylı olarak, gücü ele geçirirlerse benim onları bastırmam gibi onların da beni bastırabilecekleri mesajını vermiş, bu tür bir muhtemel tavrı meşrulaştırmış olurum.
    sayın özkök, çağrınıza değer verdim, yazınız ve sorunuz üzerine düşündüm, görüşlerimi gözden geçirdim. umarım benim de size bir karşı çağrıda bulunmamı normal karşılarsınız. şimdiye kadar bu meseleyi, yanılmıyorsam carî rejimi ve egemen laiklik anlayış ve tatbikatını kusursuz gören ve otoriteryen devletçi siyasî felsefeyi ve yapılanmayı korumayı en önemli amaç hâline getiren açılardan ele aldınız. ancak, başka perspektifler de mevcut. “türban sorunu”na bir de din ve vicdan özgürlüğü, sınırlı siyasî yönetim (yetkileri insan haklarıyla sınırlanmış meclis, hükümet, üniformalı ve sivil bürokrasi), liberal demokrasi ve tarafsız devlet açısından bakar veya bunu yapan çalışmalardan yararlanırsanız çok değişik bir manzarayla karşılaşabilirsiniz. farklı ve sizinkileri çürütebilecek fikirlerle yüzleşmeye ve bunun sonuçlarını köşenizde ve yönettiğiniz gazetede yansıtmaya yetecek derecede açık fikirliliğe ve medenî cesaret sahip olduğunuza inanmak istiyorum. size açık zihinli ve özgürlük dolu günler dilerim...
  • atatürk'e saldırmakla atatürkçülük hakkında eleştiride bulunmak arasındaki farkı anlayamayan kitlenin saldırdığı kişi.
    (bkz: vurun kahpeye)
  • ismi etrafında fırtınalar kopan adam. hatırlatayım bir panelde "kemalizm ilerlemeden cok gerilemeye tekabul eder" buyurdu ve olaylar gelişti. tabi sadece böyle demedi. söylediklerinin önü ve arkası da var.

    muhteremin malum sözünü başlık yapıp ilk entryi yazan kişi olarak son iki gündür adı etrafında dönen tartışmalara bakıyorum da çok farklı yönlere savrulan beyanlar, ithamlar ve eleştiriler var. hain ilan etmeler, ders vermesini engellemeler, eleştirenleri faşizan kemalistlikle suçlamalar, kahraman ilan etmeler vs. öncelikle malum konuşmasının iler tutar bir tarafı yok kanaatimce. bunu ifade etmek de faşistlik, düşünce özgürlüğüne saygısızlık değil. eleştirmek için illa kemalist olmaya da gerek yok.

    kemalizm ve atatürk eleştirilemez mi? elbette eleştirilebilir. bunları eleştirilmez birer dogma addetmek işte gericiliğin kendisine bir örnek olur. ancak bu muhteremde rahatsız eden bir şeyler var. kemalizm gerilemeye tekabül edermiş. bu lafı eden kişinin bu lafının altını doldurması lazım. hangi kemalizm? zaten doktrinsel bir kemalizm olup olmadığı tartışmaları bir yana, atatürk'ün ölümünden sonra bir kısım devletlular ile devlet entelijansiyası elinde sistematikleştirilen ve statik, dogmatik bir bakış açısı, 1930'lar türkiyesi, dünya konjenktürü algıları çerçevesinde dondurulmuş bir kemalizm anlayışının gerilemeye tekabül ettiği pekala savunulabilir. bir bilimadamı bu konuları kapsamlı olarak akademik düzeyi düşürmeden bilimsel yetkinlikle dikkate sunabilir. bunun aksini iddia etmek mantıksız. öte yandan atatürk döneminde yapılan hatalar, atatürk'ün icraatları da çeşitli açılardan elbette eleştirilebilir. muhteremin konuşmasına ve daha sonra zaman'da yayımlanan açıklamasına baktığımız zaman bahsettiğim tarzda bir yaklaşım göremiyorum. "atatürk dönemi için değil cari kemalizm anlayışı için gerilemeye tekabül eder" dedim diyemez çünkü bizzat kendisi zaman'da yayımlanan açıklamasında eleştirilerinin 1925-1945 arasına yönelik olduğunu belli ediyor. "ilkinin, yani tek parti döneminin bu teorik çerçeve açısından başarılı sayılmasının zor olduğunu, medeniyetin birçok temel değer ve kurumlarının bu dönemde bulunmadığını vurguladım. bu yüzden kemalizm'in medenîleştirici bir süreç olarak görülemeyeceğine işaret ettim." diyor açıklamasında. kemalizm ifadesinin içine atatürk dönemini kattığı açık. işte başka açılardan bir sürü eleştiri yapılabilir atatürk dönemi için "gerileşmeye tekabül eder, medenileştirici bir süreç olarak görülemez" vs demek en azından haksızlıktır ve bilinen, kimsenin reddedemediği bir sürü somut olguya (hukuk reformu, kadın hakları, çağdaşlaşma hamleleri vs) karşın, ne tür bir gerekçeye bağlarsa bağlasın bu tür söylemlerde bulunmak bilgisizliktir. bilgisiz de olamayacağına göre burada etik bir sorun olduğu aşikar. işte bu noktada samimi bulmuyorum. örneğin "bir kere ortaçağ tarihi islam dünyasını değil, avrupa'yı ilgilendirir." buyurmuş. "atatürk türkiye'yi ortaçağ karanlığından kurtardı" anlayışı için söylemiş bunu. bu sözlerin de altı boş. sanki 23 devriminden önce apaydınlık müreffeh bir ülkede yaşıyorduk da cumhuriyet ile hiçbir aydınlanma olmamış gibi hiçbir anlam ifade etmeyen bu sözleri söyleyen kişinin bilimsel objektifliği tartışmaya her zaman açıktır. ortaçağ zihniyeti diye bir şey vardır ve o zihniyet hala da caridir bir kısım yerlerde. günümüzde bile. "ortaçağ avrupayı ilgilendirir" demenin bir anlamı yoktur.

    profesör titrine sahip bir bilimadamı var karşımızda ancak üslup ve tavırlarını yakıştıramıyorum kendisine. örneğin kendisinin söyleyip söylemediğinden emin olmadığı "bu adam" ifadesi. bu kaba bir üsluptur. bir bilimadamının bilimsel konuşmasına yakışmayan bir ifadedir. kastettiği kişi atatürk olsun, olmasın. buna dair açıklaması da ayrı bir zihniyet sorununa tekabül etmektedir. avrupalıların ağzından sorulacağını söylemiş kendi ifadesine göre. bu savunma mantığı bizi başka yerlere de götürür. örneğin bir başkası da dengesini daha da şaşırıp a şahsı için "birisi gelip şu şeyini şey ettiğimin şeyinin* derdi ne diye sorabilir" diyebilir. kendisine niye böyle ifade kullandığını sorduğunuzda da yanıt hazır olacaktır: "ben demedim. başkasının sorabileceğini söyledim" ne ala.

    tarzında rahatsız edici bir şeyler var. örneğin emin çölaşan ile telefon görüşmesi. sanki konuşan bir bilimadamı değil de bir kabadayı. bir bilimadamı ağırlığı ve düzeyi yok. duelloya çağırmalar, saçma sapan önerilerde bulunmalar falan bozuk bir şirazeyi gösteriyor. tamam emin çölaşan da makbul bir adam değil, tarzı, fikirleri üslubu belli ama atilla yayla yalanlamadığı müddetçe köşesindeki atilla yayla ifadeleri nasıl bir vaka ile karşıya olduğumuzu gösteriyor. şahsen bir altyapısı olmayan, kendisini kaybetmiş ve kendisini ispat havasındaki birinin bayağı bir üslupla heyheylenmesini gördüm bu ifadelerde. alıntılamak istiyorum:

    " ben size fikir açısından meydan okuyorum. sizinle nerede isterseniz kemalizm’i tartışmak istiyorum. ister televizyonda, ister başka yerde. karşıma isterseniz 8-10 kişi çıkın. benim yaptığım şövalyeliktir. geçin karşıma. geçin ve kolaysa beni perişan edin."
    "- ben sözünün arkasında duran adamım. aynen söylediğimi bugünkü (dünkü) zaman gazetesine de açıkladım. ben fikir adamıyım. yazılarımı 15 günde bir zaman’da yazarım. ben mücadelemi sürdüreceğim. bu memlekette ifade özgürlüğü olmayacak mı?"
    "- bana tebligat henüz gelmedi. fakat ben mücadelemi sürdüreceğim. bundan sonra derslerimi gerekirse meydanlarda, spor salonlarında, düğün salonlarında vereceğim. siz benim çağrıma cevap verin, televizyona çıkalım. ya da hürriyet’teki köşenizde bir gün siz yazın, bir gün ben yazayım ve size cevap vereyim!"

    isteyen istediği şekilde yorumlasın. hele makbul bir adam olmadığı görüşünde olduğum emin çölaşan'dan bile " elbette, neden olmasın! hatta her gün siz yazın... beyefendi, şu ses tonunuz, şu söyledikleriniz bir üniversite hocasına yakışıyor mu?" gibi bir karşılığa muhatap olmuş ki tam olmuş.

    kendisi bir profesör. bilimadamı. alanında yetkinliği vardır. tezleri, kitapları, makaleleri vs. ama alanı olmayan konularda kafa göz yarmaması iyi olur. örneğin geçenlerde de "turbanli ogrencilerin engellenmesi suctur" buyurmuş idi. tamam türban yasağı eleştirilebilir, kişisel hak ve özgürlükler bağlamında irdelenebilir ama tutup da hukuk mantığına, ceza hukukuna ters takla attıran saçmalama şahikası sözlerle ortaya çıkarsanız komik olursunuz. sözlükten kısa bir bakınız vermekle yetineceğim: #1626689

    ilgili alakasız bir şekilde "ben liberalimm, ben demokratım" demeleri de garip geliyor bana. sanki bu kavramları kendisi için bir marketing unsuru yapmış gibi. "ideolojik tercihi sosyalizm, muhafazakârlık, nasyonalizm veya islamizm değil liberalizm olan, türkiye’de liberalizm hakkında ilk türkçe kitabı yazan ve son 14 yılı liberal düşünce topluluğu bünyesinde olmak üzere yaklaşık yirmi yıldır liberal değerlerin tanınması, anlaşılması, yayılması ve ülkemizin siyasî, iktisadî ve hukukî düzeninin liberalleştirilmesi için gayret sarf eden bir akademisyen olarak bu çağrınızı üzerime almanın hakkım ve görevim olduğu kanaatindeyim." buyurmuştu malum türbanlı öğrencilerin engellenmelelerinin suç olduğu sanrılarını ciddi ciddi sunarken. yine kemalizmin gerilemeye tekabül ettiğini söylediği konuşmasından sonra da, dha muhabirine yaptığı açıklamada, demokratik rejimi savunan liberal biri olduğunu vurgulamış. kendisine "liberal demokrat" diye bir isimlik yaparsa tam olur.

    sonuç olarak bu muhterem eleştirilebilir laflar etmiştir. bunları eleştirmek düşünce özgürlüğüne karşı olmak değildir. şahsen ben kendisini dürüst de bulmuyorum. ama ifade özgürlüğü var. bu görüşlerini söylemesine de kimse engel olmamalı. kendisini eleştirmek de linç sürüsüne katılmayı beraberinde getirmemeli. kendisine karşı bir linç girişiminde bulunmak, ders vermesinin engellenmesi gibi şeyler savunulamayacak kınanması gereken şeyler. görüşlerinin hoşa gitmemesi kimseye linç hakkı vermez. bir lafım da linç histerisini, ders vermesinin engellenmesini eleştirmek bir yana mutlak olarak muhteremin sözlerinin içeriğini savunanlara. adamın liberal demokrat olduğunu ifade etmesi laflarını ayet gibi bellemenizi gerektirmiyor. aynı görüşteyseniz ayrı konu ama en azından laflarının içeriğini eleştirmekle ifade hürriyetini gaspetmenin farklı şeyler olduğunu düşünün. şahsen laflarını sonuna kadar eleştiririm ancak ifade özgürlüğüne de halel gelmemeli.
  • türkiye'de tüm akademisyenlerin atatürkçü, kemalist vs. olmasının şart olduğunu öğrenmemizi sağlamıştır beyanlarına* gösterilen tepkiler. hadi bakalım. toplum, tarih ve siyasete dair, tartışılmaz, itiraz edilemez, tersi söylenemez doğrularımıza 1930'larda kavuştuysak zaten tüm sosyal bilimler bölümlerini, enstitülerini kapatmanın da zamanı gelmiştir artık.

    2013 den beri belli ama edit 2020de kısmet oldi: adam liberal özgürlükçü falan derken gayet pislik çıktı, akp türkiyesini bekliyormuş.
hesabın var mı? giriş yap