• daktilo seslerinin mermi seslerine geçtiği, zaman zaman çok güzel flashbacklerle ilgiyi üzerinde tutabilen ama temposunu bir türlü muhafaza edemeyip özellikle ikinci kısımda ara ara bayan ilginç film. filmden sonra "yahu bu kızlar amma fettan be, çocuğu da bu, yetişkini de aabi" tadında bir yaklaşımla çıkabiliyorsunuz sinema salonundan. ancak, dediğim gibi, filmin belirli yerlerinde çok uzatılan betimleme sahneleri, araya kaynayan bazı gereksiz uzun diyaloglar filmi "süper, olağanüstü" kategorisinden "izlenebilir, hoş bir film" kategorisine sokmuş. sonuçta, eğer bir kız arkadaşınızla giderseniz, görün bakın, çok eğleneceksiniz... yoksa pek çekilmiyor.
  • çocuksundur küçücük kalbinde büyük bir aşk taşıyorsundur, gördüğün işittiğin herşey aşka dairdir, görüp hoşlanmadığın herşey de ihanete. "susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit ne olabilir" der ya ahmet telli, bu filmde görürüz ki ondan daha kötüsü kızmış bir çocuktur...
    filmdeki eve dönüş sahnesi, psikolojisi, lunapark ironisi güzeldir. ağır aksak içli bir şarkı okur gibi izlenebilir.
  • fazlasıyla göreceli, seyirciyi ikiye bölmüş bir film. beğenmeyen pek çok kişi olacaktır, haklılar da, ama başarılı bir film bu. elbette yer yer çok sıkıcı olabiliyor ama bu tarz filmlere nasıl yaklaştığınızla alakalı bir durum biraz. joe wright'ın pride and prejudice uyarlamasını gördükten sonra başarılı, titiz çalışan bir yönetmen olduğuna kanaat getirmiştim. son derece başarılı bir jane austen uyarlamasına imza atmıştı çünkü. oradaki başarısını gördükten sonra tekrardan usta işi bir film çıkaracağına emindim. ayrıntılar, kamera kullanımı, çekimler, renkler ve kurgusu harika filmin. özellikle müzikleri yapan dario marianelli ile yönetmenin uyumu inanılmaz. daktilo sesleri, müziğe ve sahnelere çok başarılı bir şekilde yedirilmiş. filmin ilk yarısı tek bir günü, 3 karakterin hayatını değiştirecek hayati bir önem taşıyan bir günü anlatıyor. hikayeyi hem 13 yaşındaki briony'nin gözlerinden, hem de cecillia-robbie ikilisi açısından izlediğimiz için yapılan flashbackler ile o gün tekrar tekrar anlatılmış ve bütün bir ilk saate yayılmış. 2. yarıda ise yaşanan olaylardan sonra karakterlerimizin yaşamlarının ne şekilde değiştiğine tanık oluyoruz. james mcavoy ve 13 yaşındaki briony'i canlandıran aktris özellikle başarılılar. yardımcı kadın oyuncu dalında akademi kendisine şans verebilir görüşündeyim, bunun için konuşmak erken olsa da.

    özetle güzel, başarılı bir uyarlama atonement. aşina olduğumuz türden bir aşk hikayesini farklı bir kurguyla vermiş yönetmen. izlerken fenalık geçirecek olan, uyuya kalacak olanlar olacaktır elbet. ama olmuş bu film. herkese tavsiye edemem. yorumlara kulak asmadan izlenesi bir film.
  • 7 adet altın küre adaylığıyla ortalığı dağıtmıştır. en iyi film, en iyi yönetmen,en iyi keira knightley ve en iyi ian mcewan dalları dahil..
  • briony rolünde oynayan kızın yardımcı kadın oyuncu dalında altın küre'ye haklı bir şekilde aday olduğu film. kesinlikle adaylıkları ve birkaç ödülü haketmiştir. joe wright çok başarılı bir yönetmen. çekim tekniklerine biraz dikkat edilirse farkı anlaşılacaktır. umarım oscarlarda da hakettiği adaylıkları alır ama içimden bir ses akademi ana dallarda bu filmi es geçecek diyor. james mcavoy belki ama keira knightley'e şans tanıyacaklarını hiç zannetmiyorum. ama çocuk oyunculara pek bir bayıldıkları için saoirse ronan es geçilmeyecektir. tekrardan izlenesi bir film olduğunu belirtmem gerek.
  • filmin en iyi oyuncusu müzikleriydi...
  • 1940 ingilteresinde burjuva bir ailenin olagan bir gununde, cecillia (keira knightly) evin tum hengamesi icersinde kendi ic daginikligini ve robbie (james mcavoy) ile arasindaki iliskiyi sekle sokmaya calismaktadir. cecillia'nin kucuk kiz kardesi briony (13 saoirse ronan , 18 romola garai ve yasli vanessa redgrave) ise yazdigi tiyatro oyununu abisi leon ve arkadasi paul marshall (benedict cumberbatch) gelmeden bir kez olsun prova edebilmeye ugrasmaktadir. annesi ve babasinin bosanma olayi yuzunden lola (juno temple) ve ikiz erkek kardesleri bu sicak bahar gununde kuzenlerinin evinde vakit gecirmeye calismaktadir. bu evde her sey agir ve olagan gorunumdedir fakat her sey gorundugu gibi midir?

    son 15 dakikasina kadar sikilip, son 15 dakikasinda bir film nasil sevilebilir? yanitini bu filmde bulmak mumkun.

    filmi tam olarak hazmedebilmek ve anlatabilmek gercekten cok guc. isbu sebepten oturu insanlar uzerindeki etkisi de cok buyuk degisim gosterebiliyor. ilk basta dilim dondugunce anlatmaya ugrasi verdigim ozet biraz olsun ilginc geldiyse size, bu filmi sevme olasiliginiz gayet yuksek.

    filmde insanin uzerinde kalan etki hep son bolume birakilmis. son bolumde de filmin genelindeki hava var aslinda fakat degisik bir hava; gerceklik mi desem, durustluk mu?

    senaryodan evvel bu filmde bizlere ruyadaymisizda muthis kareler goruyormusuz gibi hissettiren goruntu yonetiminden bahsetmek gerekiyor zannimca. bu kadar guzel kareyi birarada gormek hem de arka arkaya gormek olaganustu. seamus mcgarvey (the hours, world trade center) ve yonetmenin cok iyi bir birlikteligi mevcut bu noktada. cekimlerin bayagi uzun ve mesakatli bir surec oldugunu ongormek hic de zor degil...

    bunun yaninda bu guzel goruntulere eslik eden muzik var. dingin akan sular gibi, insani baska diyarlara goturen ve oradan hic ayilmamayi dilettiren bir muzik. filmin icine oyle bir yedirilmis ki muzigin hatrina insan kendini koyveriyor.

    ilk baslarda bu kadar ovgu alan senaryo bu mu diye dusunmeden edemedim. izleyenler ne demek istedigimi gayet iyi anlayacaktir. sadece bir gun icinde yasanan giris ve gelisme bolumu, olabildigince duz oldugundan yonetmen tarafindan kurgu masasinda olabildigince karisik hale getirilmis. zaman kaymalari, flashbackler... butunluk hissinden uzaklasma ister istemez olusuyor. bu bakimdan ilk bolumu dikkatli izlemek gercekten guc. fakat bu bolum ne kadar dikkatli izlenilirse filmin sonundan alinabilecek zevk o kadar cogaliyor.

    filmin gelisme bolumu olabildigine uzun sayilabilir. bu bolumde filmin neredeyse tum butcesinin harcanisini goruyoruz. bir elin parmaklari kadar insandan yuzlerce insana degin degisiyor durum. duraganliktan bir ivme ile harekete geciyor. bu ivme oyle egimi yuksek bir ivme degil, filmin genelindeki gibi agir ve naif. bu ivme son ana kadar yukselip son anda briony (vanessa redgrave) ile yapilan soyleside artik durdurulamaz bir hale geliyor. bu noktada vanessa redgrave'in performansina deginmek gerekir. aslen tum brionylerin performansi cok etkileyici ama vanessa hanim gercekten filmin en etkileyici yerinde en guzel performansi sunuyor. belki de filmi sevenlerin filmi sevmesinde en buyuk etken olarak sayilabilir. bu sene yardimci kadin oyuncu dalinda adaylik ve heykelcik alirsa hic sasirmam.

    en basta sordugum soruya aslinda bir nevi yanit verdim ama tekrar etmekte bir beis gormuyorum: bu filmin teknik donanimi son derece iyi, film boyu kendi kendime tekrarladigim sinema sadece bir "resim" sanati degildir soylemini yutturabilecek kadar da iyi bir sona sahip. bu sonun en buyuk etki objesi ise briony karakterinin yaslilik haline muthis hayat veren vanessa redgrave...
    tum bu sartlar altinda sirf sonunu izleyebilmek adina 100 dakikaya gogus germeye deger.
  • sinemanın unutulmaz 10 kostümü sıralamasında, kiera knightley'in bu filmde giydiği muhteşem yeşil elbise 1. sıraya oturmuştur. listenin tamamı burada http://fotogaleri.ntvmsnbc.com/…id=924&picid=0&dp=1
  • daktilo, zippo ve yanıp sönen bozuk florasanın sesleriyle ritm tutan yoğun müziğe bulanmış, çarpıcı sonuyla şiir gibi bir film... su altı sahneleri bir o kadar güzel...
hesabın var mı? giriş yap