• malum, bugünlerde üzerinde en çok konuşulan husus balyoz darbe planı. oysa balyoz kelimesinin darbelerle anılması bu ülke için yeni bir husus değil. adı yine balyoz olan ve idam, ölüm ve işkencelerle bilfiil uygulanan bir de balyoz harekatı vardı, tee geçmişte kalan... geçmişte kaldı değil mi? babayı kaldı!

    bundan 39 yıl önce, 1971'in 12 mart'ında ne olmuştu? hadi hatırlamayı siktir et, bu kolay iş. ilber'i de yapıyor bardakçı'sı da...önemli olan hatırlayıp bugünle bağlantısını kurmak. sistemin kendisini nasıl ve hangi araçlarla/aktörlerle yeniden ürettiğini görmek. önemli olan bu. gerisi laf-ı güzaf.

    12 mart 1971 muhtırasına gelelim: genel kurmay başkanı memduh tağmaç, kara kuvvetleri komutanı faruk gürler, hava kuvvetleri komutanı muhsin batur ve deniz kuvvetleri komutanı celal eyiceoğlu, emir komuta zinciri isim tamlamasını da yanlarına alarak bir güzel darbelerini yaparlar. akabinde süleyman demirel'in başbakanlığını yaptığı hükümeti istifaya zorlayıp yerine de nihat erim'i atarlar... heyt be güce bak: seçilmişi indir, atanmışı getir!

    ilk iş 1961 anayasasını değiştirdiler ve kolları sıvayıp balyozu indirmeye başladılar birer birer: deniz gezmiş, yusuf aslan ve hüseyin inan asıldı. mahir çayan, ulaş bardakçı, hüseyin cevahir, sinan cemgil, ibrahim kaypakkaya katledildi ve binlercesi ziverbey'lerde işkencelerden geçirildi.

    hegel'in, “tarihte olaylar iki defa tekrar eder” lafına marx karşılık olarak şunu söyler: “hegel'in unuttuğu bir şey var: birincisinde trajedi, ikincisinde komedi ..."

    şimdi sorumuza gelelim: 1970'lerdeki balyoz harekatı ile 2000'lerdeki balyoz darbe planını marx'ın yukarıdaki cümlesi bağlamında tartışınız. hadi bakalım canlar...
  • 17 mayıs 1971 günü, israilin istanbul başkonsolosu efraim elromun, mahir çayan ve arkadaşları tarafından kaçırılmasından sonra solcu oldukları ya da sola sempati besledikleri bilinen yüzlerce aydının göz altına alınması ve genel olarak 12 mart döneminde sola karşı yürütülen baskı ve işkence politikasıdır.
  • murat belge
    23 mayıs 1971: iü ingiliz dili ve edebiyatı bölümü öğretim üyesi; bugün: radikal gazetesi yazarı

    <'bir rulo tuvalet kâğıdı'>
    balyoz gecesi moda'daydık. nispeten yeni taşınmıştım. bizim eve kimse gelmedi. ama eski evime gitmişler. orada ev sahibi genç bir çiftti; koca deniz yüzbaşısı ve o sırada iskenderun'daydı.

    ama 'yüzbaşı' filan dinlemeyip didik didik etmişler ortalığı. biz aşağı yukarı sabaha kadar sokağı gözledik. köşedeki evinden yetmişinde tornacı emin'in (eski tüfek) rızapaşa karakolu'na götürülüşünü izledik. mina urgan da oraya götürülmüş. az sonra nurkalp devrim'i getirmişler. onun da babası eski tüfek sayıldığı için aile kültüründe var: bir rulo tuvalet kâğıdı alıp yanına öyle gelmiş oraya. mina hanım hep anlatırdı, karakola bu gelişi.

    tabii daha sonra, başka yerlerde olanları da dinledik ama bizim moda'nın caferağa mahallesi'nde balyozdan aklımda kalanlar bunlar.

    ------

    altan öymen
    23 mayıs 1971: akşam gazetesi yazarı; bugün: radikal gazetesi yazarı

    <'bütün gün otelde kapalı kaldım'>
    ben 23 mayıs 1971 gününü, istanbul'da divan oteli yanında o zamanki ünver otel'de geçirdim. akşam gazetesi yazarıydım ama o sırada ankara'da oturuyordum. istanbul'a gazeteyle ilgili konular için gelmiştim. sokağa çıkma yasağına yakalandım. otelde benim gibi birkaç kişiyle birlikte tüm günü kapalı kapılar ardında geçirdik. bir ara otel de arandı. şüpheli kişiye veya suç aletine rastlanmadı. lobide çay kahve servisi vardı. sokağa çıkma izni olan tanıdık gazeteci arkadaşlar arada otele gelip bizi ziyaret ediyor, dışardan haberler getiriyorlardı. israil başkonsolosu'nun bir apartman katında ölü bulunduğunu o sırada öğrendik.

    23 mayıs'taki sokağa çıkma yasağı, 12 mart döneminin giderek sertleşen ve kapsamı genişleyen önlemlerinden biriydi. 12 mart öncesindeki tutumun görüntüleri şöyleydi:

    1968-1969 yıllarında, birçok ülkede kendini gösteren öğrenci hareketlerinin bir kısmı, siyasi nitelik kazanmıştı. mevcut yönetim biçimine karşı gruplar oluşmuştu. eylemler yapılıyordu. fakat bunlarda kasıtlı öldürme veya cana kastetme olayları yoktu.

    12 mart'tan önceki en çarpıcı eylem şuydu: ankara'da dört amerikalı askeri kaçırıp bir apartman katında tutarak, tutuklu arkadaşlarının serbest bırakılmasını isteyen bir grup, istedikleri yerine getirilmezse, 'rehineler'ini öldüreceklerini açıklamışlardı. hükümet buna 'bu istekler kabul edilemez' diye kesin bir cevap vermişti. ama amerikalıları kaçıranlar, rehinelerden birinin eşinin hamile olduğunu öğrendiklerini belirten bir açıklamayla 'biz bu durumdaki insanları öldürmeyiz' deyip eylemlerinden vazgeçmişlerdi. amerikalılarla birlikte daireyi terk edip gitmişler, amerikalıların kurtarılmasını sağlamışlardı.

    12 mart'tan sonraki ilk haftalardaki eylemlerde de bundan daha şiddetlisi olmamıştı. ayrıca deniz gezmiş ve arkadaşlarıyla diğer bazı grupların mensupları yakalanıp tutuklanmış, eylemler daha da azalmıştı. israil başkonsolosu'nun kaçırılmasından sonraki beklentiler de, amerikalıların kaçırılışındaki gibiydi. başkonsolos'un birkaç gün içinde bırakılacağı sanılıyordu.

    ama özellikle 11 ilde ilan edilen sıkıyönetimden sonra, sıkıyönetim komutanlarının aldığı önlemler birdenbire 'orantısız'laşmıştı, sertleşmişti ve kapsamları genişletilmişti.

    yapılan eylemlerin yasal yaptırımları varken, bunların cezalarının 'makabine şamil' olarak (geriye dönük olarak) artırılacağı, o arada adam kaçırma eylemlerinin faillerine (kaçırılanlar serbest bırakılsa bile) idam cezası uygulanacağı ilan edilmişti.

    ayrıca olaylarla hiç ilgisi olamayan kişiler hapishaneye sokulmuştu. fakir baykurt'tan yaşar kemal'e, mümtaz soysal'dan uğur mumcu'ya, samim kocagöz'den, muammer aksoy'a, tarık zafer tunaya'ya kadar birçok yazar ve bilim adamı gözaltına alınmıştı. hükümetin yeni şiddet önlemleri alınacağını ilan eden açıklamalarından sonra, sadece bir gün içinde gözaltına alınan ve aranmakta olup da 'isimleri ilan edilerek' teslim olmaya davet edilen kişilerin sayısı 547'ye ulaşmıştı.
    23 mayıs'taki sokağa çıkma yasağı, dönemin birbirini izleyen önlemlerden biriydi. o günden sonra şiddet şiddeti körükledi ve telafisi imkansız olumsuzluklara yol açtı.

    ------

    aydın engin
    23 mayıs 1971: yeni ortam gazetesi yazı işleri müdürü; bugün: serbest gazeteci

    <'seçkin selvi sabahlığının omuz dekoltesini hafifçe açtı ve...'>
    balyoz harekâtı denen 'cadı avı'ndan birkaç hafta önce sıkıyönetim ilan edilmiş ve solcu olarak iyi kötü tanınmış hemen herkes çil yavrusu gibi dağılıp, yakayı ele vermeyeceği güvenli evler peşinde koşmaya başlamıştı. başlangıçta sığınacak, bir gece, hatta birkaç gece kalınabilecek ev bulmak pek zor değildi. ama sıkıyönetim sertleşmeye, 12 mart'ın 'utangaç faşizmi' dişlerini göstermeye başladıkça sığınak bulmak da zorlaşmaya başladı.

    balyoz harekâtından bir gün önce bu durum doruğa çıktı. görünüşte güvenlik güçleri 'efraim elrom'u arayacaktı. ama bu işlerin yabancısı olmayanlar, yakalananın siyasi poliste işkenceye yatırılmacasına gözaltına alınacağını biliyordu. o yüzden balyoz harekatının arifesinde, o gece, ertesi gün ve gece kalınabilecek ev aramak birincil ve öncelikli hedef oldu.

    biz de harun karadeniz, osman arolat, masis kürkçügil'den oluşan küçük grubumuzla sığınak peşine düştük. harun karadeniz kanserdi. masis kürkçügil de ermeni. yani öncelik onlardaydı. akşamüstüne doğru onları yerleştirmeyi becerdik. osman arolat'la ben ise taksim meydanı'nda kalakaldık. hava kararmak üzereydi ve nereye gidebileceğimizi bilmiyorduk. harbiye yakınlarında oturan tiyatro oyuncusu bir karı kocanın kapısını çaldık. aralanan (açılmayan, sadece aralanan) kapıda, 'acaba bu gece osman ve ben...' diye başlayan cümle, 'bizim ev de gözetleniyor, kusura bakmayın' cevabıyla ağzımıza tıkıldı ve kapı suratımıza kapandı. cihangir'de bir tanıdığın kapısını çaldık. açılmadı bile. beşiktaş'ta uzak bir tanıdık kapısını gülerek açtı ama gülerek de ekledi: 'afişlerle arananlardan üçü bu gece ve yarın bizde. yani yer yok.' haklıydı.

    ortada kalmıştık. taksim meydanı'na döndük. taksim'de durumu bizden farksız, siyasal örgütleri farklı çok sayıda tanıdıkla, konuşmadan göz göze geldik. kararmış havada fantezi çözümler üretmeye başladık. kıvılcım osman arolat'ta çaktı: 'etiler'e gidelim. seçkin selvi bize kapısını mutlaka açar.' sokağa çıkma yasağının başlamasına bir buçuk saat kala, son dolmuşlardan birine atlayıp etiler'e gittik. seçkin selvi'nin kapısını çaldık. kapıyı seçkin açtı. sormadan anladı, duraksamadan gülümsedi: 'böyle bir günde beni düşündüğünüz, bana geldiğiniz için sevindim, onurlandım, sağolun' dedi.

    gerilmiş sinirlerle tatsız tutsuz şakalar yaptık, birkaç lokma yemek yedik ve çok da gecikmeden yattık. sabaha karşı kapı çok sert vuruldu. ben salonda yatıyordum. kapıyı açtım. silahlarını üstümüze doğrultmuş beş-altı askerin önünde heyecanlı bir astsubay içeri daldı. evde seçkin'in mışıl mışıl uyuyan üç çocuğu hariç hepimiz ayaktaydık artık.

    erler odaları ararken, astsubay kimlik istedi. onat kutlar'ın sağladığı sahte adlı, gerçek fotoğraflı 'sinematek üye kartları'nı uzattık. astsubay 'bu ne be' filan demedi ama seçkin'e bakıp "bunlardan hiçbiriyle soyadın tutmuyor senin" dedi. seçkin, üstüne geçirdiği sabahlığın omuz dekoltesini hafifçe açıp, en fettan edasıyla cevapladı: 'evli değiliz ki...'

    astsubay kıpkırmızı kesildi. erleri toplayıp çıktı gitti. artık uyumak mümkün değildi. sabaha kadar oturduk. gün ağardı. in cin top oynayan sokaklarda sadece askeri araçlar dolanıyordu. öğleden sonra kapımız yine çalındı. bu kez bir yüzbaşı ve arkasında erler. o da kimlik kontrolü yaptı. bizim sinematek kartları yine işe yaradı.

    akşam radyodan elrom'un cesedinin bulunduğu haberi yayımlandı. balyoz harekâtı osman arolat, ben ve seçkin selvi için tepemize balyoz inmeden sona ermişti. ama yaşamımızda değişiklik yoktu. yine kaç-göç oyununa devam ettik. taaa yakalanana kadar...

    -------

    fahri aral
    23 mayıs 1971: iü orman fakültesi öğrencisi; bugün: istanbul bilgi üniversitesi yayınları genel yayın yönetmeni

    <'statik ders kitabını stalin diye sorguladılar'>
    ben o günlerde dev-genç davasından dolayı aranıyordum, ancak efraim elrom olayına karıştığım iddiası da, sıkıyönetim bildirilerinde, afişlerinde yer almıştı. ancak yaklaşık 11 ay sonra yakalandığımda, hiçbir ilişkimin olmadığı ortaya çıktığı için bu konuda bir sorguya dahi tabii tutulmadım. ama olsun, bir kez 'halk düşmanı' ilan edilmiştim artık...

    elbette ki o 'fırtına 1 tatbikatı' diye tabir edilen günü, aradan 35 yıl geçmesine rağmen unutamıyorum. daha sonra da bunun devam olan 'fırtına 2' gelecekti... o mayıs günü sokağa çıkma yasağı gelirken istanbul'da adeta bir zamanlar çok yaygın olan 'felaket filmleri'ndeki sahneler yaşanıyordu. evlerine dönmek için koşturanlar, duraklarda üst üste otobüs, minibüs bekleyenler, ellerinde ekmek, yiyecek torbaları olan telaşlı insanlar, karanlık basmaya başlayınca, kavşaklara yerleşen, polis, jandarma ve kontroller...

    devlet 'anarşist', 'katil', 'devlet, halk düşmanı' kendi deyimiyle 'şehir eşkıyası' ve kendince 'suçlu' ilan ettiği sayıları 600'ü bulmayan vatandaşını yakalamak için 5 milyon vatandaşının yaşama özgürlüğünü bir günlüğüne elinden alıyor, kıpırdamamasını, olduğu yerde durmasını istiyordu. bugünü bırakın, o gün dahi dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir ilkellik, bir barbarlıktı bu. düşünebiliyor musunuz, binlerce asker ve polis hiçbir yetkisi olmadan evlere giriyor, gördükleri her kitaba saldırıyor, kitapların sahiplerini sorguya çekiyor (statik ders kitabını stalin diye sorgulayanlarından tutun daha sonra dilden dile anlatılacak nice ilginç olaylara kadar...) şüphelendikleri kişileri gözaltına alıyordu... tam bir insan avıydı bu...

    sonuçta ne oldu? koca bir şehrin elinden alınan özgürlüğünün sonunda 'aranan' bir iki kişinin dışında da kimse yakalanmadı. ben bir gün önce akşam bir arkadaşımla tüm kontrol noktalarını aşarak, maslak - hacıosman sırtlarındaki ormanlık sahadan sarıyer tepelerine sabaha karşı ulaştım ve sokağa çıkma yasağı olan günü de burada bir evde geçirdim. tabii oraya kadar gelmediler. bana da bir şey olmadı. on ay sonra yapılan 'fırtına 2'yi de gültepe'de bir evde geçirdim.

    sonuç olarak söyleyebilirim ki, bu tür 'tatbikat'lar en baskıcı, en totaliter rejimlerin dahi hele istanbul gibi bir şehirde- en son akla getirebileceği yöntemlerdir. ama bizim aklıevvel cuntacılarımız için insan hakları, kişi hakları, yaşama özgürlüğü vb. gibi şeyler olamazdı. tabii cunta zevatının uzantıları, bu yöntemleri çok daha farklı ve sonuç alıcı olarak 12 eylül askeri darbesinde de uyguladı. bunu da unutmamak gerekir.

    kaynak: şule çizmeci, "balyoz gecesi hatıratı...", radikal cumartesi, 20 mayıs 2006
    http://www.radikal.com.tr/….php?ek=cts&haberno=5878
  • deniz gezmiş ve (bkz: mahir çayan) ilk tutuklananlar arasındadır
  • aydinlari da *** hedef alan harekattir.
  • bu harekatta tüm sol örgütlere tutuklamalar ve kapatmalar aracılığıyla göz dağı verilmiş ve bu yolla toplumda refah ve huzur sağlanmaya çalışılmıştır.
  • nihat erim'in 23 nisan dolayısıyla 1971 senesinde anadolu ajansına verdiği demeçteki "... alınacak tedbirler balyoz gibi kafalarına hemen inecektir" sözünden çıkan harekat.
  • balyoz harekatını 9 mart cunta girişiminin pasifize edilmesinden bağımız düşünmek mümkün değil.

    - faruk gürler 9 mart'ta düğmeye basmayınca, cunta içinde yer alan sivil aydınlar (avcıoğlu, soysal gibi) devletin natocu kanadı için bir hedefti.

    - aslında 12 mart'tan hemen sonra sular durulmuş gibiydi. teknokratlar hükümeti kurulmuş, demirel bile, istemiyerek de olsa, nihat erim'e bakan vermişti (sonra onları alacaktı).

    - ancak ihtilal hareketleri kaybetmeyi kaldırmaz. ihtilali yapamadı iseniz, karşı taraf ilk fırsatta sizi tasfiye eder. nitekim elrom'un kaçırılması buna sebep değilse de vesile oldu. ki zaten cuntacı askerler emekli edilmişti ordudan. hatta belgeselde de anlatıldığı gibi emeklilik kararlarının imzası da demirel'e nasip olmuştur.

    - başta faik türün olmak üzere karşı taraf bunu bir tasfiye fırsatı olarak görmüş, hem cuntaya katılan sivil aydınları, ardından da tüm sol grupların önemli isimlerine o zamanın tabiri ile tevkifat çıkarmıştır.

    - her ne kadar mahkemede aklansalar da örneğin avcıoğlu ve soysal 1,5 yıl yattı. diğerleri de benzer süreler aldılar.

    - bu arada zaten mahirler operasyonlarla öldürülerek tasfiye edildi. denizleri de astılar malum.

    - operasyonun asıl amacı sol'un kanaat önderlerini tamamen pasifize etmek olmuştur. eline silah alanlar için görece iş kolaydı. çünkü onlar zaten ortalama halk gözünde "anarşist!" idi. ancak asıl eli kalem tutan, veya sendikal harekete katılmış sivilleri tasfiye etmekti amaç.

    - nihat erim chp'nin zaten sağ kanadına yakın olduğu için bu görevi üstlenmiş oldu. ne var ki bu zaferi! ona da siyaseten istikbal getirmeyecek, bir süre sonra hükümet düşecek, kendisi de sahneden çekilecektir.
  • nihat erim'in trt'de "alınacak tedbirler kafalarına balyoz gibi inecektir!" açıklamasından sonra türk solu'na karşı yapılan sindirme ve tutuklama hareketidir. hatta bundan çok daha öte, sol türk örgütlerini şehir dışına sürüp eşkiya damgası yapıştırmak amaçlanmıştır. kıra gidenlerin neredeyse tamamı düşmüştür. çok da önemli değildir gerçi, kalanların ve mücadelesini pasif direnişlerle sürdürenlerin akıbetleri de kemal türkler gibi olmuştur. on yıl eksik, on yıl fazla, pek bir şey değişmemiştir.
    ayrıca dönemde askeri bir darbeyi destekleyen sol görüşlü subayların bir kaç günde saf dışı bırakılmasıyla birdenbire demokrasi sevdalısı kesilen güruhun da yıllar sonra mağduriyetlerini haykırmalarından daha büyük bir riyakarlık olamaz. demek ki tatlı su solculuğunun tarihi düşünüldüğünden daha eskidir.
hesabın var mı? giriş yap