hesabın var mı? giriş yap

  • latincesi :hypericum perforatum

    bitki çiçeklenme zamanı güneşli havalarda toplanır havadar bir yerde 35ºc de kurutulur.
    sepi maddesi, flavonoid, hyperizin, glikozit ve diğer maddeler içerir.
    bitkinin ağrı dindirici, safra kesesini uyarıcı özelliği vardır.
    sakinleştirici etkisi nedeniyle kronik mide, karaciğer, safra kesesi ve böbrek şikayetlerinde, jinekolojik hastalıkların tedavisinde kullanılır.
    kalbi ve karaciğeri kuvvetlendirir, böbreği temizler, yaraları iyileştirir.
    çay olarak;1 çay kaşığı bitki1/4 litre suda bırakılarak veya kaynatarak hazırlanır ve gündüz içilir.
    binbir delik otunun yağını elde etmek için çiçekli bitki zeytin yağı içerisine batırılıp bir şişe içinde 14 gün güneşte bırakılır ve zaman zaman sallanır. bu yağ yanık yaralarında, güneş yanığında ve hemoroidde kullanılır.
    aşırı kullanım derisi hassas kişilerde allerji yapar.
    bu yağ koyu kırmızı renktedir.
    çiçek yaprakları ve küçük yaprakçıklarda yağ dokusuyla bezenmiştir. işığa tutulduğunda küçük delik olarak algılanır.
    bu adı buradan gelmektedir. yağda bulunan çözünen kırmızı renk maddesinde karotin (vit.a) bulunur.
    yağın hormonal etkisi sebebiyle erkek ve kadınlarda yaş dönümü olumsuzluklarında başarı gösterir.
    kadınların adet düzensizliklerini dengeler. yağ midedeki asit dengesini normalleştirir. safra kesesini uyarır. mide barsak fermantasyonunu düzenler.

  • tamirat tadilat işleri için whatsapp üzerinden yazıştığım ustalara karşı zorunda hissettiğim eylem. temiz bir istanbul türkçesi kullandığımda hayatın sillesini yememiş, kazıklanmaya açık enayi profili çiziyorum. işimin görülmesi için böyle laftan anlamayan, adam yaralamadan içeri girmiş, denetimli serbestlikle salıverilmiş, kolları façalı bir tip gibi görünmeye çalışıyorum. bağlaçları yanlış yazarak başladım bu işe fakat hiçbir işe yaramadı. süreç içerisinde dozu gitgide artırmak zorunda kaldım. "ağnadım agbey" falan yazıyorum artık. bu yüzden son bir ayda türkçe bilgim de bir hayli geriledi. ana dilimde b2 seviyesine falan düşmüş olabilirim. bu sorunu yaşayan suserler ile bir türkçe şurası toplayıp ustalarla iletişim için özel bir dil geliştirebiliriz diye düşünüyorum. saygılarımla

  • yurt dışında merak salıp evde yapmaya başladığım içecek. içenler vefa'da daha güzel derler.

    benim gibi yurt dışındaysanız ve maya olarak kullanmak için boza bulamıyorsanız. kurumuş ekmekleri bir sütlaç tabağının içinde suya yatırın. küçük tırnak yarısı kadar yaş maya da koyabilirsiniz. fazla koymayın yoksa kokusu alınıyor bozada. tabağı sıcak, güneş gören bir yerde 4-5 gün bekletin. gerekirse su ekleyin kurumasın. karışım ekşiyecek iyice.

    sonra darı alacaksınız. ben darı diye mısırı bilirdim. mısır değil bu. aynı zamanda ingilizcesi millet olan tahıla da deniyor (bkz: darı irmiği) . mısırla yapmaya kalkmayın. şu tahıl oluyor kendisi:
    http://en.wikipedia.org/wiki/proso_millet

    bu küçük boncuk gibi olan tahıldan tencerenin altıda birine koyun, bir avuç bulgur, bir avuç pirinç, sonra geri kalanına su ekleyip kaynatın. alet kaynayacak ve sık sık karıştırışacak. darı şişip tüm tencereyi kaplıyor. karıştırın ki alttan yanmasın.

    bir saat falan kaynadıktan sonra soğutun ve el blendiriyle öğütün. sonra en meşakkatli kısma geliyoruz. tüm karışım en küçük delikli süzgeçten geçirilecek kaşık sırtı baskısıyla. posa bir tencereye, süzülen boza kıvamındaki sıvı bir tencereye. posayı isterseniz tekrar su ekleyip kaynatabilirsiniz. çok verimli olmuyor ama sıvı çok yoğunsa doğrudan su eklemek yerine ikinci kaynayıp süzülenden eklemek daha mantıklı. kıvamını ayarlarken su eklerken çok cıvıtmamaya özen gösterin unutmayın ki boza yoğun bir içecek.

    iki çorba kaşığı da kepekli un teflon tavada yağsız kavrulacak. kızıla dönmüş kavrulmuş unu da karışıma ekleyin. un kısmı isteğe bağlı. olsa da olur olmasa da. olunca daha iyi oluyor sanki.

    sonra elde ettiğiniz sıvıyı "m e t a l o l m a y a n" bir kaba alıyorsunuz. bu en büyük püf noktası. bakteri metali sevmiyor. aynısı kefir için de geçerlidir.

    sıvı 45 derecenin altında soğuyunca önceden başladığınız ekşimiş mayayı yine süzgeç ve kaşık sırtıyla karışıma ekleyin. erken (sıcakken) atarsanız mayanız ölüyor ve emekleriniz boşa gidiyor (tecrübe). bir sütlaç kabı büyüklüğünde toz şeker ekleyip evin sıcakça bir kısmına koyun. 2-3 gün sonra şeker tadı gidip boğazı yakan tat gelmesi lazım. daha sertleştirmek ve alkol miktarını artırmak için mayayı daha çok şekerle beslemek isteyebilirsiniz. ben genelde 3. gün bir o kadar daha şeker atıyorum. zaten çok üremiş olan bakteri kısa zamanda tüketiyor şekeri ve boza sağlamlaşıyor.

    4. 5. güne boza hazır.

    mutfak sitelerine kopyalayacaksanız kaynak belirtirseniz sevinirim.

  • 24/25 şubat 1942 gecesinde los angeles'da bulunan hava savunma bataryalarının bir anlık gaz sonucu "orada olmayan" bir düşmana karşı sergilediği anlamsız savunmadır.

    her bilinmeyeni ufolara bağlamak bir yana, abd ordusunun ciddi şekilde kendisini rezil ettiği olaylar zincirinin bir halkasıdır. olası bir japon hava saldırısı* için hazır bekleyen los angeles hava savunma askerleri ve gönüllü sivilleri 24 şubat günü los angeles hava sahasının 120 mil batısında bir grup uçak görüldüğünün ve 10 saat içinde hava saldırısı olabileceğinin açıklanmasıyla hazır hale getirildiler.
    buraya kadar normal gelişen olaylar radarla takip edilen "cisimlerin" radar menzilinden çıkmış ve los angeles hava sahasında bulunmamış olmasına rağmen 24/25 şubat gecesi radara yakalanan tek bir cisim koca bir japon uçak filosu yerine konmuş, emir verilmiş, şehir karartma altına alınmış ve bataryalara ateş serbest emiri verilmişti.

    o tek cisimin ufo olduğunu düşünmek, olmayan bir düşmana karşı şehiri savunmaya çalışıp 12.8 kalibrelik 1440 mermi atan amerikan ordusunun imajını biraz kurtarıp bu hatada payı olanları biraz temize çıkartır. sadece "biraz".

    radar alanı içinde bulunan ancak uçaksavar bataryalarının attığı 12.8 mm uçaksavar mermisi menzili dışında uçmaya devam eden hava tahmin balonu olayı daha da karıştırmaya devam etti. radarlardan çelişkili bilgiler geldikçe bir saldırı olduğu düşüncesi devam etti ve boş hava sahası yerden atılan mermi ve toplar ile dövülmeye devam edildi. yer bataryaları dumandan birşey göremez hale geldiğinden bir süre sonra da olay şansa güvenerek yapılan atışlar halini aldı. bu sırada çoğu sivil ise evinin çatısından veya tepelerden bu olayı izlemeye devam etti.

    birçok radardan gelen yüzlerce, onlarca ve hatta birkaç japon uçağının 2000 ve 20000 feet arası yükseklikte uçtuğu bilgileri heyecanın devam etmesini sağladı. bu değişik bilgiler o an yerden atılan uçaksavar mühimmatın havada patlayan parçalarının radara yakalanmasından başka birşey değildi ancak o sırada bunu kimse değerlendirmedi.

    "yüzlerce" japon uçağının varolma ihtimaline karşı şehire düşen bir bomba bile olmadığı farkedildiğinde atışlar yavaşladı ne nihayet kesildi. olaydan birkaç gün sonra ise açıklamalar yapılmaya başlandı.

    "savaşın gerginliği içerisinde yapılan bir hata" olarak özetlenen bu olay geride dost uçaksavar ateşinin yere düşen parçaları ile hayatını kaybeden 3 sivil, karartma sırasında trafik kazası yaşanması sonucu 1 can kaybı, o heyecana dayanamayıp kalp krizi geçirip hayatını kaybeden 3 sivil bırakarak ve adına "los angeles çarpışması" gibi afili bir isim verilerek tarihte yerini aldı.

    olayın sonrasında savaşın ciddiyeti içerisinde, amerikan ana karasının hava savunma bataryalarının beceriksizliği, olası düşman uçaklarını karşılamak için amerikan uçaklarının kaldırılmayışı, savaş sanayi bölgesinin kıyıda açık hedef olması gibi konular çok konuşuldu ve eleştirildi.

    sonuç olarak; amerika birleşik devletleri sınırları içinde sivillerin ikinci dünya savaşı sırasında ilk defa savaşı gördüğü ve dahil olduğu olaydır. 2.000.000 sivil üzerinde bir etki yaratmış, moral ve motivasyon üzerinde olumlu* ve olumsuz* etkisi olmuştur.

    not: savaşın sonunda japon yetkililer los angeles'a bir hava saldırısı yapmadıklarını, hatta oraya uçak bile göndermediklerini sadece seattle civarında denizaltılardan fırlatılan uçakların sıklıkla kullanıldığını açıkladılar.

  • beyler toplanın size tamamen bilimsel ve öğrenimi kolay bilgi vaad ediyorum.

    herkesin bildiği bir ilacı, augmentini ele alalım. augmentin 1000 mg amoksisilin (klavulanik asit dahil) içerir. bu ilacın 4 adet muadilini yazalım: klamoks, croxilex, klavunat, amoklavin. bu ilaçların hepsi 1000 mg amoksisilin içerir. bu duruma farmasötik eşdeğerlik denir. peki nedir aradaki fark? bunu anlamak için önce biyoyararlanım nedir bilmek lazım.

    biyoyararlanım bir ilaçtan gördüğümüz faydayı ifade eder. yani bize ne kadar etki ettiğini. orijinal ilaç olan augmentinin biyoyararlanımı %100 kabul edilir. yukarıda saydığım muadillerinin de %80-125 arasında olma zorunluluğu vardır.

    gelelim zurnanın zırt dediği yere. kötü gözle baktığımız muadil ilaç, aslında orijinal ilaçtan %25 daha etkili olabilir. bahsettiğim ilaçlardan hangisi %80 hangisi %125 etkili bunu ne doktor ne de eczacı biliyor. ben eczacıyım bilmiyorum. bilen doktor ve eczacıya da rastlamadım. çünkü bu alenen paylaşılan veya kolayca ulaşılan bir bilgi değil. o halde hangisi daha etkili bilmiyorsa doktor neden x ilacını yazıyor veya eczacı neden y ilacını veriyor bunları açıklayalım sonraki paragrafta.

    doktor:
    - ilaç firmasıyla maddi anlaşması vardır.

    - yazdığı ilacı biliyordur, aklına ilk o geliyordur. (piyasadaki muadillerin çoğunu bilmiyor doktorlar, bu bir eksiklik de değil)

    - yazdığı ilacın daha etkin olduğuyla ilgili hastalardan geri dönüş almıştır.

    eczacı:
    - ilaç firmasıyla maddi anlaşması vardır. (hakkıdır, parasını ilaç ticaretinden kazanıyor. zaten adam ilaç firmasından alıyor ilacı, tabi ki oturup pazarlık, anlaşma yapacak. devletten aldığı bir maaşı yok. karını arttırmak istemesi son derece normaldir.)

    - yazılan ilaç elinde yoktur.

    - yazılan ilaç fark çıkarıyordur ve hastalar para vermeye itiraz ediyordur.

    gelelim daha da önemli bir bilgiye. orijinal nedir muadil nedir. orijinal ilaç, o ilacı keşfeden firmanın ilacıdır, muadil ilaç ise gerekli izinleri alıp o ilacı üreten bir başka firmanın ilacıdır.

    beyler türkiye'deki ilaçların neredeyse hepsi zaten muadildir. yani yukarıda bahsettiğim augmentin de zaten muadildir, çünkü amoksisilini keşfeden gsk (augmentini üreten firma) değil ki, hatta k.asitle kombinasyonunu deneyen ilk firma bile değil link. neyin kavgası bu? majezik dediğiniz ilaç muadil mesela. kanser gibi ilaçlarının patent süresi dolmamış hastalıkların dışındaki ilaçların hepsi muadil zaten, hangi orijinalden bahsediyorsunuz siz?

    başlığı açan arkadaşın olayı muadil ilaç değil daha farklı birşey, çünkü muadil ilaç daha ucuz olur genellikle, daha pahalı olmaz. ya o eczacı çok farklı bi kazık denemiş ya da arkadaş yalan söylüyor.

    boşuna dövüşmeyin aldığınız tüm ilaçlar muadildir. sağlık sisteminin, hastanede ve eczanede dönen dolapların, yediğimiz kazıkların içinde muadil ilaç olayı denizde su damlası kadardır. ınsanların en kolay farkettiği şey olduğu için millet bunu dolandırıcılık sanıyor. oysa en dolandırıcılık olmayanı bu.

    son olarak güvendiğiniz, vicdanlı doktorları ve eczacıları tercih edin.

    edit: muadilin muadili diye birşey yoktur. piyasadaki bütün muadiller %80-125 aralığındadır. %80'i baz alıp, onun da %80'ini tutturup %64 biyoeşdeğerlikte ilaç üretilmesi bilgisi hayal ürünüdür.

    kırım kongo kanamalı atesi ekledi; ilaç firmaları genelde %95-105 aralığını tutturmaya çalışıyormuş.

    edit2: beecham ko-amoksilavı ilk kullanan firma fakat zamanla gsk'ya satıldığı için şu anda patent sahibi de gsk oluyormuş bu da augmentini orijinal ve diğerleri için referans ürün yapıyor.

  • lise 2.. latince sınavı.. soru: "latince bir deyim yazınız"
    istenen cevap: veni vidi vici türünde ünlü bi söz
    arkadaşın aklına hiçbişey gelmedi... o da türkçe bi deyimi alıp çat pat latincesiyle latinceye çevirdi! deyimin türkçesi: "herkes gider mersine ben giderim tersine"
    latincesi: "omnis alea mersinae alea versae"!
    bütün bu emeğe karşı puan yok...

  • ben bilgisayar mühendisliğine girerken geleceğin mesleği diyorlardı, okulu öyle bir uzattım ki meslek öldü diyorlar artık, ben hâlâ mezun olamadım. bölümü üzerime kapatıp gidecekler o olacak.

  • toplu taşımayı özel şirkete verirsen kapatır da atar da satar da.

    böyle kolaysa herkes yönetir zaten istanbulu aq

  • bazen de kolinin ağır olmasından kaynaklanan durumdur.

    aynı gün, aynı saatte şubeye iki koli ulaşır, biri 500 gram, diğeri 18 kilo.

    500 gram olanı aynı gün adrese ulaşır. ağır olan gönderinin âkibeti internetten araştırılınca "alıcı evde bulunamadı" yazısıyla karşılaşılır.

    ne güzel lan, koli büyük veya ağırsa dağıtım aracına bile yüklemeden sisteme "alıcı evde bulunamadı" yaz gitsin aliminyum. kim uğraşacak, alıcı şubeye kendi gelsin.

  • bu konuda kafam gerçekten karışık.

    kılıçdaroğlu'na bir sempati besliyorum. adamın çabaladığını görüyorum, gelip burada sorularımızı bile cevapladı. gençleri kazanmak için uğraşıyor. ayrıca dürüst olduğuna inandığım bir insan. belki chp'ye oy versem bu zamana kadar gerçekten en içten, en isteyerek verdiğim oy olacak bu seçimlerdeki..

    ama bir yandan da işte hayatımızda bir akp gerçeği var. hdp'nin meclise girmesi gerekiyor. sadece akp için de değil, ben hdp'nin savunulan haklar adına da mecliste olması gerektiğine inanıyorum, zaman zaman yapılan hatalara ya da saçmalıklara rağmen bunu gerçekten istiyorum.

    sonuç olarak kalbim chp dese de mantığım hdp diyor. bu kafa karışıklığım son günlerde çok zorladı beni. geçen gün evde konuşurken de eşim şu soruya cevap verirsen belki kime oy vereceğini de belirlemiş olursun dedi:
    "kılıçdaroğlu'nu mu daha çok seviyorsun, yoksa tayyip'ten mi daha çok nefret ediyorsun?"

    benim cevabım nefretten yana oldu..