hesabın var mı? giriş yap

  • imar affı kahramanı akp'li hasan kaçan'ın ayin tweetidir. bu sözleri söyleyince koruma zırhı edindiğini düşünüyor olmalı.

    "bazi meşhur muhalifler "seçim zamanında susan sanatçılardan hesap soracağız" buyurmuşlar...
    bu korkutucu ve tırsıtıcı ikaz neticesinde susmayayım ki başıma bir şey gelmesin. o halde;
    yaşasın türk milletinin yüz akı erdoğan!
    yaşasın türkiye'nin büyük lideri erdoğan!"

    link

    hasan senin hesabın ayrı. sen boşver diğerlerini. imar affı reklamında oynayan bir ibişsin sen. utanman ve arlanman yok. utanmaz herif.

  • genetik mi tıp mı sorunsalına sahip olanların, yurtdışına gitmeyi gözleri almıyorsa, tıp yazmaları

    çünkü eğer moleküler biyolog olarak türkiye'de kalırlarsa, üniversitelerin "ucuz işçi" olarak kullandığı burslu master ve doktora öğrencileri olmak haricinde (an itibariyle) pek bir şansları yok. devlet üniversitelerinde asistan sınavıyla kadroya girme şansları olsa da, özel üniversitelerde, sigortaları ve emeklilik güvenceleri olmayacak, ve her halukarda doktoradan sonra post-doc olarak yurtdışına gitmeleri gerekecek ve hayatları boyunca akademik düzeyde savaş vermek zorunda kalacaklar... moleküler biyoloji ve genetik mezunlarının adam gibi bir lobileri olmadığı için tıpta uzmanlık sınavı'na girememeleri nedeniyle tanısal lablar da açamayacaklarının bilinmesi gereklidir. yani "gider özel bir genetik labı açar, para kırarım" diyorsanız, yanıldığınızı bilin. (tus'a hangi tıp dışı branşların girebildiği bilgisi için http://www.osym.gov.tr/…=2010_tus_ilkbahar_klvz.pdf adresindeki tus klavuzunu inceleyebilirsiniz, göreceksiniz ki, türkiye'de olduğunuz sürece, aldığınız yüksek puana rağmen biyolog olmanız, moleküler biyolog olmanızdan çok daha iyi)

    (bu kötü tabloya rağmen, eğitimleri sırasında biyoinformatik çalışmış ve bu arada coding öğrenmiş bir kısım yüce moleküler biyoloğun bilişim şirketlerinde rahatlıkla iş bulabilecekleri de unutulmamalıdır, ancak, öyle bir eğilim varsa, bilgisayar/elektrik-elektronik mühendisliği okunması daha mantıklı olacaktır.)

    eğer seçilen alan tıp olursa, öncelikle ellerinde garantili bir meslekleri olacak ve fakülte bittikten sonra, bazen hakkari yüksekova'ya bile olsa, illa ki bir yere atanacaklar. üstüne üstlük moleküler biyolog olmayı hala istiyorlarsa bir yandan çalışıp bir yandan da istedikleri moleküler biyoloji ve genetik eğitimini doktora düzeyinde alma şansları da var. hatta doktor oldukları için, gidecekleri bölüme hasta örneği sağlayabileceklerinden dolayı doktoraya kabul almaları da daha kolay olacak. bu yolu seçen insanlar hem rahat rahat para kazanabilecekler, yerleri yurtları belli olacak, hem de moleküler biyoloji ve genetik araştırmaları yapabilecekler.

    ayrıca tababet ve moleküler biyoloji arasında tercih yaparken tek farkın para pul olmadığını, aynı zamanda prestij de olduğunu hatırlatmak gerekiyor... md/phd olmakla sadece phd olmak arasındaki farkı "phd tofaş ise md/phd mercedes'tir bizim gözümüzde" diyerek açıklamıştı bir hocamız, bir tüp bebek laboratuarında. dolayısıyla, eğer insanlığın direkt olarak yararına olan bir araştırma yapmak istiyorsanız (kanser, koroner arter hastalığı, diyabet, hipertansiyon, infertilite vs), tıp okuduğunuz zaman vizyonunuz sadece moleküler biyoloji eğitimi almış bir insanınkinden çok daha geniş olacaktır. (ki bazı moleküler biyoloji ve genetik bölümlerinde biyoloji bile değil, sadece moleküler öğretiliyor, ne kadar eksik kalındığını siz anlayın)

    ama zaten diyorsanız ki "ben meyve sineklerinde kromozomların nasıl ayrıldığını araştırmak istiyorum", "çevreyi bir anda temizleyecek bir bakteri üreteceğim" (o biraz zor ama, neyse), ya da "gdoların çevreye verdiği zararı geriye çevirecek yöntemler araştıracağım", işte o zaman moleküler biyoloji ve genetik gerçekten de sizin seçmeniz gereken alan olur. ama idealist değilseniz, bünyenizi fazla zorlamayın.

    md/phd olmak için de, puanınız yetiyorsa hacettepe'ye girip tıp eğitiminiz sırasında phd'ye başlayabilirsiniz, ancak hacettepe olmadı diye moral bozmaya da gerek yoktur, tıp fakültesi bittikten sonra da phd yapılabilir, ve md/phd olunabilir. böylece sadece moleküler biyolog veya sadece tıp doktoru değil, hem doktor hem moleküler biyolog olunabilir.

    tüm bu yazılanlar, türkiye sınırları dahilinde geçerli olan şeylerdir. şayet derseniz ki "ben iyi bir öğrenciyim, bitirince amerika'ya gitmekten de korkmuyorum, sevgilim de olsa, evlensem de yine de giderim kardeşim", o zaman, türkiye'de alacağınız moleküler biyoloji eğitimiyle dünyanın her yerinde rahat rahat master doktora yapabilir, kanseri de diyabeti de rahat rahat araştırabilir, iyi bir iş bulabilirsiniz, iyi de bir prestijiniz olur (ki yine de, aynı not ortalamaları ve yayın/atıf sayısına sahip bir md/phd kadar olmaz onu da bilin).

    eğer tercih yapacak olan kişiler tüm bunların bilincindelerse, sorun yok, ama "genetik geleceğin mesleği, ben de içinde olmalıyım" gibi icraatın içinden kokulu bir gençlik hayaline kapılarak bunu yapıyorlarsa, tekrar düşünmeliler.

    sonradan gelen edit: delirmeyin olm gidin sizi kullanmayacakları köle yapmayacakları bir dal seçin. bu arada moleküler biyoloji tıptan çok daha iyi. tıpta onca eğitime para yok pul yok halk cahil, yaptıklarınızın hiç bir anlamı yok, paso dayak yeniyor falan. türkiye'de doktorluk yapılmaz.

    edit2: gdo'lar o kadar da zararlı değiller, her ne kadar bence burada "gdosuna göre değişir" demek daha makul olsa da.

  • bu cümle spiker ile suriyeli mülteci arasında geçen aşağıdaki diyalog içerisinde kurulmuştur. utanarak izliyorum.

    - neden avrupa'ya gitmek istiyorsunuz? bu dalgalı denize şişme botla girmek bile bile ölüme gitmek demek değil mi?
    + ne yapalım abi, para yok, iş yok, açız.
    - nereden geliyorsunuz?
    + istanbul'dan. istanbul'da herkes çalıştırıyor, kimse para vermiyor, yemek vermiyor abi. günde 14-15 saat çalıştırıyorlar, kullanıyorlar. suda ölmek burada kalmaktan daha iyi abi.

    hani nüfusunun %99'ı müslüman olan türkiyemiz var ya. hah. işte o türkiye'den bahsediyorlar.

  • insanlara olayın ciddiyetini hissettirmektir.

    2008 krizinde, o dönem çalıştığım şirket (ki kendisi türkiye'nin enn taşşaklı holdinglerinden birinin lokomotif şirketidir, bunu patron şirketi olmadığını özellikle belirtmek için yazıyorum) hızla düşen hammadde fiyatları sebebiyle on milyonlarca dolar zarara uğramıştı. hatta sonrasında ciddi bir küçülmeye de gitmek zorunda kaldı.

    bu kriz şirketi vurmaya başladığında alınan tedbirlerden ilki ne oldu biliyor musunuz? idari binanın ortasındaki çay standında bulunan meyve / bitki çaylarını kaldırmak ve sadece (sallama) siyah çayları bırakmak... şaka gibiydi.

    bir kaç gün sonra fabrikanın müdürüne direkt "allahaşkına kaç kuruş kârınız olacak?" diye sordum... o da bana "ne kârı? amaç kâr değil, çalışanların işlerin yolunda gitmediğini hissetmelerini, gerçekten anlamalarını sağlamak" dedi.

    efendim bu pandemi konusunda da işler yolunda gitmiyor. sebebi hükümetin parayı öncelikli tutan boktan politikaları biliyorum.. ama diğer bir sebebi de insanların umursamazlığı. işte bu 9-5 yasağı da umursamazlığı sorgulatıyor, insanların kendilerine biraz çeki düzen vermesini sağlıyor, "iş ciddi yav" dedirtiyor.

    bu sayede de 1 ay içerisinde yarı yarıya azaltılabiliyor vaka sayısı.

  • eski mezunlardan bir arkadaş, fakülteye dair ilginç olaylardan bahsediyor. şimdilerde asistan olan bir hocanın, dersten geçiş hikayesi...

    bunlar 9 kişi devamdan kalıyorlar. hoca çağırıyor odasına. diyor işte, gençler niye gelmediniz, niye kaldınız? anlatın sebebini, inanırsam geçiricem.

    öğrenci 1: babam felç geçirdi
    öğrenci 2: iflas ettik
    ö.3: sevgilim terk etti
    ö.4: babaannem sakatlandı
    ö.5: evimiz yıkıldı
    ö.6: tüp patladı
    ö.7: sel oldu
    ö.8: bıçaklandım

    türevi felaket senaryoları...

    hoca: sen niye gelmedin?
    bizim asistan: hocam geç yatıyorum, uyanamıyorum.
    hoca: niye geç yatıyorsun, bir yerde mi çalışıyorsun?
    asistan: yok. takılıyorum öyle

    hoca: seni geçirdim. diğer sekiz, siz kaldınız.

  • her akşam 123 (a/p) otobüslerinde yaşanan kopru yolcusu binmesin olayı yine yaşanır. yaşlı bi amca köprüde inmek ister şöför durmaz, durağı geçip amcayı indirir. herkes adama kızar adam bağara çağıra iner. indikten sonra otobüsteki biri
    - bunlar yüzünden uzaya gidemiyoruz

  • kanser ilacını bulamayıp, yardım istediğinde dilenci muamelesi gören kızı akla getiren söylem.

  • belit: bi dakka anne şu filmlere bi bakıyım...
    anne: korsan diil mi kızım bunlar?
    belit: evet ööle, bi dakka bişeye bakmaya çalışıyorum...
    anne: (satıcıya döner) hmm, demek korsan bööle oluyomuş.
    satıcı: biz diiliz hanımefendi cd'ler korsan...
    anne: haa...