hesabın var mı? giriş yap

  • az önce oldu:

    - amca bu ilacı niye kullanıyosun?
    - benim değil ki o ilaç... haa... benim benim... unutkanlık için.

    ilaç yazdırmak için gelenlerden bu kadar inandırıcısını görmemiştim.

  • yalnız bu hasan'ı, yağmur ormanları'na yalnız başına bıraksanız, 2 yıla sıfırdan kabile kurmuş olur. 5 yıla da game of thrones'da khaleesi'yi koluna takar. amk böyle bir insan olabilir mi lan?

  • kararı annenle beraber verirsin, ama bedelini yalnız ödersin.

    ‘gidersem beni aileden silecekler’ yazmışsın ya, bu demektir ki, seni zaten silmişler dostum. çok üzgünüm ama, seni daha doğmadan silmişler ki, seni, mutlu bir çocuk ol, mutlu bir hayatın olsun diye doğurmamışlar. belki, yaşlanınca yalnız kalmamak için, belki çocuk sahibi olmak onlar için bir ‘başarı’ göstergesi olduğu için, belki de, en iyi niyetli ifadesiyle, vatana millete hayırlı evlat ol, diye, ama seni ‘sen’ olabilmen için dünyaya getirmemişler. sen bir projeydin diğer çoğu çocuk gibi. üzgünüm, ama anlattıkların, veya en azından sana hissettirdiklerinden bunu anlıyorum. senin fikirlerine saygı duymuyorlarsa, kim olduğunla, kiminle olduğunla veya verdiğin kararlarla değişen bir ‘sevgi’ eğrileri varsa, yerinde ben olsam zaten, kendim ‘silerdim’ ailemi. ha, silmekten kasıt, onlarla iletişimi koparıp arayıp sormamak değil, onlara acı çektirmek değil; tüm vicdani yükümlülüklerimi yerine getirirdim, ama bir daha onlara güvenmezdim. bir daha hiçbirine yüreğimi açmazdım, hayallerimi anlatmazdım. akıl danışmazdım. bir daha beni üzmelerine izin vermezdim.

    şimdi fark ettim ki... kendimi anlatıyorum aslında.

    müdahaleci bir annenin kızıydım. başarılı, çalışkan, iyi aile kızı... ama sanki ne yaptıysam annemi mutlu edemiyordum. hep daha iyisi olmalıydı. daha başarılı, daha iyi, daha inançlı, hatta daha ‘mutlu’ olmam bekleniyordu. ağlayamıyordum bile. duygusal bir çocukluk geçirdim ama ağladığımda annemin öfkelendiğini hatırlıyorum.
    13 yaşında antidepresan kullanmaya başladım. yaygın kaygı bozukluğu ve depresyon tanıları aldım. annem doktorumla görüşünce bir-iki hafta iyileşiyordum, sonra o özüne dönünce ben de tekrar kötüleşiyordum.
    annem mükemmeliyetçi ve enerjisi tükenmek bilmeyen çalışkan, çocuklarıyla ilgili, titiz bir ev hanımıydı. yani dışarıdan göründüğü kadarıyla süperdi. muhafazakardı, ama eğitime önem veriyordu. ama ben ne yapsam ona yetemiyordum. annem açık fikirli değildi. beni kendi dar hayat görüşünün içine sığdırmaya çalışıyordu. yurt dışına çıkmama müdahale ediyordu, bir erkekle yakın ilişki kuramıyordum, doğru düzgün arkadaş edinemiyordum. karşı cinsten herkes, bütün insanlar benim için tehlikeydi.
    25 yaşına kadar erkek arkadaşım bile olmadı.
    23 yaşında hayatımda ilk defa aşık oldum, ama maalesef denk değildik. yani aramızda ciddi bir eğitim ve kültür farkı vardı. ancak ben sağlıklı bir ilişki kurabilsem zaten belki kendim anlayacaktım bunu, ama annem bu konuda da devreye girdi, ve beraberliğimize engel oldu. işte, ‘babana söylerim’ler, vicdan yaptırmalar, ‘ben yokum’lar... aynı zamanda tıpta uzmanlık sınavına çalışmaya çalıştığım bu dönem hayatımın en kaotik dönemiydi. ben o adamdan ayrıldım, ve maalesef bu ayrılık, belki de son derece sıradan bir insanı benim gözümde kahraman yaptı. annem istemeden buna sebep oldu. bir yıl boyunca annemin gözlerinin içine baka baka ağladım. gram yumuşamadı. annedir, yüreği dayanamaz derler, ama öyle bir dayandı ki...
    ben o yaşa kadar anneme hiç yalan söylemedim, biliyor musunuz? bir gün bile, en basit konuda bile yalan söylemedim. hani vazoyu kırar, ben yapmadım, dersin ya, veya bir gün arkadaşlarınla gizli saklı bir şey yapar, annenden saklarsın. o bile olmadı. ama çok hata etmişim. hayatıma o kadar karışıyordu ki, giyeceğim kıyafeti bile anneme soruyordum. onsuz hiçbir şey yapamıyordum. o çok becerikli bir kadındı ama ben hiçbir şey yapamıyordum. daha doğrusu o yanımdayken yapamıyordum, çünkü içimden gelmiyordu. çünkü yine bir kusur bulacak nasılsa, o yapsın, diyordum. o güne kadar çok sorun etmedim, ama hayatıma ilk defa ciddi boyutta karıştığı o sene, bende ilginç bir kırılma oldu. bir anda bir günde değil, bir süre içinde oldu bu. tam olarak ne kadar süre içinde oldu bilmiyorum. artık ben de anneme yalan söylüyordum. artık kesinlikle iyi olmak için çabalamıyordum. bazen kendime zarar veriyordum, kendime zarar verdikçe sanki annemden intikam alıyordum. ama özgürleştim. acı çeksem de özgürdüm artık.

    ben özgür olabilseydim, ben kendi kararlarımı verebilseydim, ben ‘ben ölünce kurtulursun’ vicdanına mahkum bırakılmasaydım, ben toksik bir anneye maruz kalmasaydım, belki şimdi daha huzurlu, daha sağlıklı bir insan olabilirdim. ben kendi hatalarımın bedelini kendim ödemek isterdim zaten.
    ama başkalarının hatalarının bedelini ödemek istemezdim.
    benim kimsenin dokunamadığı bir yer var içimde. en yakınım, en sevdiğim bile giremiyor. o yer hep acıyor.. bazen kanıyor, bazen kabuk bağlıyor. bazen isyan ediyor, bazen sadece susuyor. onu kimse anlamıyor. kimse tam anlamıyla sevemiyor. çünkü annemin sevdiğine hiç inanmadığım yer orası. sevilmeye layık değilmiş gibi. aslında o kendini sevdirmiyor. çünkü hep yalnız, hep mutsuz, hep gitmek istiyor. annem çok sevdi beni kendince ama ben o kişi olmasaydım, yine sever miydi, ondan bir türlü emin olamadım.

    ne zamanki sevmediğim bir yöne saptım, hayatım boyunca sevmeyeceğim bir hayatı inşa etmeye başladım. insanlar onu beğeniyor diye, ailem onu onaylar diye verdiğim bütün kararların bedelini ben ödedim. depresyona ben girdim. bitmeyen acıları ben çektim. öğrenmek neden bu kadar ağırdı. bedeli neden bu kadar ağırdı bilmiyorum, ama yalnızlık, başarısızlık, ve bunun gibi bütün şeyleri bedenime işlerken hep yalnızdım. olması gereken buydu belki, bilmiyorum.. bir zamanlar umutluydum. yazdıkça rahatlıyordum. sonra yazdıkça birikti. yazdıkça yalnızlaştım.

    sonra düzeldiğimi hissettim. büyüdüm. vazgeçmenin dayanılmaz hafifliğini içimde hissettim. eğer içinizdeki ağırlık annenizse, ondan vazgeçin. ondan vazgeçmek, onu bir daha görmemek değil. onun kusursuz olmadığını kabul etmek, onun da yanlışlar yapabileceğini fark etmek ve ona sınırlar koymak...
    ilk başta zorlayacak sizi. ama alışacak.
    alışmak zorunda.

    annelik kutsal mıdır bilmiyorum, ama kutsalın kendi kurbanını yaratmasına izin vermeyin.

  • rüyalar güzel buluşma alanları olabiliyor bazen. ben de babamı çok özlüyorum 30 ağustos’ta iki sene oldu. en son 3 gün önce eski evimizin banyosunda yüz yıkama sesi duydum. bakayım dedim bir baktım babam.

    güldü bana… baba sen öldün ama dedim. evet öldüm biliyorum dedi. ağlaştık ve birbirimize sarıldık. hatta doya doya sarıldık. sonra eşim uyandırdı ağlarken rüyamda…
    beynimiz bize çeşitli sınırsız oyunlar sergiliyor. öyle de olsa güzeldi.. çünkü başka yolu yok maalesef…

    debe editi: birkaç gündür girmemiştim ve mesaj kutumu dolduranlardan anladığım kadarıyla debeye girdiğimi fark ettim. buradan tüm mesaj atan arkadaşlara hisselerimi paylaştıkları için çok teşekkür ediyorum.

  • hiç dikkat ettiniz mi? kötü insanların arada yapmış olduklar iyilikler unutulmaz ve "hep kötülük de yapabilirdi, bak iyi tarafları da varmış" denilirken salt iyi gelmiş iyi giden insan için "kötü biri olmayı da seçebilirdi" diye bir şey denilmez.

    o sadece iyidir, odur onun vasfı.

    iyi bir adam olur, efendi olur ama eş bulamaz. beğenilmez. beğenilse bile aldatılır. keza aynısı kadın için de geçerlidir. iyi bir kadındır, eştir ama aldatılır ihanete uğrar. iyi olmak yetmez bir yerde çünkü.

    iyi birisi öldüğünde de "çok iyiydi" denilir geçilir ama bu kadardır. iyi olmak dünyanın ayarlarında varsayılan olarak atandığı için insanlar iyi değil de, kötü olduklarında fark edilirler. ve yine iyinin iyiliği zaten olması gerekenken, kötünün iyiliğine şükredilir.

    hiçkimse iyi bir insan için "kötü biri olmayı da seçebilirdi ama seçmedi o hep iyi oldu" demez ama kötü bir insan buğday tanesi kadar iyilik yapsa, o iyilik yıllarca konuşulur ve dahası "özünde hep iyi birisi olduğu inancı" ile daha çok bağlanılır.

    iyi insanın bir kez yaptığı kötülük, kötü birinin yaptığı bir iyilikle kıyaslanınca, kötü kazanır...

    belki buna daha somut örnekler verebiliriz. örneğin bülent ecevit mütevazı kişiliğiyle bilinirdi. malda parada pulda gözü yoktu. bir tane toros arabasıyla gider gelirdi meclise. ne oldu? arasıra bu özelliğiyle hatırlanır olsa da iyi birisi olması pek de fayda getirmedi ona. belki onyıllar sonra tarih kitaplarında iki satır söz edilecektir hakkında.

    oysa bir de sert görünümlü otoriter siyasetçilere bakalım. zihindeki yerleri kötüdür ama iyi bir şey yaptıklarında da "aslında özünde iyi" görüşüne iter insanları. öyle ki, insanlar, "bir gün beklemeye değecek kadar çok büyük bir iyilikleri dokunacak" beklentisiyle yaşarlar ömürlerini.

    evet, görüldüğü gibi iyi olmak çok da iyi bir şey değil. iyi olun ama beklentiniz olmasın...

    tanım: gerçek.

    edit: yazar burada kendi iyiliğinden ve takdir görülmesinden bahsetmeyip başlıbaşına "iyi olmak" kavramını ele almıştır.

    iyilik pragmatik beklentiler için yapılmaz. iyilik; tüm din kitaplarında, toplumsal normlarda, gelenek-göreneklerde insanlığın edinmesi gereken doğru bir vasfı olarak öğretilir. bu vasfa sahip olunduğunda da bu kadar kötülerin olduğu bir dünyada iyi olmak, iyi kalmak bir meziyettir ve bunu uygulayabilen kişiler aslında takdir görmelilerken böyle bir takdir yoktur. yani kimse yüceltmez iyi olan kişiyi ama sözkonusu kötü kişi olduğunda, o din kitaplarındakilerin, toplumsal normların, inanışların, adetlerin vaadettiklerinin tamamen tersinde ve üstelik büyük bir adaletsizlikle ödüllendirme sözkonusudur. bunu eleştiriyorum.

    ve iyi birisi nedir? iyi birisi, kötü olabilme iradesi varken bu iradeyi kötü olmamak için kullanan kişidir.

    edit: iyi olmaktan dolayı bir ödül beklemek değil, iyinin iyiliğinin sonuçlarıyla, kötünün iyiliğin sonuçları arasında adil davranılmamasıdır buradaki mesele.

    edit: okuduğumuzu anlıyor muyuz?

    iyi olmamak lazım, iyilikten hayır gelmiyor demiyorum. aksine iyi olunmalıdır. evren iyiler sayesinde ayaktadır. burada eleştirdiğim durum kötülere kazandırılması. kötü birinin bozuk saatin günde iki kez doğruyu göstermesi gibi yaptığı bir iyilik o kişinin tüm kötülüklerini örtmekle birlikte yüceltir. ben bunu vurguluyorum.

    kötü biri yüceltilmediği sürece iyi olmaya hiçbir ödül beklemiyorum.

    editler yetmeyince yeni bir entry yazmak farz oldu(bkz: #70243788)