hesabın var mı? giriş yap

  • hijyenin aslında insanın hayatında olmazsa olmaz olmadığının anlaşılması. eskiden en yakın arkadaşımın evinde bile yatamaz, evimden başka yerde tuvalete giremezdim. gerekirse bütün gün tutup eve dönene kadar tuvalete girmezdim. fakat ne zaman ki elazığ ktm'ye teslim oldum, o zaman gerçekle yüzleştim. ilk gece çok zorlandım, o leş gibi yastığa kafamı koyamadım, t-shirt'ümden kılıf yaptım, keçe gibi olmuş ve kokuşmuş battaniyeyi üşüdüğüm halde belimden yukarı çekemedim. taa ki gecenin üçünde uyandırılıp, allahın soğuk ve yağmurunda saatlerce dışarda bekleyip, sabah kahvaltı sırası, öğlen yemek ve akşam yemeği sırası bekleyip, deli gibi yorulana kadar, tüm günü bu şekilde geçirdikten sonra o rezalet yatağa bir an önce kavuşmanın hayalini kurarsınız ve o keçeleşmiş battaniyeye sarılıp mışıl mışıl uyursunuz. artık heryerde tuvalete girebiliyorum, heryerde uyuyabiliyorum. iyi ki askere gitmişim...

    hozat pertek toplaaaağğğnnnn

  • başlık: greyder kiralayıp gecekondu mahallesine gittim

    1- ufak çapta bi heyecan yaratıp geri döndüm
    2- lan ibne senin yuzunden az daha cocugumu kesiyodum

  • imkansızlıkların yarattığı sahte imkanların parıltısı üstüne enfes bir film leyla'nın kardeşleri. her şeyiyle tanıdık ve neredeyse bu toprakların gerçekliğine koşut bir şekilde bize ait bir gerçeği bize bizden daha iyi anlatan bir imkanın, cömertliğin ve yaratıcılığın mahsulü. daha önce de yazdığım gibi türk sinemacılarının neden iran sinemasını örnek alması gerektiğinin bilmem kaçıncı kanıtı bu film.

    filmdeki yoksulluğun panoraması türkiye'nin her yerinde koşulsuz bir şekilde karşımıza çıkan çerçeveye sahip. iktidarın otoriter yapısının baskıladığı toplumların değişmez refleksi olarak kaderle, yazgıyla, inançla kurulan özdeşimin yarattığı bireyin kimlik ve var olma sorunu leyla için kadın olarak katmerlenen bir var olma sorununa dönüşüyor. dinci iktidarların inanç kılıfına sokarak her türden kötülüğü normalleştirdiği, kadınları, çocukları özellikle toplumsal yaşamın süreğenliğinden saf dışı bıraktığı bir toplumsal kurgu içinde var olmaya çalışan onurlu bir kadının hiçbir kahraman titriyle sıfatlandırılmadan ölümsüz bir kahramana dönüştüğü filmlerden oluyor leyla'nın kardeşleri tüm sinemasal saflığıyla. iran sinemasının adeta babadan oğula miras doğallığı, sadeliği, bu sadelik ve doğallıktan doğan gerçekliğin şahitliği, omurgası hiç bozulmayan poetik lezzeti sinemasal zirvelerine bir zirve daha ekliyor.

    tüm yaşamını ona sadece belirli konularda seyirci olma özgürlüğü sağlamış bir erkekliğin kastı altında var olma çabası için mücadele ederek geçiren, yaşamını 4 erkek kardeşi, anne, babası için yani başka yaşamlar için bir tür hoş görü, idare ve denge sahasına dönüşmüş bir kadının, bu insanların hem zeka, hem nitelik açısından çok daha güçlü olan varlığını, kadınlığını, yaşamını bir kenara bırakarak onlara yol olma trajedisini ölümcül bir kırgınlıkla nakş ediyor izleyicisinin yakasına yönetmen saeed roustayi. hem de 39 yaşında. biz de tüm sinemasal dehası çehov, tarkovski kastıyla kutsanış nbc'nin kör gözüne senaryo ve kaba diyaloglarını sinema zirvesi olarak falan görüyoruz.

    leyla'nın gözyaşlarının aktığı sahnelere dikkat edin. isyanını, o gözyaşlarını dökmesine sebep olan yaşamın kırgınlığını bile dilediğince ifade edememenin acısını sessizce döktüğü gözyaşlarına katık ediyor. sadece o an olanlara, geçmişe ve gelecekte olabileceklere ağlamıyor leyla. yazgının şaşmazlığına, kurbanın boynunu bir bıçağa çoktan vermeye hazır teslimiyetine, her şeyin gün gibi ortada olduğu sınıfsal, kültürel, sosyal yapı içinde nizama, kurala, örfe, adete ve en önemlisi cebinde beş parası yokken alçakça bir kurguyla yoksulluğun koltuk altına bir gurur nişanesi olarak sokuşturulan sahtekar itibarın berhavalığına ağlıyor. her şeyin farkında olan leyla, diğerlerinin nasıl her şeyin farkında olamadığına ağlıyor. filmin başında bir işçi olarak hakkını almak için durup eylem yapmak yerine kaçan alireza'nın sözde onurlu davranışlarıyla gelenek ve gerçek arasında sıkışarak can veren geleceğini ancak ve ancak mücadele ederek kazanacağını anlaması ve fabrikaya dönmesi de boşa değil bu yüzden. yönetmen gelecek güzel günleri gerçeği çizgisinin dışına taşırmadan, boş umutlarla, aptalca bir itikat ve iyimserlikle gelmeyeceğini de kulağına fısıldıyor izleyicinin.

    yoksulluğun şakası yok ve leyla tüm bu gerçekliğin içinde bir suçlamaya, utanca, öfke ve nefrete kolaylıkla dönebilecek, bu içten içe kendinden, yoksulluğundan utanma halini uyuşturan boş inançlarla, batılla, sahte gururla ve egemen olanın hiç gelmeyecek olan hülyasıyla dövüşüyor gerçek bir trajik kahraman gibi. kendinden geçiyor diğerleri uğruna ama bunu fedakarlığın don kişot'luğuna soyunmadan yapıyor. dirayet ve itikadını gerçeğin can yakıcı yüzleşmesi ve hükümranlığı için hep diri tutuyor. herkesin öyle ya da böyle leyla'yı dinlemek, leyla'ya inanmak istediği rasyonel bir düzlemin üstünde seyreden neredeyse metafizik toplumsal sütun nihayetinde kendi düzleminde galip geliyor. yoksulluk bir suça, bir utanca, bir failliğe, kötü evlere, eşyalara, konforsuz yaşam alanlarına, sürgüne, kaçışa ve en önemlisi üstü sürekli örtülen bir yüzleşmeden azade zoraki bir sürekliliğe kavuşuyor.

    ve filmin finali... birçok yönetmenin altından kalkamayacağı ustalık dolu bir final yapıyor genç yönetmen saeed roustayi. doğru formüle edilmediğinde, doğru oyun ve mizansen olmadığında karikatüre, gülünç, bayağı, istismar dolu bir sefalet romansına dönüşebilecek o gerçekçi, can yakıcı finali neredeyse tüm gerçekliğinden -film boyunca ilk kez- taşırarak adeta gerçeküstü bir doruğa iliştiriyor. konfetiler, duygu geçişleri, durum ve atmosferin gerçeklikten adeta gerçekdışı bir merkeze, neredeyse aynı noktadan hiç hareket etmeden böylesine bir ustalıkla geçişi bu iyi filmi nihayetinde bir başyapıt haline getiriyor. binlerce film izlemiş biri olarak hafızamda sürekli yer alacak ve asla unutamayacağım, gördüğüm en iyi finallerden biri bu. bunca sadelik ve basitliğin içinden böylesine bir yol bulmak...

    the banshees of inisherin ile birlikte geçtiğimiz yılın en iyi filmi. bizim sinemacılara gerçek sinemanın doğasını anlatmak, öğretmek için döve döve izletilmesi gereken filmlerden.

  • onay bekleyen çaylakların bir kısmını otomatik olarak yazara çevirdik ve bunlara da sabırtaşı yazar dedik. yapılan aksiyonun makul bir sebebi vardı: onay bekleyen çaylakların sayısı her geçen gün biraz daha artıyordu. ancak geçmişten önümüzde miğferdibi çaylak alımları gibi çok başarılı olmayan bir örnek olay vardı. bu seferki onay bekleyen çaylak sayısıysa miğferdibinden çok daha fazla, bu yüzden herkesi tek seferde almamız mümkün olmayacaktı. peki ne yapmalıydık? onay bekleyen yaklaşık 41 bin çaylağın bari bir kısmını otomatik olarak yazar yapmalıydık ki, hem diğerlerinin de önü açılsın ve sıraları daha hızlı gelsin, hem de moderasyon olarak biz, yeni yazarların coşkusuyla kendine sığmayıp taşacak olan sözlüğün altını bir nebze de olsa çekip toparlayabilelim (herkesi bir anda alsaydık ne entry girilebilecekti, ne de okunabilecekti belki de). peki bunu nasıl yapacaktık? kimleri otomatikman yazar yapmalıydık? çaylak olarak geride kalanlara haksızlık yapılmış olmayacak mıydı? düşündük taşındık ve üç tane kriter belirledik, bunlara uyan kişileri yazar yapmaya karar verdik (sayıları 9300 civarlarında olan bu kişilerden 200 tane kadarının ilk 10 saat içinde uçtuğunu ekleyebilirim bir bilgi olarak). neyse, bahsi geçen kriterler şunlar:

    1-) sözlüğe henüz kaydolmuş, daha hiç sıra beklememiş çaylaklar bu gruba dahil olmamalıydı, zira bir yıldan uzun süredir onay bekleyen çaylaklar mevcuttu. biz de dedik, "sabırtaşı yazar olacak olan kişi nerden baksan bir en az 6 aydır bekliyor olsun". böylece sınır olarak 1 haziran 2008 tarihini koyduk. yani bir sabırtaşı yazar iseniz, sözlüğe kayıt olma tarihiniz 1 haziran 2008'den daha önce demektir. (neden özellikle "1 haziran 2008"?: çünkü o an öyle esti.)

    2-) onay bekleyen çaylak iken çaylak inceleme arabirimine düşen, ancak pas geçilen* çaylaklar da bu gruba dahil olmasınlar dedik. zira bu kişilerin entry'leri önceden incelenmiş ve yeterli seviyede bulunmadığı için pas geçilmiş. ancak bunların da sözlüğe küsmelerine gerek yok, başlangıç olarak şu entry'yi (bkz: #14333666) okumaları, belki de birkaç gün içinde yazar olmalarını sağlayabilir.

    3-) çaylaklar iki gruba ayrılıyor kabaca: a-) sözlüğe arada bir ya da nadiren girenler, hatta uzun süredir hiç girmeyenler. b-) sözlüğe hemen her gün girip "acaba yazar olmuş muyum?" diye kontrol eden hevesliler. 41 binlik nüfusu azaltmak adına bu iki grup arasında bir seçim yapma durumunda olduğumuzdan, sözlüğe daha sık login olan grubu tercih ettik ve kısaca dedik ki: yazara çevireceğimiz kişi, son 1 aylık dönem içinde sözlüğe bir kere bile olsa login olmuş olmalı.

    biliyoruz, bunlar çok mükemmel ve 100% hakkaniyetli kriterler değil, ama elimizden şimdilik bu kadarı geldi. sözlük, kendisiyle uyuşmayan yazarlarını temizledikten ve tekrar bir dengeye oturduktan sonra, buna benzer bir çözüm paketiyle tekrar gelebiliriz. bu arada tabii ki onay bekleyen çaylakları -yavaş yavaş da olsa- incelemeye devam edeceğiz. esen kalın.

  • uzak durulması veya trollenmesi gereken satıcıdır. geçen yine böyle bir satıcının reklamı düştü önüme, yorum bölümüne fiyat 600tl'ymiş, boşuna sormayın yazdım, onlarca kişi çok pahalıymış, bu fiyata alınmaz diye yorum yaptı, satıcı da biraz tepki gösterdi:)