hesabın var mı? giriş yap

  • ilki 1992-1993 ikincisi 1996-1997'de yapılmıştır. sonra her dört yılda bir olimpiyat gibi düzenlenmiştir. zaten yelkenin olimpiyatıdır.

    yarışmacılar dünyayı dönerlerden tek başlarınadırlar, karaya çıkmaları, teknelerden yardım almaları yasaktır. katılımcıların büyük kısmı fransızdır. ingiltere, avustralya, yeni zelanda gibi ülkelerde yelken camiası fransa'ya göre daha büyük ama fransızların solo yelken yarışlarına merakı daha fazla. bu tür bir iş büyük sponsorlar olmadan olmuyor ve fransız sponsorlar bu işe diğer ülkelerdeki sponsorlara göre daha çok para yatırıyor. denizciler içinde de fransızlar bu tür solo yarışlara daha yatkınlar çünkü dünyada solo yelkenciliğin temelinde 2 fransız var. bunlardan biri bernard moitessier, kendisi bir solo denizci olması yanında aynı zamanda fransızların kalbine de dokunabilen edebi bir yazar. yazdıklarıyla tüm fransızları etkilemiş. diğeri eric tabarly, teknik konularda solo denizciliğe birçok yenilik getirmiş yarışmacı ruhlu bir insan.

    dünya turu gibi gözükse de esasında bildiğimiz turlardan değildir bu. ekvator çevresi olan 40.000 km gibi düşünmemeliyiz. fransa'da les sables d'olonne diye bir diyardan başlar. yarışmacılar güneye iner, kanarya adaları'nın sağından ya da solundan geçer. ümit burnu'nun oradan güney okyanusuna girer. burada heard adası'nın kuzeyinden, avustralya ve yeni zelanda'nın güneyinden geçmek şartıyla antartika'nın çevresini dönüp cape horn'a gelir, sonra ver elini les sables d'olonne. yani dünya çevresinde dönülür ama bu çok güneydeki enlemlerde olduğu için mesafeler nispeten kısadır. karaya çıkmak mutlak yasaktır. atlantik'te biraz da zaten var olan akıntılar, rüzgarlar sayesinde yolculuk hem kuzeye hem de güneye doğru nispeten kolaydır. gemi trafiğine dikkat edip kıtalar arası tankerlere harslamamak daha önemlidir. yarışın ez zor kısmı 40 derece güney enleminden de daha güneydeki doğa mücadelesidir. (bkz: kükreyen kırklar) dalgalar apartman boyu falan olur, alabora olunca yardımın gelmesi imkansızdır neredeyse, bu yüzden zorda kalan yarışmacıya yardım en iyi ihtimal başka bir yarışçıdan gelecektir. göçmüşler hep burada ölmüşlerdir bu yarışta. güney okyanusu'nda dalga hızı 30 deniz mili civarı, dalga boyu 50 metre olabilir ve dalga yüksekliği de 20 metre olabilir. yani bu rakamlar hemen hemen böyledir 30 ila 70 arası oynar ama mesela 10 değildir hiçbiri. orada denize ve rüzgara dair her şey büyüktür, kocamandır, devasadır. kısaca sabit bir noktada durup üzerinize elli metre araları olan 20 metre yüksekliğinde binaların 30 deniz mili hızla gelip çarptığını düşünün. öyle olursunuz o denizde durursanız. bu yüzden güney denizinde sürekli gitmek gerekir, hiç durulmamalıdır.

    vendee globe'da tekne tasarımları bu 20 metrelik dalgalara göre yapılıyor. eskiden burada kullanılan yatlar da derin ve kocaman salmalıydı. bunlar güvenlidir, düzelme açıları büyüktür, 125 derece kadardır. yani direk 90 dereceden 125 dereceye gelse bile yat kendi kendine hacıyatmaz gibi tekrar 90 derece konumuna gelebilir. yani teknenin tam yan yattığını, hatta direğinin suyun içinde daha bir 35 derece daha döndüğünü düşünelim, orada hareketsiz bile kalsa salması sayesinde eski haline gelir. ancak bu tekneler denizi yararak ilerledikleri için güney denizi gibi bir yerde bu pek efektif değildir. bu sebeple buranın tekneleri derin değil tepsi gibi yayvan oluyorlar, salmaları da küçüktür ama salma ucunda bir torpido vardır. ancak buna bağlı olarak suya batmazlar dalgaların üstünde kayıp giderler. asıl amaç bu apartman boyu dalgaların ikisinin arasında kalıp, onlarla aynı hızda kopmaktır. güney denizinde rüzgar her zaman arkadan gelir. arka sancak, arka iskeledir ama arkadır. amaç bunu avantaja çevirip dalgalarla aynı hızda, onların gücüyle boy ölçüşmeden araya kaynamaktır. yayvan teknenin dezavantajı düzelme açısının küçüklüğüdür. bunlarda bu açı 105 derece kadardır. her iki dizaynın avantajları ve dezavantajları vardır her işte olduğu gibi ama tercih edilen daha çok sığ ve geniş olan tekne tipidir. diğer taraftan multigövdeler hiç kullanılmaz. bunlar çok daha hızlıdırlar ama düzelme açıları falan neredeyse yoktur, yan yatınca o pozisyonda kalır, düzelmesi çok zordur. ama ekipli yarışlarda bunların üstüne yoktur. bir grup kullanırken bir grubun uyuduğu takım yarışları vardır, burada bu teknelere daha kolay hakim olunur o yüzden devrilme tehlikesi tek başına bir yarışa göre çok çok daha azdır. tekne üzerine harcanan dikkat daha fazladır. bu yayvan tekne tip iyidir ama sonra atlantik'te arjantin'den kuzeye çıkarken kuzeyden gelen soluganlara dank dank diye vurulur, insanda kafa kalmaz. bu noktada derin tekne tipi olsa dalgaları yara yara huşu içinde gidecekti. ama tüm öncelikler anlı şanlı güney okyanusu'nundur. yarışmacıları bu yarışa tekrar çeken şey güney okyanusu'ndaki bu maceradır. orası uzaya çıkan uzay gemileri de dahil, insanlığa en uzak olunan noktadır. hani doğaya kaçış falan denen şeyin en kralıdır güney okyanusu'na gitmek.

    buradaki tekneler dünyanın en süper teknoloji mağazaları gibi donatılmışlardır. içeride masaya monte halde bir sürü son teknoloji yön bulma, haberleşme, radar cihazları vardır. sürekli olarak hava tahminleri alırlar. birkaç webcam, fransa'daki merkezle sürekli temas halinde olunan iletişim programları vardır. teknelerin otopilotları çok gelişmiştir. yarışmacılar her an aileleri ile temas halinde olabilirler, faxları, yazıcıları vardır. vakti zamanında bir yarşmacı kolunda oluşan ve mikrop kapan bir yarayı webcam önünde bir doktordan yardım alarak ameliyat etmiştir. bunun dışında yine de en az malzemeyi almak için büyük bir yarış içindedir herkes.

    yarışmacılar diş fırçalarının yarısından keserler böylece o kadar ağırlıktan kurtulmuş olurlar. tuvalet ve lavabo olarak birer kova kullanırlar.

  • sanırım bu yıllar 90'ların sonları ile 2000'lerin ortaları arasında yaklaşık 10 yıl devam eden bir dönemdi. sonra herkes kendi evine bilgisayar almaya başlayınca o güzel dönem de artık mazide kalmış oldu.

    o zamanlar şimdiki gibi kafeler sinek avlamazdı. misal biz oturacak masa bulabilmek için öğlen 12'den önce kafeye ulaşmaya çalışırdık. öğleden sonraları ise kafeler o kadar kalabalık olurdu ki kafe sahibinin tuttuğu sıra kağıdına ismimizi yazdırırdık. sırada bekleme süresi bazen 2 saati bile bulurdu. kafelerin bazıları atariler, normal oyun bilgisayarları ve sadece internet kullanımlık bilgisayarlar olarak bölümlere ayrılırdı.

    yine bu dönemin başlarında kulaklık diye bir icat pek yaygın olmadığı için internet kafelerin içinde son ses açık bilgisayar ortamı mevcuttu. fareler, klavyeler desen kirden kabuk bağlardı tabiri caizse. hele o toplu mekanik fareler... az sinir etmemişti bizi.

    "32 kişilik dust kuruldu, isteyen girsinnn", "pusmak yok", "ekran yapma aq", "rest çek", "impulse'yi aç" gibi efsane counter-strike replikleri inletirdi salonları. 4-5 kişi ile yapılan age of empires ii the conquerors multiplayer'ların ise tadından yenmezdi. tat demişken; o klavyenin yanına serilen gazete parçasının üzerinde yenilen simit ise internet kafe atmosferinin en hoş ayrıntılarından biriydi.

    the settlers'lar, heroes might and magic iii'ler, delta force'lar, red alert'lar midtown madness'lar, cm serileri, fifa 99-2000'ler, vs. en kral oyunlarıydı buraların.

    son olarak leş gibi sidik kokan tuvaletleri de unutmayalım.

    demem odur ki ben bile en az 3-4 yıldır bu yerlere hiç uğramadım. çocukluğumuzun eğlence merkezi olan buraları bu şekilde görmek biraz üzüyor beni. çoğu kafe de zaten playstation salonlarına çeviriyor kafeleri.

    neyse başkan bağırıyor: "17 bittiiii." kalkmam lazım...

  • 90+8 olmuş ve hakemle konuşmasan hakemle senin alakan yok. kaptan değilsin, faulu sen yapmadın, ısrarla itiraz edip sarı kart görüyosun daha hala zorlamaya devam ediyosun. evet operasyon amk ama fredin noel operasyonu.

  • geçen hafta kalabalık bir halde ezel izlerken;

    -ya bu şey değil mi? hani elveda rumeli'de de oynamıştı, berrak tüzünatak.
    +yok berrin panik atak.
    /berna kontra atak.
    -belgin kontraplak.
    +billur karabatak
    /belma ikiz yatak.
    ...
    ...
    ...
    epey gitti bu böyle.

  • evet çekinmiyorlar. osurmaya karar verip o an osuruyorlar...

    çok denk geldim bu insanlara .aşırı dikkatli ve burnu hassas bir insan olduğumdan mıdır, gece yolculuğunu sevdiğimden midir bilemem hep yakalarım (gece herkes uyuyor sanıp salıyor ipneler,ben uyur muyum lan baksana sen şu gözlere!)

    birgün star diyarbakır turizm ile silvana gidiyorum,acil gitmem lazım. tatil olduğu için uçaklarda yer yok mecbur otobuse bindim ilginç bir seyahat oldu,bu seyahatim osuruk nedir, ne kadar keskin olabilir,insan osuruk kokusu ile nasıl çift görür,kedi boku aslında güzel kokuyor olabilir mi,ense köküne saplanan keskin ağrı ne sebeplidir sorularına cevap bulduğum seyahat olmuştu.
    arkadaş osuruğun da bir şekli,bir derecesi olur. ne bileyim bu kadar keskin bir osuruk olur mu? o değil bu kadar keskin bir koku olur mu! coğrafyanın özelliği sanırım.arkadaş 4 yaşında çocuk osurur da bütün otobüs kokar mı? ne yedin sen minik şeymus? nedir derdin koçum o yaşta? oyle osurulur mu bitanem..ileride allah korusun kobay ederler adamı.

    horlayan mı ararsın, osuran mı, sümküren mi..ulan nerdeyim dedirtmiş bir seyahatti. koridorda çocuklar sıralanmış uyuyor,ayaklarımın altına bişeye çarpar gibi oldum bi baktım bir çocuk kafası! yatırmışlar koltukların altına! hay allahım..
    hani bir de bu şehirler arası otobuste ağlayan çocuklar var ya, hah onlar yoktu..bizim otobusdekiler direk anırıyordu

  • suç bunlarda değil, bunların büyümesine izin veren hükümettedir. yapılan çocuk istismarını başka bir grup yapsaydı hükümet en sert demeçleri vermekten çekinmezdi. adamlar yaptıkları açıklamayla eleştirenleri suçlu ilan etmişler. hem suçlu hem güçlüler. yazık oluyor bu ülkeye, bunlara gereken cezayı verecek devlet istiyoruz.