hesabın var mı? giriş yap

  • marketlerde satılan şu 32'lik falan kocaman paketli tuvalet kağıtları var, onları satın alamıyorum. sanki her gören "oha lan, o nasıl bir sıçmak öyle" diye düşünecekmiş gibime geliyor, utanıyorum. ikililerden alıp çıkıyorum.

  • ömrünü meiji dönemi‘ne kadar sürdürebilmiş geleneksel japon mibun sistemi, tarihteki diğer kast sistemleri ile mukayese edildiğinde alışılmışın dışındadır. feodal eski avrupa toplumlarında genellikle yukarıdan aşağı “aristokratlar > rahipler > burjuvalar > köylüler” hâlinde gözlemlenebilen hiyerarşik sıralamanın japonya’daki yansıması “savaşçılar (samuraylar) > çiftçiler > zanaatkârlar > tüccarlar” şeklindeydi. tüccarların en alt sınıf olma sebebi, sürekli parayla uğraşmaları ve bunun namussuzca bir iş olduğu düşünülmesiydi. yine de halkın en “aşağılık” kesimi tüccarlar değildi. bu dörtlü japon mibun sistemine dahil bile edilmeyecek kadar hor görülen bir grup daha bulunmaktaydı; burakuminler.

    budizm inanışında bütün canlılar önemlidir ve en küçük canlıyı bile ne amaçla olursa olsun öldürmek kesinlikle yasaktır. benzer bir şekilde şinto‘da da kan ve cesetlerle uğraşmak uygunsuzdur ve ölmüşlerin ruhlarına saygısızlık olarak kabul edilir. budizm ve şinto etkisinde olan heian dönemi sonrası japonya'da da bu durum farklı değildi. yine de birilerinin, günlük hayatta kullanılan eşyaların üretiminde kullanılması için deri tabaklaması ve post yüzmesi gerekiyordu. savaşta ölen insan ve hayvanların gömülmesi, mezarların rutin bakımlarının yapılması ve savaş alanlarından kesik uzuvların toplanması da savaşlarla dolu japonya tarihinin gereklerindendi. aynı dönemde yükselişe geçmiş takagari (şahincilik) faaliyetlerinde kullanılan kuşların yemlerini hazırlamak veya müzik enstrumanlarında kullanılan derileri ve telleri hazırlamak da bu iki din açısından pis bir işti ve dolayısıyla bunlarla uğraşmak isteyen yoktu.

    bu durumun bilincinde olan budist ve şintoist tapınakları, on altıncı yüzyılın sonlarına doğru kafa kafaya verdiler ve bu işler üzerinde yoğunlaşacak burakumin sosyal sınıfını oluşturdular. o veya bu sebeple toplumdan dışlanmış eta (pisliği bol) denen kimseleri kendileri için kurulmuş buraku veya etamura (eta köyü) adı verilen küçük mezralarda toplayarak dışarıdaki insanlarla tüm ilişkilerini kestiler. ağırlıklı olarak cesetlerin organize edilmesi, kasaplık ve dericilik gibi işlerle uğraştırılan etalar vatandaş sayılmadıkları için vergiden de muaf tutuldular. halka da bu etaların insan bile olmadığını, onlarla ahbaplık etmemelerini ve alışveriş yapmamalarını tembihlediler.

    bir teoriye göre ise, buraku köyleri tapınaklar tarafından kurulmamış; normal köylerde yaşayan ve bahsedilen pis işlerle uğraşan insanlar toplumdan dışlandıkları için, eta sınıfı oluşturulduktan sonra vergi muafiyeti sayesinde zenginleşerek araziler satın almış ve buralara köyler kurarak kendi rızalarıyla toplumdan izole olmuşlardır.

    etalar dışında hinin (insan olmayan) denen başka bir burakumin topluluğu daha bulunuyordu. genellikle eski mahkumlar ve kimsesiz dilencilerden oluşan hininler, ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılıyordu. etalar gibi toplumdan izole bir şekilde yaşayan hininler, onlardan farklı olarak gündüz vakti normal köylerde muhafızlık ve çöpçülük gibi işlerde çalışabiliyordu. ayrıca doğumlarından ölümlerine kadar aynı sosyal statüye mahkum olmuş etaların aksine, hininler belirli bir ücret ödemeleri karşılığında bu statüden kurtularak samuray olabilme şansı dahi elde edebiliyorlardı.

    on yedinci yüzyılda edo dönemi‘nin başlaması, mibun sisteminin daha da keskin hatlar kazanmasına sebep oldu. burakuminler, diğer sınıflardan insanlarla iletişim hâlindeyken göz teması kurmamak ve şapkalarını çıkarmak zorundalardı. fiziksel temas da kesinlikle yasak olup, gerçekleşebilmesi sadece eta olmayan birisi tarafından bir ritüel ile arındırılmaları koşuluyla mümkündü. normal bir insanın yedide biri olarak sayılan etaların öldürülmesi de suç teşkil etmiyordu. bu yüzden samurayların, yeni kılıçlarını test etme amacıyla eta kesmesi durumu (tameshigiri) sıradışı değildi.

    meiji dönemi‘nin dördüncü yılında, yani 1871 yılında halk arasında eşitliği sağlama amacıyla yürürlüğe konulan senmin haishirei ve kaihorei yasaları, mibun sistemini lağvedip burakuminleri resmî olarak vatandaş konumuna getirmiş olsa da, halk içinde pek çok sorunun doğmasına da yol açtı. varlıklı burakuminler, bundan sonra vergiye tabi tutulacak olmaktan hoşnut olmadılar. normal halkı da burakuminlerin aralarına karışacak olması fikri rahatsız etti. bunun sonucunda çeşitli şehirlerde ayaklanmalar çıktı ve pek çok insan hayatını kaybetti.

    burakuminler kâğıt üzerinde eşit haklara kavuşmuş olsalar da, kendileri ve yerleşim yerleri hâlâ resmî kayıtlarda kyuueta (eski eta), shinheimin (yeni vatandaş) ve tokushu buraku (özel mezra) gibi etiketlerle fişlenmekteydi. yirminci yüzyılın başlarında, dowa (entegrasyon) ve suiheisha (eşitlikçilik) hareketleri baş göstermeye başladı. dowa hareketi, burakuminlerin yaşam standartlarını iyileştirmek ve japon toplumuna entegre olmalarını kolaylaştırma amacı güderken, suiheisha hareketi de burakuminlerin fişlenmesinin önüne geçmeye çalışarak, bunu yapan kurum ve kuruluşları ağır bir şekilde eleştiriyordu.

    eski eta köyleri üzerinde kurulmuş buraku mahallelerinde yaşayan insanlar, 1960’lı yıllara gelindiğinde bile yoksulluk, cehalet, suç ve benzeri sıkıntılardan muzdariplerdi. öyle ki japonya’nın en büyük yakuza örgütü olan kobe tabanlı yamaguchi-gumi üyelerinin yüzde yetmişinin burakumin olduğu söylenmektedir. 1969 yılında start verilmiş dowa taisaku jigyo projesiyle bu durumun önüne geçildi. 2002’ye kadar sürmüş bu projeyle, ülke çapındaki buraku mahallelerine sağlık merkezleri, kütüphaneler, okullar, yüzme havuzları gibi yeni tesisler kurularak yaşam standartları kısmen yükseltilmiş oldu.

    1975 yılının kasım ayında, buraku hakları savunucusu örgütlerden buraku kaiho domei‘nin osaka şubesi, tokushu buraku chimei sokan (buraku yerleşkelerinin tam listesi) isimli bir kitabın varlığını duyarak alarma geçti. yapılan araştırmalar sonucu, üç yüz otuz sayfalık bu el yazması kitabın kopyalarının, osaka tabanlı bir firma tarafından pek çok başka şirket ve kişiye gizlice posta havalesiyle satıldığı ortaya çıktı. tanesi ¥5,000 ilâ ¥50,000 fiyatından alıcı bulan bu kitapta, buraku mahallelerinin ve sakinlerinin isimleri ve adresleri kayıtlıydı. binlerce insanın ve toyota, nissan, honda, daihatsu gibi iki yüzden fazla büyük şirketin satın almış olduğu bu kitabın önsözünde “kimi işe alacakları konusunda kararsız kalan personel müdürlerini ve çocuklarını evlendirecekleri kişiyi tanımak isteyen ebeveynleri düşünerek halk efkanına zıt gittik ve bu kitabı yazmaya karar verdik.” ibaresi bulunuyordu. kitabın basımı ve satışı yasaklanmış olsa da ikinci elleri hâlâ bulunabilmektedir.

    günümüzde sayıları üç milyonu bulan burakuminlerle alakalı sorunlar, eskiye kıyasla büyük ölçüde azalmış olmakla birlikte, özellikle aşırı muhafazakar kesim içerisinde burakumin olduğu bilinen kişilerle bugün dahi evlenilmeyip, burakumin olduğu anlaşılan kişilere iş verilmemektedir.

  • galatasaraylıyım.
    parçalı bizim canımız.
    beşiktaş'ı ya da başka bir rakibimizi elbette sevmem.
    ancak kazanılan büyük başarıları da delikanlı gibi takdir etmesini bilirim.
    uzun lafın kısası her takımın içinde bulunabilen istisnaları ayıklarsak büyük galatasaray camiasının bir üyesi olarak tebrikler beşiktaş. yolunuz açık olsun.

    not: tineri bırakıp uçak benzini içmeye başladınız. yeter olm. bu nasıl beşiktaş... tekrar tebrikler dostlar.

  • zaman çok hızlı geçiyor. ufak bi hesap yaptım. iki gün sonra ben tam 34 yaşında ve tam 22 yıldır babasını görememiş biri olucam.

    bu 22 yılda o kadar çok şey birikti ki ona söylemek istediğim nereden başlasam bilmiyorum. cenazesinin olduğu gün "ne kadar çok seveni varmış babamın geldiğinde söyleyelim" demiştim annemede daha bi hıçkırarak ağlamıştı. ölümü, ölenin artık gelmeyeceğini hemen kabullenemiyor insan. ağzımdan öyle kaçmıştı işte.

    başlarda kızgındım hep. sanki ölmeyi o istemiş gibi söyleniyordum sürekli kendi kendime. allaha da kızıyordum. dedem daha yaşlı o ölseydi babamı almasaydı allah. bi kaç ay sonra dedem de öldü zaten evlat acısına daha fazla dayanmadı kalbi. o da ölünce kaldık dımdızlak. evin hatta ailenin tek erkeği olmak 12 yaşındaysanız biraz zor oluyor. maddi olarak söylemiyorum. babamın 39 yaşına kadar yaptığı serveti çok uğraşmama ramen 22 senede bitiremedim. şu an ölsem kendi oğluma mirasım babamdan bana kalanların bir kısmı olacak :/

    konuyu dağıttıkça dağıtıyorum. uzun lafın kısası babama bir kez olsun "seni seviyorum baba" demeyi çok isterdim. sanıyorum ki hiç söylememiştim sağlığında. anneme de söylediğimi hiç hatırlamıyorum. şimdi arayıp söylesem " niye bu kadar çok içiyorsun oğlum" der. yarın da şu anki cesaretim olmaz. ben niye böyle bi adamım ya?

    kafa güzel olunca uzatıyorum böyle. buraya kadar okuyup sarhoş muhabbetimi çekenlerden özür diliyorum.

    son sözlerim babama olsun. söylemek isteyip de söyleyemediklerimin bir kısmı;

    " babacım ben seni çok seviyorum.. çok özlüyorum.. oğluma senin adını verdim. babacıııım diye seviyorum onu. ben sana layık bi evlat olamadım ama oğlum umarım senin gibi bi insan olur. gözlerim yanıyor baba. sanırım toz kaçtı. bu arada cenazene o kadar çok kişi geldi ki inanamazsın. ne çok sevenin varmış"

  • norveç'in tek başarısı, petrol gelirlerini iyi değerlendirmesidir. buradan görebileceğimiz üzere norveç'in petrol gelirlerini değerlendirdiği fon 1.2 trilyon dolara ulaştı.
    link

    yani norveç'i, kumardan para kazandıktan sonra bu parayı çarçur etmeyip iyi yatırım yapan birisi olarak düşünebiliriz. bu bir başarı, venezuela gibi parayı batırmadı ama bu parayı en başta şans eseri kazandığı gerçeğini değiştirmiyor.

    norveç hiçbir zaman bilim, teknoloj, endüstri'de çığır açıp bu sayede zenginleşen bir ülke olmadı. 1960'larda petrol bulunmadan önce köyden hallice bir ülkeydi, petrol bulunmasa da bugün en iyi ihtimalle ortalama bir avrupa ülkesi ayarında olurdu.

    norveç oldukça şanslı. japonya-kore'nin çok çalışma, amerika'nn inovasyon ve risk alma, avrupa'nın bilim kültürüne sahip olmadığı halde dünyanın en zengin ülkelerden birisi olmuştur.

  • siyasal islam'ın final yaptığı süreçtir.

    ayasofya'nın ibadete açılmasıyla siyasal islam'ın elinde kalan son vaadi de harcanmış oldu. lost'un final bölümü gibi. onlarca yıldır bu anı bekleyen siyasal islamcılar dışarıya itiraf edemeseler de içlerinden "bu muymuş amk" diyecekler. reisçiler de bir hafta bayram edip sonra unutacaklar. bütün o gereksiz mega projeleri unuttukları gibi. çünkü siyasal islamın tüm vaatleri hayatın gerçekleri, çağın gerekleri ve halkın sorunlarıyla örtüşmeyen hamasi ve hayalci vaatlerdi. ister evinde namaz kıl ister ayasofya'da, bu senin ay sonu borçlarını ödemeni sağlamıyor. ve siyasal islam'ın gerçek sorunlar konusunda yapabileceği hiçbir şey yok.

  • 3 saksı ile korunan sınır.

    kafe kalabalık olduğu zaman sandalyenizi belçika'ya doğru çekip, sigaranızı orada tellendiriyor ve dumanınızı da hollanda'ya doğru üflüyorsunuz. pis bir ortam. yurdum insanının eline böyle bir şey geçince olabilecekleri hayal edebiliyorum. ''bak benimki ülkeye sığmıyor ehehe'' geyiklerinin ardı arkası kesilmeyecektir en basitinden.