hesabın var mı? giriş yap

  • efe 2 yaşında konuşmayı yeni yeni öğreniyor. balkona çıkartılıp hilal şeklindeki ay gösterilir.

    +efe bak ay.
    - (ağlamaklı bir şekilde) kırılmış :(

  • "marketler satıyor, bakkal, manav, kasap herkes kırtasiye satıyor; fakat kırtasiyeciler kırtasiye satamıyor"

    her şeyi anlatıyor bu söyledikleri! niye satamıyorsun çünkü kazıklamaya çalışıyorsun milleti!

  • bu bayram bir tek babamla görüşerek bayramlaşabildim. onun da elini öpemedim, doya doya sarılamadım.. zaten o da bana bayram harçlığımı vermedi.

    ben yine de toprağındaki otları yoldum. mezar taşını temizledim.

    ailesi olanlar bunun değerini bilsin lütfen.
    herkese iyi bayramlar.

  • kötü bir dönem geçirmiş ve sevilen kişiden ayrılmış bir şekilde ailemi ziyaret etmek üzre uçağa bindim. duygular tavan. tek yapmak istediğim kulaklığımı takıp müzik dinleyerek uyumak. fakat koltuğuma oturur oturmaz başladım ağlamaya. zaten ağlak bir insanım ama insanların içinde genelde ağlamam. tutamadım kendimi, iki gözüm iki çeşme ağlıyorum. yalnız hıçkırık yok, damla damla gözyaşlarım süzülüyor. ama nasıl, dur durak bilmiyor. ben bir tane siliyorum, ardından iki tane daha geliyor. önce yolcular soruyor ne var diye, bir şey yok diyorum. sorular arttıkça hostesler olaya dahil oluyor. ne var diyorlar, bir şey yok diyorum ama damlalar aksini söylüyor. uçağın bir bölümü durmuş beni izliyor artık ve yolcular aralarında konuşmaya başliyor, neden ağladığıma dair teori üretiyorlar. bu arada yer görevlileri de olaya dahil oluyor. iyiyim diyorum, kimse inanmıyor. uçak bir türlü kalkmiyor, herkes ağlamama yoğunlaşmış şekilde bana bakıyor. yanımdaki norveçli kadın yolcu, uçuş boyunca elimi tutabilirsin diyor. iyiyim, teşekkür ederim diyorum. o da inanmıyor. sonradan hollandalı olduğunu öğrendiğim bir adam yanıma gelip bir paket cips uzattıyor. "iyi gelir ye," diyor. durumun saçmalığına gülümseyip cipsi kabul edip uçuşa hazır olduğumuzun sinyalini verince herkes alkışlıyor ve gözler üzerimden çekiliyor.

    sorunlarımı cipsle aşmama yardımcı olan hollandalı amcaya "büyüksün" diyorum.

  • büyük hilmi'nin, "2002 yılından bu yana tek bir ölü yatırımım yok benim" diyerek ak parti ve ali ağaoğlu arasındaki ilişkiye sağlam yerleştirdiği dizidir.

    (bkz: cuk)

  • öncelikle şunu belirtmeli, amacınız öykü yazmak ve dergilerde yayımlanmasını sağlamaksa, kesinlikle 2000 kelime ve aşağısında öykü yazmaya çalışın. günümüzün edebiyat dergileri hatta internetteki edebiyat portalları bile 2000 den fazla sözcük barındıran öyküleri dikkate almıyor. komik mi? evet. trajik mi? ona da evet. kısa öykü olarak adlandırdığımız formun 7500 kelimeye kadar yolu varken günümüz şartlarında kimsenin buna aldırış ettiği yok, biri mizanpaj diyor, öbürü okuma güçlüğü yaratıyor diyor, bir başkası bahane bulamayıp cortazar’ın şu meşhur veciz cümlesini ezbere söyleyip sırtını dönerek kaçıyor. velhasıl kelam, günümüz koşullarında evrensel standartlara uyarak kısa öykü kaleme alan yazar piyasanın üvey çocuğudur. kulağınıza küpe olsun.

    benden evvel entry girenler pek ala tavsiyelerde bulunmuşlar ama kanımca birkaç önemli noktayı kaçırmışlar. evet, doğrudur, öykü belli başlı safhalara ve tekniklere dayanır dayanmasına ancak önemli olan o teknik ve safhaları alaşağı edecek cüreti kazanabilmek ve bu cüretin varlık sebebini makul bir çerçeveye oturtabilmektir. bunun için de okumak yetmez, okumayı disiplinlerarası bir ölçeğe yaymak gerekir. şayet bunu yaparsanız, edebiyata dair bildiğiniz her şeyin paradigmayla bağlantılı olduğunu, esasta edebiyatın çok az kural ihtiva ettiğini (kadim hikâye arketiplerini kastediyorum) görür, size feyz almanız için önerilen ulu yazarların kerametlerinin kendi zaman – mekânlarının dışında çok da haşmetli olmadığını fark eder, vay anasını feyyaz deyip kahvenizi yudumlarsınız.

    bundandır ki tarih karşısında riske girerek muhalifi olmayı tercih ettiğim yaratıcı yazarlık atölyelerinde eğitmenler daha en baştan, atölyelerin iyi yazar çıkarmaya muktedir olmadığını dile getirip sorumluluğu hemen size, cevherinize atarlar.
    lafı gelmişken söyleyeyim. yazarlık atölyeleri kitaplarından yeterince para kazanamayan bazı yazarların piyasadaki yazar olma heveslisi potansiyel kitleden yararlanmak için ışıltılı, dostane bir tebessüm takınarak oluşturduğu çok güzel bir parsa toplama mekanizmasıdır. hem okurla yazar arasında halkla ilişkiler faaliyeti tesis edilir hem yazar kendini ve ismini pazarlar hem de kısa günün kârı para kazanılır. hepsi böyle değil elbette ama büyük bir kısmının var oluşundaki temel faktör bunlardır. atölyelerin faydası nedir? sizi sizin gibi yazar olmaya heveslenmiş, aynı hayallerle yanıp tutuşan insanlarla tanıştırması, okurken farkına varmadığınız bazı yazma tekniklerini öğretmesi. bir de belirtmeden geçemeyeceğim, bazı kurnaz tipler bu tip atölyelere network kurmak için katılarak yazarlarla ahbap oluyor, kendini sevdirerek bazı edebiyat dergilerinde torpille öykülerini yayımlatıyorlar. peki zararı nedir? aristoteles’in poetika’sından (şiir ve tiyatro için olsa da öykü ve roman yazarı için de ufuk açıcıdır) veya ne bileyim raymond queneau’nin biçem alıştırmaları’ndan rahatlıkla öğreneceğiniz şeyler için ayrıca para vermeniz en asgarisi. asıl zarar, uçsuz bucaksız, olanakları sınırsız edebiyatta zihin dünyanızı bir düzine yazarın sınırlarını çizdiği daracık bir alana hapsetmenize, şahıslara ve zamana ait doğruları evrensel doğrular sanmanıza yol açması.

    yazar kısmısı yazacak konu bulamadığı vakit geçmişin koylarına demirler. zira orada her zaman anlatılmaya hazır hatıra kümeleri barınır. önemli olan o koya gidip anlatacak birkaç hatıra seçmek değil, bunu ben dahil sanırım iyi kötü her yazar yapmıştır, mühim olan o koya kazık çakmamak. bilmem, farkındasınız sanıyorum, şu an türk edebiyatının üçte biri, yazarların hatıralarından oluşmakta. hatta birkaç yazar var ki dayısını, dedesini ondan daha iyi tanıdım, çok lazımmış gibi... hatıralar kesinlikle anlatma becerisi gerektirir lakin yaratma kabiliyetini şart koşmaz. bu yüzden kanımca o koyda çok oyalanmayın, yeni kurgular, yeni olasılıklar, yeni zamanlar, mekânlar yaratın.

    ayrıca, anlatacağınız şey üzerinde titizlenmeniz gerekiyor; konuyu en iyi nasıl aktarırım, hangi anlatıcıyı seçmeliyim, flashbackler olmalı mı, karakterlerimin diyalogları nasıl olmalı, kurguyu tersten mi yazmalıyım gibi gibi sorular sormalı, en doğru olanını seçmelisiniz. bazen öyle şeyler olur ki, aynı öyküyü bir değil, iki değil, üçüncü kere yazarken bulabilirsiniz kendinizi. bu açıdan evet, öykü yazmak roman yazmaktan daha zordur zira roman form itibariyle bazı çaresizliklerinizin, gelgitlerinizin üstünü kapatmaya fırsat verir, öyküde ise bu denli rahat olamazsınız.

    ama son tahlilde, şimdi dirilseler ellerini öpeceğim, hayatları boyunca sadece öykü yazmış birçok yazar olsa da, kanımca roman daha meşakkatli ve mukaddestir. zira roman yeni bir dünya, alternatif bir gerçeklik yaratma cüreti olduğu gibi sabır da gerektirir. çoğu insan iki üç sene tek bir metin üzerinde çalışmayı kaldıramaz. ek olarak öykü formunda hangi yazar iyi, hangisi kötü, kim vasat, kim çalakalem, kim mahir karar verirken metnin dışında çok fazla parametre devreye girerken, roman erler meydanıdır.

    yazar mitosu, yazarın ölümü, tolerans kazanımı, postmodernite ile postyapısalcılık hakkında da birkaç şey yazmam gerekir ama entry hayli uzun oldu, kimse okumayacak. başka zamana artık.

    haydi uğurlar ola.

  • pril, fairy gibi elde bulaşık yıkama deterjanlarının reklamlarında sıkça gördüğümüz kadın tipidir. 45 metrekare mutfağı olan evin var ama hala elde yıkamada yapışmış yağ lekeleri çıkmıyor diye ağlıyorsun. gerizekalı önce git bi bulaşık makinesi al, yıl olmuş 2013, saray gibi evde oturuyorsun ama bulaşık makinesi almaya kafan basmıyor. dağ gibi bulaşığı soğuk suda yıkayıp bi de yağ lekelerinin çıkmasını, tabağın ışıldamasını bekliyorsun.

    arkadaşım benim mutfak zorlasan zorlasan 8-9 metrekare ama 10 yıldır makine kullanıyorum, senin mutfağın benim evin yarısı kadar ama hala pril, fairy derdindesin. kendine sövdürmeye bu kadar çok merakın varsa eyvallah, yoksa git bi makine al. epi topu 300-500 lira bir şey anasını satayım.

    ayrıca pril bir lafım da sana, belli ki hedef kitlen makinesi olmayan yoksul kesim, o halde ona uygun reklamlar yap. 1 göz odada kalan insanlara 250 metrekare evde yaşayan insanlar üzerinden pazarlama yapma. kadının oturduğu evin aidatı 4 makine parası ediyor ama elde bulaşık yıkıyor, biraz daha dikkat lütfen.