hesabın var mı? giriş yap

  • akkadlar'ın dili.devrin çekim merkezi mezopotamya'da babil ve asur medeniyetlerinin de ana dili olmuştur. sami dillerinin doğu koluna mensup, çivi yazısı ile yazılmış olan enteresan bir dildir.

    antik çağların lingua francasıdır, yani ana dil olmasa da her medeniyetçe bir ölçüde kullanılan, medeniyetler arası iletişimde kullanılan dildir, o devrin ingilizcesi'dir. akkadca, bu kimliğiyle pek çok antik dilin(örn: hititçe) çözümlenmesinde de kilit rol oynamıştır. zira devrin diplomatik ve devlet yönetimine ilişkin, özellikle medeniyetler arası karakter taşıyan metinleri(bilhassa ticari ilişkilere dair), ilgili medeniyet dilinin yanı sıra akkadca tablet nüsha olarak da hazırlandığından, bu akkadca metinler diğer dillerin de çözümlenebilmesinde anahtar rol oynamışlardır.

    son asur dönemlerinde yavaştan aramice etkisi altına girmekle beraber, iran'dan mısır'a ve anadolu'ya kadar tüm eski dünya'nın hakimi konumuna gelen persler'in toptan aramice'yi benimsemesiyle yerini bu dile bırakmış ve tarih sahnesinden yavaş yavaş silinmiştir. zaten bu süre içinde asur ve babil'in fizana karışmasıyla beraber mezopotamya da medeniyetteki yerini ağırdan kaybetmeye başlamıştır.

    arapça ile benzerlikleri vardır, kiralık kelimeler(loanwords) olarak alınabilecek, yani devrin güçlü dilinde, en güçlü uygarlığının dilinden diğer dillere geçmiş olan çeşitli ortak kelimeler vardır ve özellikle fonetik olarak arapça'yı andırır, ancak kesinlikle aynı dil değildir, arapça akkadca'dan türememiştir, ve arapça'nın köken olarak akkadca ile sami dil ailesine mensup olma dışında kökensel bir benzerliği yoktur.

  • adamların devrinde, arabayı, evi geçtim artık telefon, laptop bile lüks sınıfına girdi, zenginlik göstergesi oldu. öyle hızlı bir şekilde fakirleşti halk.

    bunlara oy veren zır cahillere hakkımı helal etmiyorum!

  • bir defasında yağmur yağıyordu. canım onu seyretmek istemişti. koltuğu ite kaka pencerenin önüne uzatıp ışıkları kapattım, perdeleri açıp oturdum seyretmeye başladım. sevgilim öbür odada bir şeyler yapıyordu, biraz sonra o da geldi. n'aptın naapıyosun falan demedi hiç. geldi yanıma oturdu. sabaha kadar, belki 4-5 saat tek kelime etmeden orada oturup yağmuru seyrettik. o ilişkiye dair en mutlu olduğum anlardan biri o.

    bir başka günse yine o koltukta oturmuş dışarıyı izliyordum, o da içeride telefonla konuşuyordu. konuşması bitince geldi, o konuşmaya dair bi şeyler söyledi. oradan konu konuyu açtı, çocukluk arkadaşlarından komplo teorilerine, avrupa göçmen politikasından hooke newton kavgasına kadar non stop konuşup durduk belki 7-8 saat. izleyelim diye seçtiğimiz film ilk sahnesinde pause'da kaldı öyle. güneş doğunca kapatıp yattık.

    bir başka gün bi restorandaydık. hararetli hararetli bi şeyden konuşuyorduk. bi onun bi benim telefonum çalıp duruyordu, ikimiz de reddedip reddedip duruyorduk. sonunda yeter ama diyerek telefonları sessize aldık. konuştuğumuz şey bitince de açmadık, susuşup tek kelime etmeden biralarımızı içerek uzun uzun daha oturduk öyle denizi seyrederek.

    bi başka gün tek başımaydım. çok güzel göründüğü için ona göndermek üzere ayın fotoğrafını çekmeye çalışırken ondan bana ayın fotoğrafı gelmişti. beraber bile oturmuyorduk. 3200 km mesafedeydik.

    bir başka gün ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında o konuşuyordu, ben ötelere bakıp susuyordum.

    başka bir gün yine ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında ben konuşuyordum, o ötelere bakıp susuyordu.

    sonra ayrıldık. artık ne konuşuyor ne susuyoruz.

    acıklı gibi tınladı da, değil. doğal döngüsünü tamamlamış eski güzel bi ilişki işte…

    diyeceğim, ister sus ister konuş ister halay çek.. yan yana bile olma hatta. olay ne yaptığında değil çünkü, o an birlikte aynı “an”da olup olmamakta.