hesabın var mı? giriş yap

  • davayı açan savunma yapmaz. dava açılan yani davalı savunma yapar.
    "ya ne önemi var bir kelime hatası yapmışız işte" diyecekseniz hiç de öyle değil. davalar tek kelimeyle kaybedilebiliyor. bence bu işe hiç girmeyin.

    örnek: bir müşteri çalıştığım bankaya borcunu ödüyor ama bir şekilde sistemde ödeme görünmüyor. tekrar ödetiyorlar. ikinci defa ödediği tutarı iade almak üzere dava açıyor. dilekçesine parayı "defaatle" (tekrar tekrar) ödedim yazacağına "defaten" (tek seferde) ödedim yazıyor.

    mahkemede hakim soruyor:

    - borcun 5000 lira mıydı?
    - evet.
    - yani borcu kabul ediyorsun.
    - evet.
    - sen bu 5000 lirayı defaten mi ödedin?
    - evet.
    - tamam o zaman. davanın reddine...

    edit1: çalıştığım değil, yıllar önce çalıştığım banka.

    edit2: müşteri davayı kaybetti ancak yıl sonu kontrollerinde kayıp para bulundu. para iade edildi.

    edit3: bence de sistem kötü. ama hukuk sistemleri genelde böyledir. mesela suits dizisinde de vardı. göçmen bir eleman forma "asylum" yazacağına "refugee" yazdığı için sınırdışı ediliyordu. çünkü hukuk sistemlerinde kelimeler önemlidir.

  • din dersinde ermeni ve musevi arkadaşlar muaf oldukları için dışarı çıkarlar. din hocası gelir ve tam ders başlıycakken kapı açılır ve içeri unuttuğu çantasını almak için musevi arkadaş girer.
    arkadan bir ses: işteeee sonunda doğru yolu buldu.

  • bir seriye bittikten sonra yeni hikayeler eklenmesi aslında o kadar da kötü bir şey değil. biz genelde ilk izlediğimiz filmlerdeki ya da okuduğumuz kitaplardaki o heyecanı arıyoruz ama bunun gerçekleşmesi pek mümkün değil. bir de şu içinde bulunduğumuz dönemde sürekli kötü örneklerle karşılaştığımız için ön yargılı olmamız biraz normal bence. peki hikayesini tamamlamış bir seriden beklentimiz nedir? birincisi orijinal hikayenin genel atmosferine ihanet etmemesi. ikincisi de söyleyecek yeni bir şeylerin olması. şimdi bakalım çoook uzun bir aradan sonra geri dönen matrix bu işleri başarabilmiş mi?

    --- spoiler ---

    filmin açılışı aslında başarılı. çünkü bir önceki seride efsaneleşen bir insan ortadan kaybolmuş ve yeni mücadelelere girecek bir ekip onu arıyor. ayrıca ilk seride tüm problemleri çıkarmış olan matrix kapatılmış. artık yeni kuralların geçerli olduğu bu nedenle yeni yeni sorunlar çıkaracak farklı jenerasyon bir matrix var.

    gelin görün ki bu film ilk seri kadar hevesle yazılmamış. zaten filmin içinde de böyle bir konudan bahsediliyor. yeni matrix'e hapsedilmiş olan neo ve iş ortağı matrix 4 oyunu hakkında konuşurken warner bros tüm haklara sahip, bu nedenle isterlerse hem bizden ayrı bir seri yapabilirler hem de bizimle olan iş ortaklıklarını sonlandırabilirler deniyor. neo'nun yeni oyun üzerinde çalışırken yaşadığı stresi birebir lana watchowski'nin yaşadığını da tahmin etmek çok zor değil bu yüzden.

    ancak işte bu hevessiz yaklaşım biraz tembel bir anlatı çıkarmış ortaya. ilk filmi hatırlayın orada da çok karmaşık konular olmasına rağmen morpheus karakterine tüm detayları uzun uzun anlattırıyorlardı. bu filmde de bunu yapabilecek onlarca karakter var aslında. bugs, niobe ve morpheus neo'nun yeni nesil matrix hakkında bilmediği onlarca detayı aktarabilecek karakterler ancak film bu işe neredeyse hiç girişmiyor. bunu denedikleri anlarda da boşluk dolsun hikaye bir şekilde finale doğru uzansın diye hareket ediyorlar.

    filmin ikinci problemi de kendine özgü bir görsel dil yaratamaması. biliyorsunuz batı'da anime biraz underground bir iştir. her ne kadar hollywood filmlerini ona çarpıp yediye bölecek muazzam örnekler olsa da (sadece steins gate örneğini vermek bile yeterli bu alanda) bu çok özel yapımlardan uzak durulur. işte matrix animelerdeki bu karmaşık yapıyı alıp büyük bütçeli bir stüdyo filmine uyarlamıştı. bu nedenle hem dönemine hem de tüm sinema tarihine damga vuracak muazzam bir görsel dile sahipti. cyberpunk ögeler olsun, dövüşlerdeki animeye yakın move setler olsun, uzakdoğu kültürüne gösterilen saygı duruşu olsun çok değerli dokunuşlar vardı. bir de bu ögeleri dev gökdelenlerin olduğu manhattan manzarasına uyarlayınca ortaya çok kendine özgü bir atmosfer çıkıyordu.

    şimdi farklı bir matrix versiyonundayız. bu nedenle bire bir aynı görsel dünyayı beklemek garip olur. çünkü kendini tekrar etmek artık bu ama en azından yeni matrix'e özgü bir atmosfer tasarlanabilir, ilginç olabilecek bir kültürün ögeleri filme serpiştirilebilirdi. bu yapılmadığı için filmin atmosferi de o kadar akılda kalıcı olmuyor haliyle.

    bu hadi göz ardı edilebilir bir problem diyelim çünkü konuştuğumuz gibi buna benzer bir başarı yakalamak çok çok zor aslında. asıl problem ise filmin anlatımının tam bir çorba olması. çünkü konunun ağırlığı nerede olacak karar verememişler filmi yaparken. mesela bugs ve ekibi bir şekilde zor bir durumda olsa ve neo'yu bulup yeni matrix'i yöneten makineler ile mücadeleye girse bu mantıklı olabilirdi. thomas anderson'ı böyle günlük hayatı içinde görürdük ve ne zaman neo olduğunu anlayacak diye heyecan yapardık. ki filmin başlangıcı da böyle ama sorun şurada ki olayın zirvesi bu değil. film önceleri ana amaç buymuş gibi gösteriyor, sonra işi matrix'le mücadeleye getiriyor en son da trinity'nin kurtarılma çabasıyla son buluyor. bu tabi yapılabilir bir şey. ancak film konuları bir bir aradan çıkardıkça arkada kalan olaylar önemini yitiriyor. biz neo ne ara kurtulacak falan diye beklerken bir iki çatışma sahnesi içinde bu çözülünce ha öyle miymiş tamam o zaman deyip geçiyoruz izleyici olarak.

    filmin finalinin bağlandığı yere bakarsak da aslında burada tutarlı bir anlatım var. seçilmiş kişinin amacı insanlar hakkında veri toplayıp bu bilgiler ile kaynak koda geri dönüş yaparak bir sonraki matrix'in iyileştirilmesini sağlamak. birinci serinin geçtiği beşinci nesil matrix'te de makineler insanların neden bu kadar tahmin edilmez olduğunu anlamaya çalışıyordu. neo, trinity'e aşık olunca da istedikleri veriye ulaşmış oldular. bu nedenle yeni filmde izlediğimiz matrix yapısı bir anlamda mantıklı. çünkü makineler artık insanların nasıl aşık olduklarını biliyor. sistemin merkezinde ana güç kaynağı olarak neo ve trinity'nin olması, onların birbirlerini görüp birlikte olamamaları sonucu makinelere yüksek enerji sağlamaları falan mantıklı adımlar. gelin görün ki bunun anlatımı yeterince iyi yapılmıyor.

    örneğin ikinci filmdeki mimar / seçilmiş kişi buluşmasını hatırlayalım. bu sahne ortalama bir filmde konuşacağımız kadar konuya tek başına sahip aslında. mimarın soğuk ve mekanik yapısı, ikili seçimler, insan doğası ve makineleşme, kader ve özgür irade gibi üzerinde düşünmeye değer pek çok konuya serinin süresi içinde kısacık diyebileceğimiz bir anda bahsediliyor. bu nedenle sahnenin etkisi de çok yüksek oluyor.

    bu filmde ise öyle bir an yok. birincisi her ne kadar başarılı bir oyuncu da olsa neil patrick harris karakterini ilk serideki mimar ya da ajan smith'i canlandıran hugo weaving kadar etkileyici bir şekilde canlandıramıyor. belki artık o soğukluk yeni nesil izleyiciye hitap etmiyordur. bize daha kısa sürede nefret edilebilecek kompakt bir kötü lazım demiş olabilirler. ancak matrix'i de izleyici beklentisini düşünüp yapmazsın (gerçi filmin başındaki yeni oyun toplantılarından gördüğümüz üzere filmin yaratıcılarına bu yönde bir baskı yapılmış) sen anlatacağını anlat insanlar gelip çözsün ne olduğunu. mesela reloaded'da ikizler adında muazzam dikkat çekici iki adet karakter vardı ve sen bu karakterler sanki çok dikkat çekici değillermiş gibi bahsedip geçmiştin. onlar hakkında olup biteni biz izleyiciler üzerine düşünüp bulmuştuk. ha bu konuda ama yüzde yüz senaristler suçludur diyemem. çünkü 2000'lerin başında falan filmlerin bir ağırlığı vardı. şu anki sinema izleyicisi tüm cevaplar kolay bir şekilde önlerine düşsün diye beklediklerinden mecburen bu şekilde hareket edilmiş olabilir.

    filmin teknik alanına bakacak olursak da aradan geçen 20 yılda teknoloji bu kadar gelişmişken nasıl olup da efektler konusunda geri gitmeyi başardıkları bir merak konusu. tamam kendi serisi de olsa matrix ve sinema dünyasında yaptığı devrimle karşılaştırmak haksızlık olur ancak burada problem sadece görsel efektler değil. o efektlerin izleyici üzerinde yarattığı hissiyat da bambaşkaydı. mesela neo'nun mermileri durdurması, trinity'e giderken şehri harap edecek bir hızda uçması, hatta morpheus'u kurtarmaya gittiklerinde girdikleri çatışma falan hepsinin bir ağırlığı vardı. şimdi ise herkes bir yerlerden uçup kaçıyor, mermilerden sıyrılıyor ve neo bile gücünü o kadar alalade şeyler için kullanıyor ki o karizmatik dokunuşların hiçbirini göremiyoruz burada. mesela hatırlayın ilk filmde ajan smith neo'yu döverken o kadar hızlanmıştı ki attığı yumrukları üçer beşer görüyorduk ve aha gitti eleman diye üzülüyorduk. bu filmde de benzer bir an yaşandı ama ben izleyicinin bunu fark ettiğinden bile şüpheliyim. ha neyi fark ettiler derseniz neo'nun uçmayı deneyip uçamadığı sahnede güldü salon. ki bu düpedüz marvel esprisi alla aşkına ne yapıyorsunuz bir kendinize gelin.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak reboot'lar bilmem neler artık yeter ya. aynı evren farklı bir hikayenin anlatılması belki tamamdır ama orijinal bir fikir barındırmayacaksa bu şekilde filmin yapılmasının da bir gereği yok açıkçası. ha benim geldiğim salonda muhtemelen 3 tane koltuk boştur. gerisi full'dü. bu nedenle warner bros'un filmden beklentisi gerçekleşti ancak para için bu kadar da ihanet etmeyin sinemaya. sonuçta biz oraya hiç olmazsa bizi şaşırtacak, heyecanlandıracak, (her film için geçerli değil ama ufkumuzu açacak, merakta bırakacak filmler için gidiyoruz. yau gece seansına ben bunu görmek için mi geldim demek için değil.

  • özlem türeci biontech se.'nin tıbbi sorumlusu, kurucusu ve sahibi.

    "özlem türeci ve eşi misafirimiz olacak" dense yeridir.

  • iki tane simitçi çocuğunun koca holdingi batırdığı dizi.

    valla ancak bizim memlekette olur zaten.

  • olay yerine adam öldürme ya da ölüyü yok etme maksatlı değil, bizzat tecavüz amacıyla gittiğine inandığım adam.

    (bkz: suphi altındöken/#49195515) entry'mde de belirttiğim gibi bu adamların ilk tecavüzü değil. fatih gökçe denen adamın hatıralar ve yaşananlar adında toplu tecavüz görüntülerini izlemesi daha önce toplu tecavüz gerçekleştirdiğinin kanıtıdır. burada yaptığı paylaşımda ise gerçekleştirdiği ve hiçbir zaman enselenmediği tecavüzlerin dalgasını geçip, toplu tecavüzlerini gerçekleştirdiği arkadaşlarına facebook üzerinden selam çakmıştır.

    suphi altındöken'in değiştirdiği ifadesinde arkadaşı ve babası kız ölmeden olay yerindedirler. burada avukatın katkısı büyük çünkü gelecek otopsi raporunda kızın ölüm saati netlik kazanacak ve suphi'nin tutarsız ifadesi başını yakacaktı.

    suphi kız henüz sağken ve muhtemelen başına geleceklerden habersizken babasına ve fatih'e toplu tecavüz için yer bildirdi. daha olay yerine varamadan özgecan'la suphi arasında arbede çıktı. kız yaralandı. tecavüz olmadığını iddia ettiklerine göre tecavüzü gerçekleştiremediler. ama olay yerindeyken özgecan sağdı ve bu olaydan onu öldürmeden sıyrılamayacaklarını anladılar. ve tecavüz edemeden kızın ellerini kesip, öldürdüler ve ceseti yaktılar.

    ilk tecavüzleri olmadığına eminim, ve bu ilk cinayetleri olmayabilir.

    civardaki, adamın seyahat ettiği illerdeki bütün kayıplar, bütün tecavüzler, bütün cinayetler incelenmeli, geçmişe dönük araştırmalar yapılmalı, tecavüze uğrayıp da korkudan susan bütün kadınlar ve çocuklar medya yoluyla anlatmaya teşvik edilmeli. bu işin altından çok pis kokular alıyorum. bu adamların bütün arkadaşları da gözaltına alınıp sorgulanmalı.

  • fransa’da 1898-1908 yillari arasinda etkili olan disavurumcu resim üslubu.
    saf ve parlak renkli boyalarin dogrudan tüpten çiktigi gibi resim yüzeyine uygulanmasiyla yaratilan patlama duygusu bu üslubun özelligini olusturur.
    fovist ressamlar da izlenimciler gibi dogrudan dogayi betimlemekle birlikte, yapitlarinda yogun bir disavurumcu tepki izlenir. 1905’te paris’teki salon d’automne’da* açtiklari ilk resmi sergilerini gezenler büyük saskinliga ugramis, elestirmen louis vauxcelles sergide yer alan resimlerdeki siddet ögesinden ötürü sanatçilara (fauve*) fovist adini takmistir.

    fovistlerin önderi henri matisse’di. matisse, vincent van gogh ve georges seurat gibi ustalarin resimlerini inceledikten sonra bu üsluba yönelmisti. yaptigi düzenli çalismalar onu, üç boyutlu mekanin geleneksel yorumunu reddetmeye ve renklerin hareketiyle tanimlanan yeni bir resim mekâni aramaya yöneltti. matisse’in 1905 sergisinde yer alan “sapkali kadin” adli yapiti, canli mavi, yesil ve kirmizi renkler içeriyordu. hizli firça vuruslariyla portreye anlatimci bir ifade ve hareket kazandirmisti.

    öbür fovistler arasinda fransa’nin chatou bölgesinden gelen andré derain ve maurice de vlaminck vardi. bu iki ressam matisse’le birlikte toplulugun çekirdegini olusturuyordu. derain’in yapitlarinda manzaradaki her ton kesik ve güçlü firça vuruslariyla saf renklere dönüsüyordu. vlaminck’in resimlerinde görülen güçlü renk sarmallari ise büyük ölçüde van gogh’un anlatim gücünden izler tasiyordu. le havre bölgesinden üç genç ressam da, matisse’in güçlü kisiliginden etkilenerek topluluga katildi. othon friesz, parlak fovist renklerin uyandirdigi duygusal çagrisimlara yönelerek, daha önce uyguladigi siradan izlenimcilikten uzaklasti. çalisma arkadasi raoul duffy ise kendi estetik yapisina uygun olarak fovizmin bezemsel bir çesitlemesini yaratti. öte yandan georges braque küçük renk benekçikleriyle belirli bir ritim duygusu gelistirdi. bunlar onun kübist üslubunun ilk belirtileriydi. 1890’larda güzel sanatlar yüksekoulu’nda matisse’in ögrencisi olan albert marquet ile yaptiklarinda parislileri betimleyen hollandali kees van dongen de toplulugun üyesiydi. fovist üslupta çalisan baska ressamlar arasinda georges rouault, henri manguin, charles camoin ve jean puy da vardi.

    bu sanatçilarin birçogu için fovizm bir ögrenme ve geçis dönemi oldu. 1908’e gelindiginde, paul cézanne’in doganin düzeni ve yapisina iliskin görüs ve gözlemlerine duyulan ilgi yeniden canlanmis ve fovizmin firtinali duygusalligina karsi kübizmin mantik düzeni daha çok yandas bulmaya baslamisti.. matisse, öncüsü oldugu fovizmi tek basina sürdürdü ve betimledigi dünya ile kisisel duygulari arasinda ince bir denge kurmayi basardi..