hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi
    edit: altından hangi dizi, hangi olay çıkacak akıllara sorular düşürür.
    edit 2: gökyüzünde bir anda beliren parmak izi ipucu olabilir.
    edit:3 ucu açık olay, ne olduğunu anlamak için takipte kalmak gerek.
    edit 4: soru işaretleri giderek artıyor bu yeni çağ ne zaman başlıyacak acaba?

  • bu adamın ismini duyunca aklıma iki anı gelir. nedense anlatasım geldi.

    birincisi sanırım young boys maçıydı. izmir'de bir kahvehanede izliyordum. 0-1 gerideyken bu adam fırlayıp ceza sahasının içine girdi. sanıyorum fenerbahçe'nin ilk ciddi pozisyonuydu, kahvedeki herkes 'düş yere', 'atla ulan' diye bağırmaya başladı. stoch sanki bizimkileri duymuş gibi bıraktı kendini yere. ardından ikinci sarı kartını alıp oyun dışına atıldı. kahvede atla diye bağıran adamlar bu sefer ana avrat sövmeye başladı. çok ilginç bir manzaraydı.

    ikincisi gençlerbirliği maçını antalyada bir otelde izliyordum. stoch ceza sahasının dışından birkaç şut denedi ama isabetli olamadı. önceki maçta türkiye milli takımına güzel bir gol atmıştı. izleyenler 'ulan anca türkiye'ye atarsın, bize gelince böyle vurursun' minvalinde bir şeyler söylemeye başladı. birkaç dakika sonra stoch fifa puskas ödülünü alan, yılın en güzel golünü attı.

  • birkaç kitap yazmış bir abinizden gelen tavsiyelerdir.

    1) kurgu, roman, hikaye, öykü alanında bir kitabı yazmak için başlangıca değil finale ihtiyacınız var. yani "ben derin bir aşk romanı yazacağım" diyerek başladığınız eser yürümez. iskeleti finali belirleyip geriye doğru oluşturmanız işinizi oldukça kolaylaştıracaktır.

    2) ilk kitabınızda kendi hayatınızdan bahsetmeyin. karakterleri tanıdığınız belirli kişilerle bağdaştırmayın, bu o karakterin ancak sizin bakış açınızdan şekillenmesine sebep olur.

    3) önemli uzunlukta kısımlar bitirdiğinizde bir süre ara verin. o sürede yazdığınız şeyi okumayın. oluşan körlük geçecek, hataları görecek ve ona göre değişiklikler yapacaksınız.

    4) eser son cümlesinin noktasına kadar bitmeden hiçbir yere yollamayın. bölümleri parça parça kimseye okutmayın. her zaman ilk amacınız kitabı hedeflediğiniz sürede ve sayfa sayısında bitirmenizdir.

    5) bazı insanlar karakterleri, bazıları atmosferi, bazıları hisleri, bazıları çevreyi betimlemeyi sever. bazıları ise bunların hiçbirini yapmadan cümleleri manipüle eder. tercihinizi kendi okuma tarzınıza göre yapın.

    6) kitabı uzun tutmak için gereksiz kelime kalabalığı yapmayın, mükerrer kelimelerden kaçının.

    7) yazmaya oturduğunuzda aklınıza gelen her şeyi mümkün olduğu kadar hızlı şekilde imlaya takılmadan yazıya dökün. her zaman not alma alışkanlığınız olsun, bir anda aklınıza gelen şeyi mutlaka çiziktirin. aksi halde hatırlayamazsınız.

    8) ana karakterleri dikkatli oluşturun. kitap ilerledikçe kişilik özelliklerinde isteğiniz dışında belirgin değişiklikler göze çarpmasın. sakin bir adam hep sakin, coşkulu bir kadın her olaya coşkulu ama hepsinden önemlisi herkes mümkün mertebe normal olmalıdır.

    9) ağdalı dillerden, anlaşılmaz cümlelerden ve eski türkçe'den uzak durun. bunları kullanmak için çok daha deneyimli olmanız gerektiğini unutmayın.

    10) ilk kitabınızı bitirdikten sonra bir tenekenin içine koyup cayır cayır yakın. artık bir kitap yazmayı düşünebilirsiniz.

  • güzel bir başlık, güzel bir soru. açıkçası başlığı gördüğüm andan beri aklımı kurcalayan bir konu oldu. bununla ilgili okumalar yaptım ama kesin bir sonuca varamadım. yine de iyi kötü birşeyler karalamak istedim.

    roma'da cumhuriyet kısmen sezar'ın eylemleriyle, fiili olarakta augustus zamanında son buldu. burada ilginç olan senatörlerin sezar'a ilk önce diktatör ( önce altı ay sonra ömür boyu) yetkileri vermesi daha sonra da bir suikast sonucu öldürmeleri. yine ilginç olan cumhuriyeti kurtarmak için sezar'ı öldürmeleri, ama bırakın cumhuriyeti kurtarmayı, bu eylem cumhuriyet'in yıkılışını daha da hızlandırdı. sonrası malum, augustus senatonun gücünü kırıyor ve bir imparatorluk inşa ediyor. peki tekrardan cumhuriyet kurulamaz mıydı?

    1) "kandan korkmuş olabilirler"

    augustus'tan başlayarak son imparatora kadar hiç bir imparatorun cumhuriyeti tekrardan geri getirmek istediğini sanmıyorum. hiçbirinin öyle bir misyonu yoktu. eğer cumhuriyetçiler ayaklanma çıkarsalardı, öleceklerini biliyorlardı. çünkü böyle bir eylem muhtemelen kanla bastırılacaktı. iç savaş çıkması olasıydı. yani senato imparatorluk karşısında zayıftı.

    2) "en iyi sistem imparatorluk!"

    nihayetinde roma geniş sınırlara sahip bir devlet/imparatorluktu. belki de romalılar, geniş sınırlara sahip bir teşkilatın imparatorluk ile yönetilmesini daha uygun bulmuş olabilirler.

    bir çok imparatorun askerler tarafından indirildiğini biliyoruz. yani, günümüz jargonuyla darbe ile. peki askerler bir imparator'u devirdiğinde cumhuriyet'i ilan edemezler miydi? bu onların yararına mı olurdu yoksa zararına mı? bu her iki soruya da kötümser bir cevap vereceğim. roma'da askerler her zaman siyasi düzene saygı duymuşlardı ve sadık kalmışlardı.
    peki, imparatorluk içerisinde bazen iki kişinin aynı anda imparatorluğu yönettiği dönemler de olmuştu. bu, cumhuriyet dönemi ile karşılaştırınca bir benzerlik gösteriyor. cumhuriyet döneminde de iki konsil cumhuriyeti yönetiyordu. tabi tek bir farkla: cumhuriyet döneminde senato daha güçlüydü.

    gerçekten de senato imparatorluğu bir cumhuriyet olarak mı görüyordu? sanmıyorum. ben yine de iki durum üzerinde duruyorum:
    1) senatörler imparatoluk içinde karışıklık çıkmasından ve tabiiki de öldürülmelerinden korkmuş olabilirler.
    2) o dönem imparatorluk rejiminin daha iyi olduğunu düşünmüş olabilirler.

    ekleme: evet, senato krallık döneminde bir darbe/devrim yaparak cumhuriyet yönetimi kurdu ancak roma'nın krallık dönemiyle imparatorluk dönemi arasında dağlar kadar fark var. krallık döneminde askerler profesyonel bile değildi ve yönetimde etkileri yoktu bile. yine hatırlatmak isterim ki senato o zamanlar daha güçlüydü. ayrıca augustus cumhuriyet yanlılarını savaşta mağlup etti, bu cumhuriyet savunucuları için bir yıkımdı. augustus tarafından acı bir şekilde mağlup olmakla tecrübe edilen cumhuriyetçiler için bu yenilgi, belki de kulaklarında küpe olmuş olabilir.

    normalde tartışma forumlarını pek sevmiyorum. bu tip konuların daha ansiklopedik ve makale çalışmaları/okumaları ile öğrenilmesi taraftarıyım. ne yazık ki bu konuyla alakalı "bilimsel" bir şey bulamadım. ancak bu tartışma ile ilgili bir forum sitesi buldum.

    eğer göz gezdirmek isterseniz:
    https://www.quora.com/…-the-autocratic-roman-empire

  • yakın zamanda hem yunanistan hem de ukrayna'ya gittim. hiçbirinde turist çıkacak yerlisi eve girecek diye bir şey göremedim.

    anavatanımızda gördüğümüz muameleye bak.

  • birisine sevmeyi öğretmek, bir film için "izle bak, çok seveceksin." demek gibidir ve önyargıları parçalamak fazla mesai gerektirir. benim duyduğum en güzel iltifatlardan biriydi: "bana sevmeyi sen öğrettin." başka da iltifat duymadım ya, neyse... şimdi pek dermanım yok ama, gençken çok cevvaldim ben. cevval de iyi bi şeydi sanırım. artık hiçbir şeyden emin olamıyorum. tahmini sultan süleyman'a döndük ak. kendisine de buradan selam ederim (süleyman'a değil lan), size en yakın arkadaşımı nasıl tavladığımı anlatacağım bu akşam. insan hiç en yakın arkadaşını tavlar mı? mecbur kalırsa tavlar, abicim. lise sonda, dershanenin ilk günüydü. soluk soluğa sınıfımı buldum. kesin binlerce kişiye sormuşumdur, yüzlerce sınıf gezmişimdir. ilk gününde bir yeri tek başıma bulmak, henüz gitmediğim güzel bir tatil beldesidir. bu yaz düşünüyoruz kısmetse. kimlerle mi? e arkadaşlarla. tek başıma nasıl bulayım oğlum?

    oturdum sırama, ilk dersi dinledim. isabetimi seveyim, öyle berbat bir yer bulmuşum ki tahta parlıyor, okunmuyor. "yanına oturabilir miyim?" dedim. gözler yalan söylemez sözlükçü. o kız bana, "ya git başka yere otur gerizekalı." der gibi baktı. bunun altında kalamazdım. ne mi yaptım? hemen yanına oturdum. tahta diyorum, parlıyor diyorum, kime diyorum? istikbalim söz konusu: odtü psikoloji yazıcam ben yea!

    oturdum oturmasına da, kız benle hiç konuşmuyor. benim iç sesim hiç susmuyor. hadi ders neyse de, asıl teneffüs geçmek bilmiyor. bir dakika. tersi olması gerekmiyor muydu? kafam çalışıyor. durumun farkına varıyorum. oğlum ben var ya, odtü'yü bile kazanabilirim. lafa tutuyorum bunu. oradan buradan sorular hazırlıyorum. su oluyorum, ateş oluyorum, göklerdeki güneş oluyorum. yok! yine de konuşmuyor benimle. "kaç kardeşsiniz?" diyorum misal, hani dese ki: "seni ilgilendirmez.", dünyanın en mutlu insanı olacağım. kavga çıkar abi en azından. parmaklarıyla 3 diyor soruma. "sen de var mısın aralarında?" kendimizi kardeşten sayıyor muyduk?

    "sen ortanca mısın?" diyorum misal, sonraki teneffüs. sen bilmezsin sözlük, küçük yüreğim basit bir ortak paydaya bütün servetini yatırmış da son çeyreğe girilirken hala güvenli takip mesafesini koruyor. ben ortancayım diyorum. sohbetimize nasıl bir katkısı olacaksa bunun, diyorum işte. büyük değilim ezilmedim, küçük değilim şımarmadım, ortancayım ben: al arkadaş yap diye.

    solaktı bu. bense salak. kelimenin her iki manasıyla da. hiç gocunmadım esasen. kollarımız birbirine değiyordu yazarken. "dirsek teması eheh." diyordum ben bu duruma; o ise, "az öte git." gitmedim. bilerek çarptım. bir gün, hiç yazmazken de çarptım. oradaydım çünkü. bunu unutmasına ihtimal bırakamazdım. en yakın arkadaşımın ilk tebessümünü sağ dirseğime borçlandım. hal böyle olunca, kulağımın arkasını görüp cennete gitme planımı yeniden gündeme aldım. isteyince oluyordu. çok güldük sonra. çok ama. gözünden yaş gelirdi, kalbi sıkışırdı. "n'olur sus." derdi. hiç susmadım. gülmekten ölen ilk kişi olabilirdi. istatistiklerin en güzeli olabilirdi.

    geometriden hiç çakmazdım. bana yardım ederdi. yaprak testi koyardım önüne. "hangi soru?" "sana şöyle bir kolaylık yapalım, istediğin sorudan başlayabilirsin. ben hepsine eşit mesafedeyim çünkü." mucizevi dikler indirirdi. benim hiç aklıma gelmezdi. halen daha da düşünürüm, ulan hiç onuncu kattaki bir evin bahçesi olur mu?

    telefonda konuşurduk saatlerce. bir gün kapatırken dedim ki buna: "bir şey unutmadın mı?" düşündü. bulamadı. unuttuğu şeyi bulamadı. çünkü bilmiyordu. "ney?" dedi, söyledim: "hani bi seni seviyorum, canım arkadaşım." gibi bir şey dedim. "haa!" dedi, güldü. söyleyemedi. hiç dememiş çünkü. dedim ya cevvaldim, korkma dedim söyle. o zamanlar acıtmıyordu, güç veriyordu seni seviyorum'lar...

    o gün zorla söylettiğim kelimeyi duymadan bir günüm geçmedi sonra. beni çok sevdi. "herhangi birini seveceğimi ve bunu söyleyebileceğimi bilmezdim, çok güzel bir duygu bu." dedi. ikna kabiliyetime güvenerek "odtü psikoloji yazalım lan." dedim. hukuk yazdık. o çok istiyordu. ben? ne iş olsa yapardım abi.