ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
türk'ün gücünü göreceksiniz
-
terörist ne kadar delikanlıysa ona o kadar muamele edilir. delikanlılıktan söz edenler: siz hiç delikanlı terörist gördünüz mü? hangi terörist delikanlı gibi savaşır? tv karşısında, klavye başında yazmak çok kolay tabi. dün silopi de yaşananlarda size göre faşist devletin yaptığı şeyler tabi.
silopi de mahalle girişine hendek kazıp giriş çıkışı kapatan delikanlılara karşı yapıldı dünkü operasyon. sizin o delikanlılar varya bir polisi roketle parçaladılar. delikanlı gibi yine etek giyip yine delikanlı gibi başlarını örterek hemde...
20 mart 2019 avustralya türkiye krizi
-
adamlar haklı bence çanakkale'de zafer kazanan bu uğurda silah arkadaşlarını kaybeden askerlerini şehit veren mustafa kemal bile diyor ki sizin evlatlarınız artık bize emanettir..
düşmanını bile bu şekilde sahiplenen bir liderden evinde oturup diriliş izleyen gruptan oy toplamak için bu sözleri söyleyen bir lidere sahip olmak zor bir durum malesef...
havuzun içine mi düşer yoksa dışına mı
-
bu durumu test etmek, bu soruyu işlemle çözmekten daha kolay arkadaşlar. her sene fizik dersinde hareket eden trende zıplayan insan nereye düşer sorusu sorulur, bu soruya daha gönül rahatlığı ile böyle olur diyen öğretmen görmedim. sebep basit, bir allah kulu çıkıp şunu bir denesek demiyor.
test edilmiş durumlardan birisi burada. eğer aracın hızı sabitse bu tartışmaya son noktayı koyalım.
sabit değilse yatay da ivmelenmenin verilmesini beklemekteyim. :)
çelişki sanılan bireşimselliğin olumladığı hayat
ali tezel'in ekşi'den fikir aşırması
-
iki gün bekledim belki kaynak verir diye ama vermedi.
ali tezel'in ekşi sözlük'ten kaynak belirtmeden alıntı yaparak facebook ve twitter'da paylaşması olayıdır.
nasıl mı? anlatayım.
2 gün önce sözlükte saat 14:24'te şöyle bir başlık açıldı.
(bkz: yıllarca bir doğum kontrolü ihaneti yaptılar)
bu başlığa ben şu entry'i yazdım.
(bkz: #47824602)
bu entry'nin hemen hemen aynısını uludağ sözlük'te 9 ay önce hem de başlık açarak yazmıştım. kelimeler aynı zaten gördüğünüz üzere.
http://www.uludagsozluk.com/e/23182411/
ha diyebilirsiniz ki uludağ'a senin yazdığını nereden bilelim, onu da 2 ay önce oradaki nick altıma yazılan şu entry ile ispat edebilirim.
http://www.uludagsozluk.com/e/25700511/
neyse;
şimdi bu abimiz tüm bunları kendi yazmış gibi bunu facebook ve twitter'ında paylaşmış.
https://tr-tr.facebook.com/…8278&id=184430778243283
hatta birileri keşke alıntı diye yazsaydınız diye de uyarmış.
http://i.hizliresim.com/rb96jj.jpg
https://twitter.com/…lali/status/547031774275321856
https://twitter.com/…lali/status/547031834178371584
https://twitter.com/…lali/status/547031887391510528
https://twitter.com/…lali/status/547031993855524864
oda tv de gelmiş, tüm bunları ali tezel yazmış gibi paylaşmış. onların da suçu yok, nereden bilebilirler ki ali tezel'in sözlükten bunu kendisininmiş gibi yazdığını.
http://www.odatv.com/…cocuklariyla-vurdu-2312141200
bununla birlikte aynı kelimelerle haberi paylaşan n tane site var.
http://haberler.rotahaber.com/…-diyecek_506258.html
http://sozcu.com.tr/…doganin-kac-torunu-var-687460/
ayıp.
esra erol'da hunharca dans eden çılgın damat adayı
2013 yılının tek cümlelik özeti
-
"elbet bir bildiği vardır bu çocukların, kolay değil yoksa bu yaşta ölmek."
olması gerekendir.
yaran inci sözlük entry'leri
-
başlık: kütüphaneye gidip romanların yanına
entry: müzik aleti koydum. sonra yetkiliye "romanlar böyledirler, çalgısız yaşayamazlar, ölürler." dedim. arkamdan dostoyevskinin suç ve ceza kitabını fırlattı piç!
edit: yalanına sokuyumculara gelsin: http://www.youtube.com/…yzvywbayfrc&feature=related
iphone x
-
2016 yılında çıkacak 10. nesil iphone.
(bkz: başlık parsellemek)
(bkz: kim öle kim kala)
edit büdüt: 6 sene öncesinden ismini tayin edebildiğim ancak bütçe ayıramadığım teknoloji harikası ürün. tonla mesaj gelmiş, ölüp ölmediğimi soranlar olmuş ama ölmedim efenim.
unutmamak
-
zonguldak şantiyesinde tanıdığım bi kalfa vardı, ismi mustafa. güleryüzlü, basit bir adamdı. her sabah herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demler, sahada bi tur atar, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri veya gazete kağıtlarını masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlar, sonra beni beklerdi. ben bazı sabah sekizde, bazı sabah sekiz buçukta gelirdim işe. ben gelmeden kahvaltıya başlamazdı. oturup kahvaltılığı yerken üç beş laflar, o günkü işleri programlardık. hiç itiraz ettiğini, hiçbir işi yokuşa sürdüğünü, yalan konuştuğunu duymadım. ne işçileri bana karşı korurdu ne de beni işçilere karşı. çok düz, çok basit bir adamdı.
bir akşam paydostan sonra ofise geldi, hakediş hazırlıyordum. "şef, hadi gel bi bardak çay içelim" dedi. normalde böyle şeyler olmadığından refleksle "hayırdır ya kötü bi şey mi oldu canın mı sıkkın senin?" diye sordum. "yoo, öyle sıkıldım biraz" dedi.
zonguldak' ta bilen bilir, çok güzel çay bahçeleri vardır. alabildiğine deniz manzaralı, ferah, yüksek yerler. insanın gerçekten hem içi açılır hem de o devasa karadeniz görüntüsü karşısında biraz garip hissedersin. bu çay bahçelerinden birine oturduk, o çay söyledi ben kahve. "yauv sen de hep kayfe içiyosun, çarpıntı yapmayor mu?" dedi, kafasını diğer tarafa dönerek güldü. huyu böyleydi, şaka yollu takıldığında gülerken başka tarafa dönerdi. "çay sevmiyorum ya, alışınca zaten çarpıntı falan da yapmıyor" dedim ben de güldüm.
biraz böyle uzağa baktı, insanın canı öyle bi manzara karşısında ya hiç konuşmak istemez ya da konuşmaya başladığında artık hiç lafını kontrol etmeyeceğini bilirsin. biraz öyle sanırım konuşacaklarını kafasında toparladıktan sonra başladı anlatmaya.
on beş yaşındaymış, sevdiği kızı ne kadar istediyse de vermemişler. araya aracılar göndermiş, babasının karşısına bizzat kendisi gitmiş dikilmiş, abileriyle konuşmuş. olmamış. ne yaptıysa para etmemiş. askere gitmeden önce kızı başkasına vermişler, mustafa' dan daha zengin birine. mustafa askere gitmiş, tezkereyi aldığı gibi nizamiye kapısından çıkar çıkmaz inşaat işlerinde çalışan bi köylüsünü aramış. mersin' de bir şantiyedeymiş o sıralar köylüsü, mersin otobüsüne bilet almış mustafa. dönmemiş bir daha köye. ne bir ev ne bir yurt, şantiyelerden başka mekanı yok.
"kaç yaşındasın?" diye sordum, "kırk iki yaşındayım şefim" dedi. düşünmesi bile ürkütüyor beni, yirmi yedi yıl. koskoca yirmi yedi yıl. dipsiz bir boşlukta geçmiş, karanlıkta yaşanmış bir insan ömrü. "o kızı bir allahın günü olsun unutamadım yau şef, nerden bulduysa adresimi bulmuş bir tane fotoğrafını göndermiş her akşam bakar dururum" dedi. "ne zaman bu kadar yıl geçti ben hiç anlamadım, işten başka şu hayatımda hiçbi şey bilmedim, öyle yaşadık gitti işte boşu boşuna biz de"
akşam saat altıydı çay bahçesine oturduğumuzda, saat dokuz buçuğa kadar anlattı mustafa. "eh, hadi yeter bu kadar kafanı şişirdim senin de" dedi, güldü, kafasını diğer tarafa çevirdi.
ertesi sabah uyanmış, herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demlemiş, sahada bi tur atmış, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlamış, sonra beni beklemiş. yüzüne baktım, o dün akşam bana hikayesini anlatan adamdan en ufak bir eser yok. mustafa değil, mustafa usta duruyor karşımda.
size hikayeyi onun kelimeleriyle anlatmadım, bunu özellikle yapmadım. mustafa' ya haksızlık olur gibi geldi.
unutmamak deyince hep mustafa' nın o fotoğraftan gülümseyerek bahsedişi geliyor aklıma.
28 temmuz 2021 tunç soyer mülteci yorumu
-
bu da izmir'in melih bulusu.