hesabın var mı? giriş yap

  • bu gidişle ciddi ciddi gerçekleşeceğini düşündüğüm olay.

    sebebi insanların değişiminden ziyade oyunun negatif anlamda değişimi bence. oyunun giderek daha da karmaşıklaştırılması, filozof teknik adamların türemesi ve bunların saplantılı derecede taktiklerine bağımlı olması.

    bu durum özgür futbolcuları ve futbolun tadını bitirdi iyice.

    guardiola'nın eski yardımcısı juanma lillo'nun röportajından bazı kesitler okudum geçenlerde. 2008'lerden beri düşündüğüm şeyleri çok somut anlatmış. röportajdan örnekler verelim:

    - ben her zaman milli maçları izlemeyi kulüp maçlarını izlemeye tercih ettim. bana göre en iyi futbolcular uluslararası maçlarda bir araya geliyor ve bu maçlardaki etkileşim her zaman daha zengin oluyor. bununla ilgili 1950'den 1990'a kadar elimde terabaytlarca dosya var. en iyi oyuncular bu turnuvalarda bir araya geliyor ve tanrıya şükürler olsun ki teknik direktörler bu oyuncular bu oyuncuları etkileyemiyor. çünkü milli takımlarda taktiğe ayırılacak çok fazla zaman olmuyor.

    - biz teknik direktörler oyunun üzerinde çok fazla etki bırakıyoruz ve hepimizin bazı fikirleri var. bunu yaparken de insanlara oyunu daha iyi anlatmak istediğimizi söylüyoruz. ama bu tamamen saçmalık! oyunu anlaması gerekenler her zaman oyunculardır.

    - futbol çok fazla globalleşti. kulüp takımlarına baktığınızda norveç'teki bir kulüp ile güney afrika'daki bir kulübün aynı şekilde çalıştığını göreceksiniz. 'dışarda boşluk bul, içeri bak, şuraya pas ver, buraya pas ver'. çalım atan oyuncu kalmadı, bir tane bile göremiyorum. dünyanın her yerinde maçlar izledim ve sadece güney amerika'da akademilerden ziyade sokakta oynamaya alışmış oyuncular çalım yeteneklerini gösterebiliyor.

    - yediğimiz haltın farkında bile değiliz. bu oyunu globalleştiren bizleriz. kamerun-brezilya maçına bir bakın. devre arasında oyuncular formalarını değiştirse farkı anlamazdık bile. oyundaki her şey 'iki dokunuş' üzerinden gidiyor artık çünkü biz bunu öğretiyoruz. bu metodların öncüsü bir antrenör olarak şunu söyleyebilirim ki; pişmanlık duyan bir baba gibi hissediyorum.

    - herkesin şu günlerde saha içi bloklardan bahsetmesi çok komik. benim bildiğim tek blok apartman blokları, belki garajı olan bir blok. bu anlayışı yenmek her geçen gün zorlaşıyor ve boşluk vermemek üzerine oynayan takımları yenmek için artık gerçekten çok yetenekli oyuncularınız olmalı. dünya kupası'ndaki en iyi takımı söyleyemem çünkü hepsi aynı oyunu oynuyor. artık kötü oyuncular yok denecek kadar az ancak fark yaratacak oyuncular tamamen silinmiş durumda. kötü adamları öldürmek isterken iyi adamları da öldürmüş olduk.

    işte anahtar kelime bu sevgili sözlük. istisnai futbolcular, sihirbazlar, doğuştan yetenekliler, kutsanmışlar, kahramanlar artık futbolda barınamıyor. iyi bir yerlere gelse de bu filozof teknik direktörler onları farklı yapan bu özellikleri budayarak yahut kullanmalarına izin vermeyerek onları da "pası al, hemen boştaki arkadaşına ver" topçusu haline getiriyor. işte 1-2 yıl içerisinde ne messi ne ronaldo ve hatta belki neymar kalmayacak. sonra ne olacak bakalım.

    kusura bakılmasın da şimdi ronaldinho, rivaldo, maradona vb +50 oyuncu gelse koşmuyor, tekte oynamıyor diye oynatmayacak modern futbolun allah belasını versin.

    savunma oyunun ana hedefi haline gelmiş durumda. her şey istatistiğe boğulmuş. sayısız istatistik.

    brezilya bile bu yola girdi. artık kendilerine sambacılar demeleri bile bana komik geliyor.

    eskiden futbolun bir ruhu vardı. şimdi oynayanlar da oynatanlar da robotlardan ve para babalarından ibaret. tek amaç çin'de biraz daha forma satmak, üç reklam anlaşması daha imzalamak.

    işte bu yüzden hala örneğin 98 dünya kupasının açıp tekrarını izlemek, yeni dünya kupalarından daha çok keyif veriyor bana.

    maça bakıyorum, %60 topla oynamış, 630 küsür pas yapmış takımın kaleyi tutan 2 şutu var. kusura bakmayın da allah belasını versin böyle modern futbolun da, pas istatistiğinin de, topa sahip olmanın da.

    yunanistan, barcelona, ispanya ve bunların birbirinden farklı olsa da futbolun katline ilham olan ve dünyaya yayılan sistemleri... hadi barcelona'nın elinde xavi, iniesta vs vardı 1000 pas yapsa bile 3-5 dakika da güzel şeyler görülebiliyordu 90 dakika içerisinde. bir de bu sistemleri kazma futbolcularla deneyip maç başına 600 yan pas yapıp bir kere ciddi atak yapamayan takımlarla doldu ortalık.

    bu işkence 90 dakika izelenebilir gibi değil. keyifli değil. kimse deha teknik adamlardan, taktiklerden, tanjant kotanjantlardan, uzay matematiğinden bahsetmesin. zevkli değil.

    ama biliyorum çareyi gene öze dönüşte değil, yeni kuşağa yönelik saçmalıklarda arayacaklar. belki maçları 60 dakikaya düşürecekler, belki avrupa süper ligi kuracaklar vb. bilemiyorum.

  • türk kadın şarkıcıların kıyafeti ile kafayı bozmuş bir adam.
    ancak ben kendisini şöyle hatırlıyorum. zannediyorum sene 2008, cerrahpaşa tıp fakultesi son sınıfta öğrenciyim. acilde nöbet tutuyorum. izzet yildizhan'in da bir yakını mi ne acilde , kapıda bekliyor. o zaman böyle ayna camlı gozlukler meşhur, böyle kürk filan giymiş, tavus kuşu gibi kabarıyor, sen hesap et.

    bizim genel cerrahide bir asistan abi vardı, sanırım azeriydi, tarkan kadar ünlü olmadıkça bir turk arabest şarkıcısini tanımazdi ama sanırım bunu bir yerden gözü ısırdı. izzet yıldızhan in yanına geldi.
    -ben sizi bir yerden tanıyor muyum?
    - eee tabi, yani taninirim evet
    - paşa konağında mı çalışıyorsunuz?
    cevap vermeden hızlıca uzaklaştı.

    paşa konağı cerrahpaşa karşısında bir kebapciydi, orada çalışanlara benzetmiş. işte taa o zamanlardan beri ünlü olmaya çalışıyor. beceremiyor.

    debe edit: beni debeye taşıyan siz sevgili sözlük yazarları ve büyük sanatçı izzet yıldızhan'a çok teşekkür ediyorum.

  • şu ülkede yaşanan her pisliğe tek tek tepki vermeye kalkmak için baya mesai harcamak lazım.

    bu ney laaan.

    insanda biraz vicdan olur, empati olur, adalet duygusu olur.

    bu söylediğimden daha önemsiz olmakla beraber,

    ben zenginlik düşmanıyım arkadaş açıkça söylüyorum.

    hiç bana gelip sermaye karşıtı pis fakirler geyiği yapmayın.

    bu düzende zenginlik dolaylı hırsızlıktır.

    hele ki böylesi vicdansız, izan yoksunu insanların planlı yahut plansız dangalaklığı tartışma konusu bile edilemez.

    genç bir kızın vahşice canını al, sonra aynı tarihte nişan töreni yap.

    utanır lan biraz insan.

    ben sizin yerinizde olsam yaşanan vahşetin yıldönümünde utancımdan sokağa çıkamam.

    siz unutmuş olabilirsiniz

    umursamıyor da olabilirsiniz

    ancak cem garipoğlunun yaptıkları sizin umursamazlığınızla birleşince garipoğlu soyadının her bir harfine zift gibi yapışmıştır.

    allah bin türlü belanızı versin.

    münevverin hayatından çalınan her gün iki cihanda size azap olsun.

  • bir 3-5 yıl olmuştur sanırım. gerçi gönül üzerinden yüzyıllar geçsin istiyor ya, neyse. böyle aile meclisi toplanmışız, masalar uç uca eklenmiş, uzun bir masada yemek yenilmekte. amcalar, halalar, teyzeler ve bu saydıklarımın alt soyları ile üst soyları, epey kalabalığız anlayacağınız. tam bir hiyerarşi olmasa da ailede kendinden en çok korkulanlar başta olmak üzere büyükten küçüğe doğru da bir dizilim söz konusu. biz kuzenlerse masanın sonlarında gırgır şamata konuşlanmışız. hangi sivri akıl bilmiyorum ama içlerinden biri böyle bir kalabalığı en son aztec stadında görmüş olacak ki "hadi meksika dalgası yapalım lan." diyor. olur mu? olur. o coşkuyla dünyanın en sıradan gösterisi gibi geliyor bünyeye, gençlik işte. neyse efenim, en uçta oturmam hasebiyle 3! deyince verilen "başlat!" komutuyla 'oleeyy' nidalarıyla ayağa kalkıyorum geri oturuyorum. masada ölüm sessizliği. herkes manasızca bana bakıyor. kuzenler dahil. çok pis tufaya geliyorum. dayımın "hayırdır inşallah" bakışları eşliğinde tek derdim buymuş gibi tabakların desenlerini incelemeye başlıyorum. o günden sonradır ki, aile ortamlarında "alemin kralı geliyooorr" tezahüratıyla karşılanır; "eski açık sarı desene" diyeni vururum.

  • benim annem babamdır. ücretlerle birlikte 7000 tl'ye varıyor maaşları ve kral gibi daireye 450 tl kira veriyorlar. küçük bir ildeyiz bu yüzden kira düşük. iki haftanın da bir haftası evde geçti kar tatili nedeniyle, bugün de tatil ve birlikte kahve keyfi yapıyoruz.

    ekşi'deki durumdan haberdar ettim onları "çok istiyorlarsa okusunlar öğretmen olsunlar" dediler. selamları var size.

  • - iyi bir insan olduğunu düşünüyor musun?
    + elhamdülillah müslümanım.

    - karına, kızına neden hayatı zindan ettin?
    + elhamdülillah müslümanım.

    - milletin giyimine, inancına neden karıştın?
    + elhamdülillah müslümanım.

    - içki içene, açık giyinene, ateiste vb. neden kötü gözle baktın?
    + elhamdülillah müslümanım.

    - hırsızın, imansızın arkadasında neden durdun?
    + elhamdülillah müslümandı.

    otur, sıfır. arkadaşı cehenneme atınız.

    not: bu entry'de + olarak konuşturulan kişi, yaptığı her pisliği müslüman olduğunu söyleyerek örtbas etmeye çalışanları simgelemektedir.

  • 27 kasım 2007 günü prens charles ile tuvalet çıkışı konuşmam hayatımda yaşadığım en ilginç ünlü ilişkisi olabilir sanırım..

    ulan 3 saatlik data structure dersinden çıkmışım, sıkışmışım zaten hadi bir tuvalete gireyim dedim, bu arada etrafımdaki insanların %90 ı takım elbiseli tuvalette..tam tuvaletin çıkışına geldim bir kalabalık, kamera ışıkları, fotoğraflar falan filan derken aradan 2 ,3 saniye geçmeye kalmadı prens charles ile karşı karşıya geldik..ben ne olduğunu anlamadan bir de bana soru sormaz mı? olayı algılamam zaten bir kaç saniye sürdü..ondan sonra cevaplayabildim sorusunu..soru da şuydu "okuldaki eğitimden memnun musun?" bendeki cevap sadece "evet" olabildi tabiki.. sonra sorular devam etti, ben yine girdiğim şokun etkisiyle kısa cevaplar verdim,ardından yürümeye devam etti..tabi ben olayın şokunu belirli bir süre atlatamadım.. düşünsene lan tuvaletten çıkıyorsun karşında prens charles dersler nasıl diyor.. hatırladıkça ara ara gülüyorum hala..

    (bkz: bu da böyle bir anımdır)