hesabın var mı? giriş yap

  • öncelikle çin gibi ülkeler okuma yazma öğretme konusunda sıkıntı çekiyorlar. illa kendi en eski alfaben olursa güzel olacak diye bir şey yok. japonya'nın alfabesi de zaman içinde değişmiştir. latin alfabesini değiştirip kendi alfabemizi yapmışız, yazıldığı gibi okunuyor mis gibi. önemsiz bir olay gibi geliyor ama altı ayda okuma yazma öğreniyorsun. okumada tutarsızlıklar yok denecek kadar az. ingilizce veya çince okuma öğrenen çocuklar bu seviyeyi 3 senede görüyor. o yüzden şu an kullandığımız alfabe dilimiz için mükemmel. kaldı ki dünyanın bilim ve iletişim dili olan ingilizceyi ikinci dil olarak öğrenirken de kolaylık sağlıyor. özetle alfabe bizim, yedirmeyin.

  • insanlar her dönem yeni bir şey öğrenerek dönüşür. kişilik yapılanmasıysa ilk öğrendiklerimiz üstüne inşa edilir. yani çocukluk yıllarınızda yetiştiriliş tarzınız kişiliğinizin ağırlıklı kısmını oluşturur çünkü ilk öğrenilen otomatik doğru kabul edilir. buna bilişsel psikolojide otomatik düşünceler, şema terapide şemalar, ego psikanalizinde ise savunma mekanizmaları denir. bunların yanı sıra genetiğinde yaklaşık %40 düzeyinde etkin olduğu bilinmektedir.

    bununla ilgili ilginç ve uç denebilecek travma çalışmaları bile mevcut. örneğin bir aile büyüğü tarafından devamlı tacize uğrayan bir birey bunu bir süreden sonra normalleştirebilmekte hatta suçu kendilerinde bulabilmektedir. girl, interrupted diye gerçek bir olaydan uyarlanan güzel bir film vardır, orada da işlenir. yine anne veya babası narsisistik veya sınır durum bozukluğuna sahip bireylerin çocuklarında da benzer sorunlar çıkabilir.

    günün sonunda inançlar; bu süreçler sonunda inatla kendini korumak yani atalet yaratmak üstüne yapılanır. yanlış da olsa süreç devam eder. değişmek değil, tepki vermek üstüne gelişirler. en güzel örneği de okb hastalarıdır. obsesyonun yanlışlığını bilmelerine rağmen kompulsiyon yani nötrlemek için hareket yaratırlar.
    (bkz: kendini değiştirmek/@karanlikruya)

    ....insan ne zaman değişir?
    hayatında bir şeyin yolunda gitmediğinin ayırdına vardığınızda ve sorunun "siz" olduğunu fark ettiğinizde değişim başlar. bakın değişir demiyoruz. değişim zor bir süreçtir. ağırlıklı olarak nesnel değildir, oldukça sübjektif bir konudur bu nedenle benlik devamlı olarak kendini savunmaya çalışacaktır. yani inançlar kendilerine karşı çalışan her şeyi reddeder.

    ne zamanki kişisel deneyimlerden yükselen doğrulama(self-bias), yani algım dışında durumlar da olabilir diye düşünürsünüz işte o zaman değişim için bir adım atmış olursunuz. çoğunlukla insanlar bu aşamada başarısız olur çünkü inançlar benlikle bütünleşiktir ve nedensellik yerine kendilerini iyi hissedecek konulara inanmaya devam etmeyi tercih ederler. buna karşı çıkanlara ise benlik saldırır. benliğiniz devamlı sizi sabote eden en önemli şeydir. okb, depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni bir yana bence psikanaliz kişilik bozukluklarında bu konuyu en derin ele alan ve iyi sonuç veren psikolojik akımdır.
    (bkz: otto kernberg)
    (bkz: heinz kohut)

    hatta inançlarınıza karşı olan bireyle karşılaştığınızda o bireyin düşüncelerine değil, o kişiye de saldırılır. nefret duyulur, yani bir yerde inançlar karşı düşünceyi savunan bireyde nesneleşerek ve o kişiyi suçlayarak rahatlamaya çalışır.
    (bkz: insan ilişkilerinin öğrettikleri/#124596044)

    ....sonuç olarak
    objektif ve nedensellik içinde konular değerlendirildikçe ve bunu benlikle bütünleştirdikçe değişim yavaş yavaş gerçekleşir. tabii unutmayın 20 sene boyunca inşa ettiğiniz karakteriniz 1 senede değişmez. aynı obezite gibi uzun bir süreç, gerekirse terapi, tetiklenen şeylerin bulunması, bireysel inanç sisteminin, yani otomatik düşüncelerin değişimi için büyük bir çaba gerektirir.

  • beylikdüzü'nde sabahları koşu yapabileceğiniz güzel bir çamlık var. burada ayrıca pek fonksiyonel olmasalar da milleti tatmin edecek spor aletleri de mevcut. tam bu noktada insanlar ısınma, açma germe hareketleri de yapıyorlar. işte bu insanlardan biri olan teyzenin teki daha önce herhangi bir spor camiasında görülmemiş ilginç bir hareketle ısınıyor. 24-25 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kişi ise işini bırakıp teyzeye dikkat kesilmiş. en sonunda:

    - teyze bakar mısın?
    + buyur evladım.
    - öyle bir hareket yok.
    + anlamadım!?!
    - (teyzenin hareketini taklit ederek) bu nedir ya? burda bir sürü insan var. bilmiyorsanız bakın öğrenin. kendi kafanızdan hareket kasmanın ne alemi var?

    eleman bu lafından sonra arkasını dönüp spor alanının dışına doğru sinirli bir vaziyette ki yamulmuyorsam içinden küfrederek gitti. zavallı teyze ise etrafındaki insanlara bakıp 2-3 hareket yaptıktan sonra sırra kadem bastı. yarın gelir mi bilinmez. spor yapan insanlar daha stressiz, aklı başında olur sanırdım. millet toptan kafayı yemiş.

  • soykırım kelimesi hukuki bir kavramdır. salak salak yerlerde hümanistlik kasmak için kullanılacak bir kelime değildir. soykırım olabilmesi için belirli şartlar vardır. 1000 kişi öldürüldüğü zaman soykırım olabileceği gibi 1 milyon kişi öldürüldüğü zaman soykırımın olarak tanımlanamayacak durumlar vardır. ayrıca soykırım kelimesinin bağlayıcılığı olduğu gibi sonuçları vardır. kimse ermeniler öldürülmedi demiyor. soykırım olabilmesi için gerekli şartlar yoktur deniliyor. kaldı ki bunu ifade etme özgürlüğünün kısıtlanmasını savunmak bile faşist türk düşmanlığının dışa vurumundan başka birşey değildir.

  • girdiği ortamlara medeniyet katmaları.

    geçen kuaförde derbi muhabbeti dönüyor "bugün size öyle çakıcaz böyle sokucaz eğeğelğeğe" herkesin elinde sopa eğeğpeğvğüe diye takılırken;

    içeriye bi kadın müşteri geldi ilk defa bi berber tarafından "canım" sıfatıyla çağırıldım. sıfatlar değişti, kokular değişti, müzikler değişti, çiçekler açtı. ortama medeniyet geldi. eğeğeleleğciler birden "ah şekerim futbol zaten kitlelerin afyonudur akşam iyi olan kazansın federer nasıl yaşlanmıyor ya bu yaşta bu performans inanılmaz, ah kobe çok erkendi be..."cilere döndü