hesabın var mı? giriş yap

  • emrah serbes, son hafriyat'ında, behzat'ın sorgusunu yapan mülkiye müfettişine betty der. buyrun betty'nin ağzından behzat ç.:

    "askeri lisedeyken yüzbaşına fiili saldırı. askeri okuldan atılmışsınız. siciliniz emniyete sizden önce gelmiş. herhangi bir okuldan disiplin suçuyla atılanlar polis akademisine giremez. ama babanız emekli albay olduğundan araya hatırlı kişileri sokmuş. kayıt dosyanıza ufak bir 'sakıncalıdır' notu düşüp akademiye girişinizi yapmışlar. öğrenciliğinizde ve mesleğe başladıktan sonraki ilk on senenizde fazla göze batan bir durumunuz olmamış.

    sene 95. zamanın ankara emniyet müdürü yanınıza gelip 'iyi misin?' diye sormuş. 'saçma sapan konuşma' demişsiniz.
    savunmanız 'o sorudan nefret ederim.'
    hatırlı kişiler araya girmiş, 2 yıl kıdem tenzili, 2 maaş kesinti, olay kapanmış.

    aynı sene ekip aracında alkol alırken yakalanmışsınız.
    savunmanız 'karımdan yeni boşandım.'
    yine hatırlı kişiler araya girmiş,kınama cezası, yarım maaş kesinti, olay kapanmış.

    sene 96. dördüncü sınıf emniyet müdürüne fiili saldırı.
    savunmanız, 'terbiyesizlik yaptı.'
    yine hatırlı kişiler, 1 yıl kıdem tenzili, 2 maaş kesinti, olay kapanmış.

    sene 97. asayiş şube müdürüne sözlü saldırı. parantez içinde okuyorum 'çok konuşma lan' demişsiniz.
    savunmanız ' işime karıştı.'
    kınama cezası, 2 yıl kıdem tenzili, müdürlere gıcığınız var herhalde?

    sene 98. hizmet içi eğitim kapsamında, başkomiserler arasında yapılan bir ankette, 'polis olmasaydınız ne olurdunuz' sorusuna verdiğiniz yanıt: 'katil olurdum.'
    savunmanız, 'hayatımda böyle saçma sapan anket görmedim.'
    kınama cezası, 2 yıl kıdem tenzili.

    sene 99.yılbaşı gecesi bir vatandaşın işaret parmağını kırmışsınız.
    savunmanız, 'meskun mahalde ateş edecekmiş gibi bakıyordu.

    sene 2000. gençlerbirliği idari menajerine silah çekmişsiniz.
    savunmanız, 'kapıları vaktinde açtırmadı, vatandaş dışarda kaldı.'

    ve daha bir sürü sayamadığım şey. bunlar ilk gözüme çarpanlar. görev yerini terk etme ve rüşvet alma dışında, disiplin yönetmeliğindeki hemen hemen bütün suçları işlemişsiniz. 22 yılda 213 soruşturma. toplamda 16 kıdem tenzili, 22 maaş kesinti, 10 kınama cezası, 7 sefer açığa alınma. 161 yıllık polis teşkilatının yetiştirdiği sicili en kabarık başkomisersiniz. meslek hayatınız, polis koleji öğrencilerine kötü örnek olarak okutulabilir. ve şimdi susma hakkınızı kullanıyorsunuz."

  • formspring üzerinden bu konu hakkında şöyle bir soru soruldu demin.

    "erkeklerin sürekli seks düşünmesi nasıl bir şey? sürekli sevişme anını mı hayal ediyorlar?"

    cevabı burada da bulunmalı bence.

    "ne güzel soru sayın okur.
    sırada çok insan var ama sizinkini öne alacağım. siz hangi derinlikte sordunuz bilmiyorum ancak soruyu dikkatle ele aldığımızda "erkekler neden sürekli seks düşünüyor." "erkekler seks hakkında ne düşünüyor" gibi yüzeysel soruların can sıkıcılığının sizin sorunuzda olmadığını görüyoruz.

    biliyorsunuz ben iki cinsin de doğuştan sahip olduğu içgüdülerine saldırmamaya hep gayret ediyorum. o nedenle kadının da erkeğin de yaptıkları hareketlerin temeline inerek davranışın kökeni doğrultusunda eleştirme taraftarıyım. kimi zaman kantarın topuzunu da kaçırdığım olmuştur ancak her şeyi benden beklememek lazım.

    sağlıklı bir erkeğin uyanık olduğu zamanın her iki dakikasında bir seks düşündüğü hakkında değişik çalışmalar mevcut ancak bunlar bilimin istatistik denen pek de güvenilemeyecek bir kolundan gelen magazinel ıvır zıvırlar. benim şahsi gözlemlerim bir erkeğin gün içinde onlarca kez düşündüğü yönünde. ancak mühim olan bu değil mühim olan bu erkek seksin nesini düşünüyor?

    takdir edersiniz ki tüm gün bilfiil seks düşünerek sağlıklı bir hayat yaşaması mümkün değil. erkeğin seks düşünmesi bir çocuğun hızla dönen bir atlıkarıncada kenardan kendisini izleyen arkadaşlarına el sallaması gibi bir şey. (bu verdiğim örnek de tüm sosyologlara armağanım olsun.) bir anda beliren heyecan arzu ve istek ve arkasından gelen derin bir yalnızlık hissi.

    içinde objeleştirip ortaya koyabileceğimiz belirgin bir fikir bile yok. erkeğin omuzunda oturup ara ara kulağına "sikiş, üre, genlerini yay" diyen bir hayalet var sanki. erkeğin erkekliğini ona unutturmamaya yemin etmiş pezevenk. o sesi duymamak zaten mümkün değil ancak duymamazlıktan gelmeyi öğrenmek bile herhangi bir erkeğin ömrünün ilk otuz yılını alıyor.

    ancak ilk başta da dediğim gibi bu erkeğin doğuştan sahip olduğu ve her canlının kalıtım materyalini sonsuza taşıma çabasının bir sonucudur ve buradan erkeğe saldırmak doğru değildir. erkek seksi öğrenerek arzulamaz. bu dürtü ona toplum denen ortak aklın bir ürünü olarak sonradan yerleştirilmemiştir. başka bir yerde daha önce yazdığım üzere baştan sorulsaydı pek çok erkek böylesi tatmin etmesi zor bir arzuyu bir ömür taşımak istemezdi. bununla baş etmeye çalışmak yorucu sıkıntılı ve tehlikeli.

    tehlikeli çünkü bir insanın temel ihtiyaçlarından sadece seks tam anlamıyla tatmin edilmek için bir başka insana gereksinim duyuyor. bu da insan gibi sosyal ilişkileri sağlam bir canlının temel bir ihtiyacını karşılamak için sürekli riskler almasına neden oluyor. bir başka insan demek baş edilmesi gereken en az iki kat zorluk demek. en temelinde rastlantısal olarak bizi bulan belaların iki katına çıkması demek.

    ve tekrar sorunuza dönersek
    hayır bir erkek her seks düşündüğünde gözünün önünde bir kadın figürü canlanmıyor
    her seks düşündüğünde ereksiyon olmuyor
    her seks düşündüğünde nabzı hızlanmıyor

    evren kulağımıza varlığımızın amacını sürekli fısıldıyor sadece.
    buradan evrenin erkeklerin hafızasına ve konsantrasyonuna pek güvenmediği sonucuna varabiliriz.

    soru için tekrar teşekkür ederim.
    iyi günler."

  • 20 şubat 2011 van denizi diyen kılıçdaroğlu'na :

    "o kadar heyecanlı gidiyor ki ayakları yerden kesilmiş durumda. van'da bir konuşma yapıyor, o da çok ilginç. çocukluğunda ilk kez van denizinde vapura binmiş. van gölü ne zaman deniz oldu, ben bilmiyorum. durum böyle. kılavuzun doğru olmayınca gölü de deniz zannedersin"

    26 ekim 2013 vanlılara :

    "van, denizi olan, ekmeğini bir ölçüde denizden kazanan illerimizden biri.
    varsın haritalarda göl denilsin. biz ona sizlerin dediği gibi ‘van denizi’ diyoruz.
    biliyorsunuz demiryolu taşımacılığının bir kısmı van denizi üzerinden yapılıyor.
    doğudan batıya, batıdan doğuya taşınan yükler van denizi üzerinden taşınıyor.
    ancak iki feribot 16 vagon taşıyabiliyordu. bu van’a da van denizi’ne de yakışmaz dedik.
    onun için van denizi kenarına bir gemi üretim tesisi yani tersane yaptık. her biri 50 vagon taşıma kapasitesine sahip iki büyük feribotu burada inşa ediyoruz."

  • mardin, diyarbakır ve benzeri aşırı sıcak illerin sokaklarının dar olmasının sebebi, güneşi maksimum ölçüde engellemek ve gölgeli sokaklarda daha rahat gezebilmek içinmiş.

  • çoğu insanın gustav klimt'in 1908-09 tarihli eserini akla getirdiği resim.

    fakat aslında çığlık tablosu ile tanıdığımız edvard munch'un 1897 tarihli, aynı isimli bir tablosundan esinlenmiştir.

    ikincisinde munch'un karanlık, belki daha depresif diyebileceğimiz bir ardalanda iki insanın öpüşmesini görüyorken, klimt'te daha aydınlık, daha parlak bir yüzeyde bir erkeğin bir kadını öpüşüne tanık oluyoruz. aslında klimt'in tablosunun daha fazla bilinmesine şaşırmamak gerek; zira daha canlı renklerin egemenliği altında, daha sıcak figürlerle işlenmiş bu betimlemenin belki de aşka daha fazla yakıştığı düşünüldü.

    ama şahsi kanaatime göre, ben munch'u tercih ederim. munch'un öpücük tablosu iki kişinin işteş bir sevme eylemine gösterge niteliğinde. dikkat ettiyseniz, ortada klimt'te olduğu gibi "öpen adam" ve "öpülen kadın" bulunmamakta, aksine, her ikisinin de yüzleri birbirine kaynaşmış durumda, her ikisi de öpüş eyleminin içinde ve ona birlikte dahiller. başlarının üzerinde belki de aura gibi oluşan halkalar ya da titreşimler, oradaki hissiyatı yansıtmada, oradaki bir duygu kıpraşımını göstermede çok güzel küçük bir detay. oysa klimt'te kadının yüzü olduğu gibi açıkta, ve öpüş eylemi yerine vurgulanan çok daha başka bir şey. bu bana öpüşmeden ziyade, bir adamın bir kadını öpmesini canlandıran bir tablo olarak görünüyor. ve munch'daki o boyutluluğu ben burada hissedemiyorum, daha donuk geliyor.

    evet belki munch daha karanlık, daha boğuk ama bence tutkuyu yansıtmada daha başarılı.

  • black mirror'ın 1. sezon 2. bölümünün ismidir.

    fifteen millions merits kelimenin tam anlamıyla distopik bir düzenin hakim olduğu romanları çağrıştırıyor bize. en başta aklımıza gelen kitaplarsa yine oldukça tanıdıklar: brave new world, mıy, nineteen eighty-four ve fahrenheit 451. aldous huxley’nin başyapıtı cesur yeni dünya’dakine çok benzer bir senaryo ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek mümkün.

    ünlü romanında huxley, insanların gelecekte doğadan kopuk bir yaşam süreceklerini, anne baba kavramlarının yok olduğunu, insanların tüplerden çıkmaya başladığını, ahlak, din gibi kavramların kökten yok edildiğini, uykuda eğitimlerle insanların robotik bir mekanizmaya dönüştürüldüğünü tasvir etmektedir. ilk bakışta duyan herkese ürkütücü gelen bu gelecek kurgusunda aslında tüm insanlar mutludur ve bunun sebebi de her duruma uygun minik hapların bulunmasıdır. o anki ruh halinin tam tersine dönüşmek için onunla ilgili hapı yutmak yeterlidir. işte bu kadar basittir huxley’nin dünyasında mutlu olmak.

    insanlık bu hale nasıl gelmiştir? nasıl olur da o kadar insan bu düzenden şikayet etmemektedir? elbette böyle bir sistemin arkasında çok daha büyük bir mekanizma bulunmaktadır. günümüz dünyasındaki partilerin görevini üstlenmiş olan üst yönetimler, insanlığa böyle bir geleceği reva görmüşlerdir. hiçbir söz hakkına sahip olmayan insanlar değersizleştirilmiştir. insan hayatı bir nevi yok sayılmıştır ve onlar sadece nefes alması gereken organizmalardır. hatta bazen nefes almamaları gerektiğine dahi sistem karar vermektedir.

    rus yazar zamyatin’in biz’inde attığı temellerin üzerine inşa edilen cesur yeni dünya’da mustafa mond çıkar karşımıza. orwell’ın bin dokuz yüz seksen dört adlı romanında ise büyük birader her yerden bizi gözetlemektedir. bradbury’nin kitapsız bir geleceği öngördüğü romanı fahrenheit 451’de ise televizyon insanları etkisi altına almıştır. kitapların okunmadığı, yakıldığı bir gelecek portresiyle yüzleşiriz. tüm bu distopyalar günümüzde bir şekilde karşımıza çıkmaktadırlar.

    dizinin ikinci bölümü fifteen million merits’te de üstte bahsi geçen kitaplardaki kurgulara çok benzer bir senaryo işlenmiştir. katı bir sistemin içinde yer alan insanlar, belirli kurallar çerçevesinde yaşamaya endekslenmiştir. doğayla ilişkileri kesilmiş ve kapalı binalarda yaşamaya mahkum edilmişlerdir. sanal bir dünya içinde yaşamakta ve topladıkları puanlar sayesinde yaşamsal ihtiyaçlarını gidermektedirler.

    teknolojinin üst düzeyde olduğu sanal bir odada uyanan bing, bisiklet benzeri bir aracı sürmek için her gün kendine ayrılan bölüme gitmekte ve koca gününü pedal çevirerek geçirmektedir. bu sırada önündeki ekranda ise çeşitli aktiviteler yapabilmektedir. her şey belli bir düzen çerçevesinde ilerlemektedir ve insanlar bu durumdan şikayetçi görünmemektedir. sistemi sorgulamayan insanlar, sistemin içerisinde yok olup gitmektedir.

    abi adlı genç kızın da kendi bölümünde pedal çevirmeye başlamasıyla birlikte bing’in hayatı değişecektir. aşık olduğu kadın uğruna o güne dek topladığı tüm puanları gözden çıkaran bing, ısrarları sonucu abi’yi bir yetenek yarışmasına katılmaya ikna eder. bu yarışma, günümüzde türkiye televizyonlarda yayımlanan (rising star, yetenek sizsiniz, o ses) yarışmaların bir nevi benzeridir aslında. bu da, anlatılan olayın bir benzerinin, içinde yaşadığımız dünyada tezahür ettiğinin bir kanıtıdır.

    abi, yetenek yarışmasına katılır ve şarkısını söyler. şarkıyı söylemeden önce kendisine verilen içecek ile düşünme mekanizması yok edilen abi, sistemin işlemesinde önemli rol oynayan jüri üyeleri tarafından kandırılarak kötü yola saptırılır. bing’in yaşadığı ızdırap tarif edilemez boyutlara ulaşır ve bölümün finalinde ise bing, zekice sergilediği bir plan ile jüri üyelerinin karşısına çıkmayı başarır. önceden bir konuşma metni hazırlamamasına rağmen, jüri karşısında doğaçlama monoloğu muazzamdır. belki de bu iğrenç çarkın dönmeye başladığı günden itibaren tek baş kaldıran, sistemin kölesi olmayı reddeden tek insandır bing ve yaptığı büyük bir cesaret örneği olarak addedilir.

    sisteme karşı başkaldırmasına ve diğer insanlara umut olmasına rağmen, kısa bir an sonra bing kendisini tekrar sitemin içinde bulacaktır. karşı koyamayacağı bir teklifle yüz yüze kalan bing, sistem tarafından emilecek ve öğütülecektir. ne yazık ki bu dünyadan çıkış yoktur. çark dönmekte ve robotlaşan diğer insanlar için hayat devam etmektedir. tabii o yaşadıklarına hayat denebilirse.

    bölüm içinde gördüğümüz her olgunun günümüz dünyasında bizlerle birlikte olan birçok şeyin metaforu olduğunu fark etmekse yine zor olmuyor. bing, günümüz işçi sınıfını temsil ederken, jüri üyeleri ise gücü elinde bulunduran ve çarkın dönmesi için gerekli olan sistem adamlarını. bisiklette pedal çevirmek yaşamımızı idame ettirebilmek için bir işte çalışmamızla aynı anlama gelirken, toplanılan puanlar ise, yaşamsal ihtiyaçlarımızı giderebilmek için gerekli olan paraları…

    bir “kitle iletişim aracı” olarak kabul edilen televizyonda yayımlanan showların insan yaşamına olan etkisini sorgulatan bir bölüm. bölümün son sahnesinde bing’in içinde bulunduğu dev “yapı”nın içinden ormanı seyrediyor oluşu bir kez daha canımızı yakıyor.

    “bir aptal kutusuna hapsolmak mı yoksa doğayla barışık bir şekilde özgürce yaşamak mı?” diye düşünüyoruz bölüm bittiğinde.

  • önceleri insanlar emekli olduğunda son aldığı maaşının aşağı yukarı %70'i emekli maaşı olarak bağlanırdı.

    2008 senesinde 5510 sayılı kanun ile emekli olduğumuzda son aldığımız maaşın yaklaşık %30'u bağlanıyor.
    yani somutlaştırırsak;
    2008 sonrası işe girmiş, bugün 7000 tl maaş alan bir beyaz yakalı, şuan emekli olsa agisi falan dahil 2500 lira falan emekli maaşı alacak.

    karşılaştırmak için biraz daha açmak gerekirse;
    öğretmen emeklisi babanız 2008'den önce emekli olduysa; bugün 4000 lira emekli maaşı alıyorken,
    2008 sonrası öğretmen olmuş olan siz, bugün emekli olsanız 2500 lira emekli maaşı alacaksınız.

    2008 sonrası işe girenler henüz emekli olamadığı için birçok kişi sorunun farkında bile değil. bir gecede kendi maaşlarına %70 zam yapanlar, yine bir gecede emekli maaşı kesintisini %30'dan %70'e çıkarabiliyor böyle işte...
    (bkz: yaparsa ak parti yapar)

    mevzunun saçmalığı acilen anayasa mahkemesine kadar taşınmalı.
    hala düzeltilmediği takdirde insan hakları mahkemesi tarafından zaten bozulacaktır.

    şuan sözlükte yazıp çizen, okuyan hemen hemen herkesi ilgilendiren bir durum olması sebebiyle bu başlık altına yazmayı tercih ettim.
    artık ufkunuz iki katına mı çıkar, içinize mi kaçar bilemem.

    25-30 sene sonra fox haber muhaberiyle simit hesabı muhabbeti yapmak istemiyorsanız dillendirip kamuoyu oluşturmak gerekiyor.
    ya da istikramda kaydırmaya devam gençler...
    (bkz: your life your choice)

    debe editi: dururken (bkz: ali tezel) olduk iyi mi *
    üşenmedim saydım 37 mesaj atılmış, daha da ardı gelecek gibi gözüktüğü için ek bilgiler ekleme gereği duydum.
    sık sorulan sorulara cevap niteliğinde olur umarım;
    2008 öncesi işe girdiyseniz saklı seçilmiş falan değilsiniz. hemen sevindirik olmayın.
    kurtarmış olduğunuz bir durum yok.
    örneğin 2005 senesinde işe girdiğiniz hala çalışıyorsunuz;
    2008'e kadar olan 3 senelik dönem eski usulden, sonrası dönem ise yeni usulden değerlendirilir.
    kısacası 2008 öncesi, yani (bkz: kıymetlimiss) öncesi çalışma hayatınız ne kadar fazla ise o kadar kardasınız.
    fark şurdan kaynaklanıyor;
    bakın, noyan abi, bilal'e anlatır gibi anlatmış.
    ''2000 yılı ile 2008 arasındaki çalışma döneminde büyüme hızının tamamı emekli maaşında etkin olurken,
    2008’den sonra büyüme hızının yüzde 30’u dikkat alınmaya başlandı.
    böyle olunca da 2000 öncesi çalışmalar emekli aylığına yüksek yansırken, 2008 sonrası çalışmalar daha düşük yansıyor.
    yani, 2008’den sonra aylık bağlama oranı ciddi düşürüldü, buna paralel emekli maaşları da düştü.''
    kaynak

    kendilerine bir gecede süper emeklilik çıkaran, maaşlarını katmer katmer katlayan eller ile senin, benim emekli maaşıma kadar göz dikip emcükleyen eller aynı.
    sorunu uzakta veya başkasında değil, kendinizde arayın.

  • adam merih için “olsun vatan için çok şey yaptı” dedi ya. bu ülkede erler şehit oluyor sevgili spiker 1.8 milyon euro maaşı olan merih değil. biraz saygınız olsun gerçek vatan evlatlarına.

  • emrinde 13 uçağı olup, yönettiği koskoca türkiye'nin sadece 3 tane yangın söndürme uçağının olması, acaba kendisinde nasıl bir his uyandırıyor merak ediyorum??

  • 2013 yılında 44bin tl'e görsel şu listeden bir araçsatın alabiliyorken,

    2022 yılında aldığı yetkinin de etkisiyle, 44 bin liraya bir adet cep telefonu satın alabiliyorsunuz. (bkz: iphone 14)

    üstelik 2013 yılında yeni çıkan bir iphone ürününü 3-4 maaş ile satın alabiliyorken, 2022 yılında ise, en az 6 asgari ücret ile bu ürunu satın alabiliyorsunuz.

    üstün ekonomi bilgisini daima halkın menfati için kullanan asrin lideri, bu vesile ile halkını trafik kazalarından koruduğu gibi aynı zamanda gençlerin de teknoloji bataklığına düşmesini engelledi.

    "faizin sebep enflasyonun sonuç "oldugu fikrini iktisad alemine kabul ettirmese de, enflasyonu %80nin üzerine çıkartarak adeta kariyer rekoru kırdı. ve yeni başarılar, yeni rekorlar kırmak için de kolları sıvadı. 2023 büyük hedef, büyük resme odaklan türkiye...(rakamlar tuike göre)

    son 9 senedeki başarılarına bakıldığında küçük bir hesap yaparak 2031 yılı için öngörüde bulunacak olursak, 2031 yılı için iphone tahminimiz 340 bintl seviyesinde olacaktır. tabi bu durumda standart 4 tekerlekli bir araç ise 3 milyon tl gibi bir rakama satın alinabilecektir. bu açıdan bakıldığında yerli otomobil üretilirse şayet, vatandaş 2031 yılında bu araca 8 milyontl gibi bir para ödeyerek binebilir. tabi bu durumda yıllar önce tl'den attigi 6 sıfırın, 3 tanesi geri gelmiş olacaktır. ve başımızdan eksik olmazsa, hedefinde 6 sıfırı tekrar türk lirasına eklemek vardır. (bkz: allah başımızdan eksik etmesin)
    çünkü işleri yoluna koymak için biraz zamana ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. 67 yıl daha ülkeyi yönetebilirse her şey daha iyi olabilir. ve herkesin 37. şansı olmalı.

  • programı baştan sona izledim; zamanında fetö'nün izmir askeri casusluk davasında avukatlık yapmış iyi galatasaraylı, hakan şükür ile büyümüş bir kişiyim, gördüklerim şunlar:

    * iyi ki bu konu açılmış ve hakan şükür'ü birisi artık bu konularda sorular sorarak yayına çıkartmış; bence uzun zaman konuşulacak ve hatırlanacak bir program olmuş.

    * ilker canikligil ve yönetmen mustafa'ya büyük bir tebrik; bu ortamda korkmadan bu işi üstlendiler ki aslında onların görevi de değil, helal olsun.

    * hakan şükür'e karşı program öncesinde herhangi bir sempati ya da anti pati beslemiyordum, program sonrasında bu görüşümün yerini derin bir hayal kırıklığı aldı. hakan şükür kalıbının adamı değilmiş; inanıyorum ki bu program bir çok kişi nezdinde, yılların hatrı varsa bile onu da silecektir.

    hakan şükür, milleti saf, kendisini akıllı ve hiç kimse hiç bir şeyi hatırlamıyor sanıyor; kendisi, ilk zamanlarından bu yana fethullah'ın futboldaki ekibinin baş çocuğu ve reklam yüzüydü; ben mi katıldım hakan şükür'ün nikahına şahit olarak; ister hizmet hareketi ister cemaat desin ben fetö diyorum, kendi isteğiyle mi istifa etti vekillikten, talimat geldi, istifa etti; bunlar herkesin gözü önünde oldu.

    hakan şükür gitmiş abd'ye yerleşmiş, kendisine soruluyor ilker ve mustafa tarafından, bak bu kadar olay oldu ne diyorsun diye, hâlâ ağzından fetö için tek bir olumsuz söz bile çıkmıyor, bırak sen bu ekibi yerden yere vurmayı; ergenekon mağdurları, türkan saylan diyorlar, başına bir şey gelmedi ki sadece göz altına alındı diyor; dediklerine bak sen. bu adamlar darbeye kalkıştı, yıllar önceden çaldıkları sorular ile ortaya çıktı deniyor, benim haberim bilgim yok diyor; e yuh yani, dağdaki çoban biliyordu bütün bu olup biteni.

    bu program onun için çok büyük bir fırsattı aslında ama hakan şükür bunu harcadı; diyeceği şuydu, gerçi ilk kısmını da söylüyor, ünlü olduğum zaman gelip benimle tanışıp kendi amaçları için kullandılar, buna engel olamadım diyor ama devamını getirmiyor; dese ki ben bu ekibi bir iyilik hareketi olarak tanıyordum ama böyle vatan haini, eli kanlı katiller olduklarını bilmiyordum, öğrenir öğrenmez ilişkimi kestim, hiçbiri ile görüşmüyorum, allah hepsinin belasını versin, milletin zaten duymak istedikleri bu kadar, kendisini iyi hatırlayan koca bir kesim var, çoğunluk diyecek ki tamam işte bu da bunlardandı ama pişmanım diyor, fazla kurcalamayalım. hakan şükür ne yapıyor, hâlen bir üstü kapalı fetö güzellemesi.

    bu program sonrasında benim için hakan şükür defteri, bir daha açılmamak için kapanmıştır; cemaat hakkında on sene önce ne düşünüyorsa şimdi de aynısını düşünüyor; bu şeytan ekibin yaptığı tüm melunluklara karşı gram nedamet getirme yok; bu da kendisini benim gözümde, sevdiğim eski bir futbolcu değil, fethullah'ın donunun peşinde koşanlar gibi terör örgütünün bir üyesi yapıyor; o laf ettiği türkan saylan'ın tırnağı bile olamaz, çok acı.