• -beni ne kadar seviyorsun
    -( bu anda kollar açılabildiği kadar açılır ve) kocaman diye haykırılır.
  • - sevebilecegim kadar.. yetermi ?..
    - ama ne kadar ?
    - asik olmayacak kadar seviorum seni. asik olsaydim zaten sen beni sevmiyor olurdun.
    - ben ask istiorum ama?..
    - bu durumda benim yapacak biseyim yok.. neys..
    - ama...
    - en iyisi sana "su kadar sevyom" diyecek birilerini bul sen.. ikimizde raat edelim.
    - peki.

    sonra sahilde cay icmeye gidilir..
  • sorunun önemine* ve alınabilecek cevapların derinliğine dair bir ingiliz masalıyla devam etmek istiyorum:

    bir zamanlar doğuda bir ülkede çok zengin bir soylu yaşarmış. bu soylu adamın çok övündüğü üç kızı varmış. kızlarına çok iyi ve çok cömert davranırmış. ama bu soylu adam bencil ve kendini beğenmiş olduğu için en hoşlandığı şey övülmek ve pohpohlanmakmış.

    yine canı pohpohlanmak istediği bir gün üç kızını çağırmış ve en büyüğüne sormuş: "söyle bakalım kızım beni ne kadar seviyorsun?"

    "sizi canım* kadar seviyorum," diye yanıt vermiş birinci kızı. "çok güzel, tam istediğim gibi bir yanıt," diyen adam ikinci kızına: "söyle bakalım kızım beni ne kadar seviyorsun?" demiş. kızı da "sizi bütün dünyadan çok seviyorum," demiş. bunun üzerine babası da "güzel, bu da tam istediğim* gibi bir yanıt" diyerek hepsinden çok sevdiği üçüncü kızına dönmüş: "söyle bakayım kızım sen beni ne kadar seviyorsun?" babasını pohpohlamaktan* hiç hoşlanmayan* ve doğruyu söyleyen üçüncü kız "taze et tuzu ne kadar severse* ben** de* sizi o kadar seviyorum*," diye yanıt vermiş. bu şekilde bir yanıtı hiç beklemeyen, pohpohlanmaya alışkın baba bu yanıt üzerine çok öfkelenmiş."madem ki* sen beni sevmiyorsun*, bundan sonra benim evimde oturmayacaksın!" deyip kızını evden dışarı kovmuş, kapıyı da üzerine kapamış*. zavallı kız çıkmış, uzaklara doğru yürümüş*. dağlar, ormanlar geçmiş*, sonunda bir bataklığa* gelmiş. orada sazları toplayıp kendine bir palto ile bir şapka yaptıktan sonra yine yola koyulmuş*.

    sonunda kralın sarayına gelmiş. saraya girip kendisine mutfakta bir vermeleri için ricada bulunmuş. "bir yardımcıya gereksinimin var mı?" demiş aşçıbaşına. aşçıbaşı da "fazla adama gerek yok," diye yanıt vermiş. zavallı kız yalvarmış*: "gidecek hiçbir yerim yok. bana biraz yiyecek ile yatacak yer verirseniz istediğiniz her işi yaparım."
    "peki öyleyse, tencereleri, kapları yıkar; iyice ovarsın..." diye aşçıbaşı sonunda razı olmuş.

    böylece kız orada kalıp mutfağın bütün pis işlerini yapmış. adını da kimseye söylemediği için herkes onu "saz paltolu kız" diye çağırırmış.

    bir süre sonra, komşu soylulardan biri köşkünde büyük bir balo vermiş. bu baloya o ülkenin ve komşu ülkelerin bütün prensleri, soyluları davetliymiş. hizmetçiler de sarayda leri bitince gelen süslü konukları seyretmek için iznliymişler.

    saz paltolu kız, samanlardan yaptığı bu kaba palto ile görünmekten utandığı* için bir yere gidemeyecek kadar yorgun olduğunu söylemiş. herkes gidince de dışarı çıkıp kendi kendine yürümüş. samanları kestiği tepeye gelmiş. orada oturup ağlamaya* başlamış. bir ara başını kaldırıp çevresine bakınca tepenin içine açılan bir kapı, kapının önünde de elinde gümüş işlemeli bir giysi ile kendisini bekleyen bir peri kızı görmüş.

    peri kızı onun üzerindeki samanları çıkartıp gümüş giysiyi giydirince kız bütün prenseslerden daha güzel olmuş. "şimdi baloya git, ama balo bitmeden buraya geri gel," demiş peri kızı.**

    böylece kız baloya gitmiş. kimse de balonun bu en güzel kızının kim olduğunu bilememiş. ama prens onunla dans etmiş* ve kıza hemen aşık olmuş*.

    kız, balo bitmeden usulca salondan çıkıp peri tepesine gitmiş. orada gümüş giysilerini çıkarıp yeniden samanlarını giymiş ve herkesten önce dönüp mutfaktaki köşesine yerleşmiş. biraz sonra öbür hizmetçiler gelince uyur gibi yapmış*. ertesi günü sabah olup da kalkınca hizmetçiler ona "zavallı saman paltolu kız, baloya gelmemekle neler kaçırdın, bilemezsin!" demişler.

    "neler kaçırdım?"* diye sorunca da, "dünyanın en güzel prensesi* üzerinde gümüş bir giysi ile baloya geldi. nereden geldiğini, adının ne olduğunu kimse bilmiyordu, ama prens bütün gece gözlerin ondan ayırmadı," demişler.

    bunun üzerine kız da bizim kız da "ah, keşke onu ben de görebilseydim," demiş. diğerleri de ona "üzülme, bu gece bir balo daha var, oraya gelirsen görebilirsin," demişler.

    akşam olup öbür hizmetçiler giderken, kız yine gelemeyeceğini, yorgun olduğunu söylemiş. ama onlar gider gitmez koşa koşa peri tepesine gitmiş. bakmış, yine bir giysi hazır. üstelik bu kez giysisi altındanmış.

    yine giyinip baloya gitmiş. bakmış prens orada, kendisini bekliyor. bütün gece yalnız kızla dans eden prens, kıza artık iyice aşık olmuş. kız ise yine balo bitmeden usulca çıkmış, öbür hizmetçiler gelmeden mutfağa varmış.

    ertesi sabah hizmetçiler, "saman paltolu kız, bizimle gelip prensesi görecektin. bu kez altıngiysilerle baloya geldi. prens ne ondan gözlerini ayırabildi, ne de başka bir kızla das etti," demişler.

    "onu ben de çok görmek isterdim," diye yanıt vermiş kız. "daha görebilirsin, çünkü bu akşam bir balo daha var. belki ona da gelir," demişler. akşam olunca kız yine çok yorgun olduğunu söylemiş. arkadaşları kızı ne kadar götürmek istemişler, uğraşmışsalar da götürememişler. ama onlar gider gitmez saz paltolu kız doğru peri tepesine koşmuş. bakmış, bu kez giysilerin en güzeli bir giysi kendisi için hazırlanmış. giysi, havada uçan* bütün kuşların en güzel tüylerinden yapılmışmış.

    derede güzelce yıkanan* kız, bu güzel giysiyi giyip yine doğru saraya üçüncü ve son baloya gitmiş. prens, kızı görür görmez sevinçten deliye dönmüş. gözlerini bir* dakika bile kızdan ayırmamış. bütün gece de yalnız onunla dans etmiş. her dans edişlerinde kim olduğunu, nereden geldiğini sormuş*, öğrenmeye uğraşmış*. ama `prens ne kadar uğraştıysa da kız ne adını, ne de nerede oturduğunu söylememiş. ümitsiz kalan prens, kıza üstünde tuhaf şekiller olan bir yüzük vermiş*. eğer bir daha onu görmezse* aşkından öleceğini* söylemiş.

    saatler geçip balodan çıkma zamanı yaklaşınca kız yine herkesten evvel ayrılıp peri tepesine gitmiş. güzel giysilerini çıkarıp üstüne sazpaltosunu giydikten sonra mutfağa gelipköşesineoturmuş: oturmak`. herkes gelince de yine uyur gibi yapmış**.

    ertesi sabah öbür kızların hepsi gelip, "yazık oldu***, dün akşam köşke gelmedin. artık güzel prensesi hiç göremeyeceksin, çünkü dün akşamki son baloydu," demişler.

    böylece bu son geceden sonra güzel kızı bir daha göremeyen prens, her yerde onu aramış. ondan haber getirene de büyük para vaad etmiş. ama yine kızdan bir haber alamamış. en sonunda kızın aşkıyla hastalanıp yatağa düşmüş*. kimseler derdine çare bulamamış*. zavallı prens her gün daha kötüleşmiş. bir lokma yemek bile yiyemez olmuş. kral ve kraliçe de çok üzülürlermiş, ama ellerinde bir şey gelmezmiş.

    bir gün sarayın aşçısı düşünmüş. "ben ona güzel, kuvvetli bir lapa yapayım, belki yer. zavallı baloda gördüğü güzel prensesin aşkından ölüyor*," demiş.

    bunu duyan saz paltolu kız, "izinver de bu lapayı ben yapayım," demiş. aşçı, "olmaz ben yapacağım, en lezzetli, en besleyici lapa olmalı bu," demiş. kız, "ne olur aşçıbaşı bırak bu lapaben yapayım*. ben öyle bir lapa yapacağım ki, prens onu yiyince* mutlaka iyileşecek*," demiş.

    kız öyle çok yalvarmış* ki, sonunda aşçıbaşı dayanamayıp lapayı onun yapmasına izin vermiş.

    böylece kız çok sulu bir lapa yapıp içine de kimse bakmazken prensin kendisine verdiği yüzüğü**** atmış. yemek zamanı gelince lapayı alıp prense yollanmış. prens lapayı içip de dibinde yüzüğü görünce fırlayıp* yataktan kalkmış. adamlarına bağırmaya başlamış: "bu lapayı kim yaptıysa çabuk onu bulup bana getirin!"

    adamlar gidip aşçıyı getirmişler. o da "ben yaptım," demiş, ama prens, "hayır, bu lapayı sen yapmadın, bunu yapanın kim olduğunu bana söyle," deyince de aşçıbaşı, "prens hazretleri o lapayı size saz paltolu kız yaptı. kızcağız öyle yoksul ki, paltosunu ve başlığını sazdan yapmış. zavallı mutfakta tencereleri yıkayıp, tavaları ovar. size lapa yapacağımı duyunca öyle yalvardı* ki, dayanamadım onun yapmasına izin vardim. hem de bildiği bu lapanın hastalığınızı geçireceğini söyledi," dedi.

    "aşçıyı götürüp, saz paltolu kızı çabuk bana getirin!"* diye emretmiş prens. saz paltolu kız da yüzüne kadar inen saz şapkası ile prensin karşısına gelince prens:

    "bu lapasen mi yaptın?" diye sormuş.
    "ben yaptım prens hazretleri."
    "öyle ise bu yüzüğü nereden aldın?
    "bana verenden"*
    "öyle ise sen kimsin?"
    "kim olduğumu size göstereyim," diyen kız üzerindeki saz palto ile başlığını çıkarınca prensin karşısına kuştüylerinden giysisi ile balodaki kız çıkmış. kız yine de ne adını, ne de kim olduğunu söylemiş prense. ama prens buna aldırmamış, sevdiği kızı bulduğuna öyle sevinmiş* ki* hemen düğünlerini yapıp evlenmeye karar vermiş.

    böylece düğün hazırlıkları yapılmış, düğüne bütün zengin ve soylu aileler çağrılmış. saz paltolu kız, babasının da düğüne çağrılı olduğunu duyunca aşçıya gidip şunları söylemiş: "düğün için hazırlayacağın yemeklerin hiçbirine bir tutam bile tuz koymayacaksın."

    "ama nasıl olur, kimse pişirdiğim yemekleri yiyemez sonra," diyen aşçıya, "zararı yok!" demiş kız.

    "ama ben yapamam yapamam, korkarım*, sonra kral bana kızar!" demiş aşçı.

    "sen korkma. kral kızarsa bütün suçu ben üstüme alırım," demiş saz paltolu kız.

    çok geçmeden düğün günü gelmiş, prens ile sevgilisi saz paltolu kızın nikahları kıyılmış. nikahtan sonra da çağrılanlar güzel yemeklerle süslü olan sofraya oturmuşlar. ama yemekler öyle tatsızmış ki, kim tabağına alsa, bir kolkma alıp yiyemeyip bırakmış. kızın babası olan kendini beğenmiş soylu kişi de ondan almış yiyememiş, bundan almış yiyememiş. sonra da başlamış sofra da ağlamaya**. şaşıran prens sormuş: "derdiniz nedir efendim?

    "ah sormayın!" demiş soylu kişi. benim bir zamanlar bir kızım vardı. bir gün ona beni nekadar sevdiğini sordum*. o da* bana " 'taze et tuzu ne kadar severse ben de* sizi o kadar seviyorum*,' deyince benimle alay ediyor sanıp onu evimden attım. ama şimdi anlıyorum ki*, o beni kardeşlerinin ikisinden de daha çok seviyormuş. ama şimdi bu kızım da yok artık, kayboldu gitti. kim bilir, , susuz, yatacak yersiz, belki de ormanda ölmüştür*."

    bunları duyan saz paltolu kız hemen koşup babasının önüne gelmiş. "hayır babacığım, ölmedim," deyip babasının boynuna sarılmış. o günden sonra da hep birlikte dertsiz, mutlu bir yaşam sürmüşler ömürlerinin sonuna dek...

    * *
  • uygun kişinin en masum halini takınıp soylemesi halinde insanı tarif edilmesi güç şekiller yapmaya itecek soru cumlesi.
  • (bkz: aha bu kadar)
  • sevginin bi şekilde ölçüsü olduğunu düşünen insanların soracağı bir sorudur bu. teraziyle ya da kantarla falan ölçülüyo olsa gerek, öyle duymuştum birinden geçenlerde.
  • bunun bir de "1 ile 10 arasinda bi sayi ver" versiyonu vardir. bunu soran kizlar 74 denmeden rahatlamazlar mesela, hatta bi de kalkip önce kendi nabizlarini, sonra da sevgililerinin nabizlarini sayarlar, kimin kalbi daha hizli carpiyo, yani kim daha cok seviyor diye. ben seviyorum böyle kizlari, en azindan komikler.
  • -ben ne kadar seviyosun?
    -hangi ölçü birimine göre söyliim?
    -mm metre
    -9 metre seviyorum.
    -ühüü nası yani?
    -9dan sonrası dekametre oluyo o açıdan yani..
hesabın var mı? giriş yap