• çare ve çözüm olarak jitem'in bu sicili bozuk aracını öneren nefret suçlularına hatırlatmak isterim; bu araca tek bir defa kod isimli, silahlı, eğitimli bir örgüt üyesi bin(diril)medi. binenlerin tamamı ya öğrenci ya gazeteci ya işçi ya dağıtımcı ya köylü ya memur ya esnaf olan sivillerden başkası değildi. sivilleri sistematik olarak kaçırıp katleden katliamcı bir suç çetesini, bu araç ile sembolize edip savunmalarınızın ismi terörizmdir. o çok savunduğunuz terörle mücadele yasası gerçekten terörle mücadele gayesi taşısaydı ilk sizinle başlardı mücadele etmeye.

    jitem az bile yapmış çünkü teröristleri öldürüyordu, yeterince devam etseydi bugün ülkemiz çağ atlamıştı hmmsf" diye bu oluşumu aklamaya çalışmanın insanlık namına bir kıymeti yok. sosyal medya paylaşımlarından, traştan, giyimden, isimden, grevden, protestodan, slogandan, 2 asır önce yaşamış ve ölmüş filozoflardan , ıslıktan bile terörist yaftası çıkarabilen bir devlet aklının piyasaya sürdüğü mankurtlar elbette ki "hep terörist avladılar, hiç ıskalamadılar, hepsi teröristti" diyecekti. terörist tanımı, aykırı entry yazmaya değin genişletilebiliyorsa 90'larda en ufak hukuki denetimin ve şeffaflığın olmadığı bir ortamda sizinle aynı kafada olan çomar kiralık katiller de "hep terörist öldürdük" diyecekti tabi ki. bir de utanmadan "gidip eski jitemcilere soralım istersen, öldürülenlerin hepsi teröristmiş :)" yazılıyor. gidip cumartesi anneleri'ne anlat bir de bakalım, evden çıkıp bir daha dönemeyen o evlatlarının kimliği ile ilgili onlara ahkam kes böyle. "sen avukat/gazeteci/öğrenci/doktor/belediye başkanı/sendikacı sanıyordun onu ama kampta roketli keleşli eğitim alıyormuş teyze, aslında hiç evde değilmiş, sana öyle gelmiş, sen bilmezsin" diye anlat bakalım onlara, ne kadar ikna edebiliyorsun.

    esat oktay, jitem, çatlı gibi katilleri savunmak ile işid savunmak arasında sadece bir üniformalık fark var zihinlerinizde ama sağa sola terörist deyip her hukuksuzluğu meşrulaştırmaktan utanmayacak kadar da yüzsüzsünüz.
  • arka koltuklaında mp-5 olan ve camları kurşun geçirmez olduğu için açılamadığından,
    yaz ayları kapıları açık gezen sarkık bıyıklı polislerce kullanılan devlet malı otomobillerdir.
  • okul onunde, cami yaninda, hadep binasi kaldiriminda park halinde bulunanlarin icindekilere biz arkada$ arasinda sivil polis diyoruz, vites kolunun yanina sote edilmeye cali$ilmi$ telsiz bu tezi hakli da kiliyor hani. (bkz: oyak)
  • görüldüğünde verilen ulusal tepki fren'e basmaktır.
  • beyaz toros'un ifade ettiği bir diğer anlam da, binip gidenin (götürülenin) bir daha geri gelemediğidir.

    hatırlayan, bilen vardır. doğuda, özellikle güneydoğuda ağır arazi şartlarına uygun (sağlam) bir araç olması dolayısıyla kolluk kuvvetlerince tercih edilir toros. station wagonları bilhassa... bu aracı, bir tür van olarak düşünebilirsiniz. sağlamdır, dayanıklıdır; bir o kadar hantaldır, konforsuzdur; fakat 'insan yükü'nü taşımak için birebirdir. altı yere sürtene kadar yükleyebilirsiniz. parçası da ucuzdur. zaten kolay kolay da bir şey olmaz.

    velhasıl, kırsal da tercih edilen bir otomobildir, toros. biliyorum, tüm bu yazdıklarım torosu anlatan şeyler, beyaz olanın hikayesine gelirken kafanızda daha net bir şekil oluşturmak adına detaylara girdim.

    beyaz toros'un anımsattıkları maalesef ki, güneydoğu bölgelerimizde acı dolu anlardır. yöre halkının anlattıklarına göre, oralarda öldürülmesi düşünülen kimseler beyaz toroslarla evlerinden, işyerleinden alınırlar ve bir daha geri dönmezlermiş. failleri de asla bulunamazmış. bu sebeple, beyaz torosla götürülenler için bir daha dönemeyecek diye düşünülürmüş. o günden sonra, beyaz toros insanların hafızasında kötü adam rolüyle yer almaya başlamıştır.

    bu anlattıklarım, 90'larda yaşanan faili meçhullerle ilgili olarak söylenegeldi. şimdilerde ise yeniden gündemde. diyarbakırda görülen faili meçhul cinayetlerin sorgulandığı cemal temizöz davasında sanıkların duruşma esnasında verdikleri ifadeler ve savcıya verilen mütalaalarda geçiyor meşhur beyaz toros'umuz. daha çok duyulacak gibi bu isim. bakalım...
  • bu model arabalarin uzun fari cok tehlikelidir.

    karisdan uzunlarini yakmis gelen bir araba gorursunuz sellektorle kapasana uzunları kardesim beni gormuyormusun isareti yaparsiniz. birden o araba daha cephanesinin hepsini kullanmadigini size gosterir ve kör geçişi tabir edilen olayi yasarsiniz.

    farkli renklerdeki modelleride ayni performansi gosterirler.
  • meslektaşım babamdan;

    -

    beyaz reno sağa çek!..

    arkamdan gelen polis aracının anonsunu duyunca emniyet şeridine girip durdum.
    -ehliyet ruhsat!
    -buyrun...
    -tamam da kumandan, plâka nerde?
    -arabayı yeni aldım da, tekirdağ'dan alacam...
    -peki, devam edin.

    sabahın beşinde boğaz köprüsü polisine yakalanmıştım ama ehliyetteki üniformalı fotoğrafım işe yaramıştı, bomboş yollarda tekirdağ hayrabolu'ya doğru devam ettim.

    üç sene boyunca taksidini ödediğim arabamı alma sıram gelmiş ve bursa'daki fabrikadan teslim almıştım.
    ilk arabamdı ve çok heyecanlıydım, daha önce babamın arabalarını çok kullanmıştım ama bu başkaydı, tamamen kendi paramla alınmış kendime ait bir arabaydı.
    aslında niyetim bursa orduevinde geceyi geçirip sabah yola çıkmaktı, orduvine parkedip akşam yemeği yedikten sonra tekrar arabaya döndüm, kullanma kılavuzunu açtım, "haa şurası şuymuş, burası buymuş"diye öğrenirken yanlışlıkla bir iki kez korna çaldım, üç beş kez silecek çalıştırıp su fışkırttım, farları sinyalleri yakıp söndürdüm, iç dış bütün ışıkları yakıp arabadan indim, bir de dışardan seyrettim.
    "allah allah, bu araba benim mi hakkaten..."deyip duruyordum içimden.

    odama çıktım ama uyumak ne mümkün, sağa dön sola dön sevinçten uyuyamıyorum, kalkıp tekrar arabanın yanına geldim,çalıştırıp bu defa arka koltuğa oturdum, sanki bu araba benim değilmiş de ben yolcuymuşum gibi bir de o gözle inceledim, arkadan direksiyon ışıklı göstergeler ve ön konsol harika görünüyordu, "sanki uçak kokpiti gibi" diye düşündüm.
    halbuki şimdiki arabaların yanında pancar motor gibi kalır.

    tekrar odaya çıkıp yattım ama yok, olmuyor uyuyamıyorum, karar verdim gece yola çıktım, yalova iskelesinden araba vapuruna bindim.
    güverteye parkedip yukarı çıktım, küpeşteye dayanıp arabayı bu defa tepeden seyre koyuldum.

    benimkinin yanında içinde kalabalık bir ailenin bulunduğu bir araba vardı, inmemişler arabada oturuyorlardı ama haylaz çocukları ikidebir inip biniyorlar, kapıyı benim arabaya çarpacaklar diye ödüm kopuyordu.
    inip ben de arabama oturdum, çocuklar bi halt etmesinler diye.
    koltuğu biraz yatırıp yeni kestirmeye başlamıştım ki korktuğum oldu, kapı benimkine çarptı, telâşla indim baktım ama vapurun kör ışığında bişey göremedim, elimi boydan boya gezdirdim, bir pürüz de takılmadı.

    tekirdağ'a geldiğimde hava aydınlanmıştı, bir benzin istasyonuna girip hem benzin alayım hem de lâvaboya gideyim dedim, hareket edecekken aklıma geldi, kapıya baktım ki minicik nokta gibi bir göçük oluşmuş, nasıl canım sıkıldı anlatamam, sebep olanların tüm sülâlesinin tek tek kulaklarını çınlattım tabiatıyla.

    hayrabolu yoluna saptığımda asfaltın kalitesi düştü, çukurluklara girip çıkıyor, hoplaya zıplaya ağır ağır gidiyorum derken, damperli bir kamyon beni sollayıp geçti ve aynı anda ön camda "tak"diye bir ses duyuldu.
    vay lânet kamyon vay, taş sıçratıp ön camın köşesini çatlattı.
    hemen durup indim baktım ki, minicik bir çatlak bana sırıtıp duruyor, kamyoncunun tüm sülâlesinin hatırını da sordum ya tüm hevesim kaçtı, yepisyeni araba gözümde iki paralık oldu.

    çaresiz yola tekrar koyuldum ama canım çok sıkkın.
    şimdilerde de halâ kendimi rahatlatmak için başvurduğum bir yönteme başvurdum, beterin beteri olduğunu düşündüm.
    hakkaten bu düşünce keyfimi yerine getirdi, o zamanki arabalara radyo teyp koymuyorlardı ama ne gam, kendi müziğimi kendim yaparım dedim ve başladım:
    "arabaya taş koydum imanım, ben bu yola baş koydum..."

    yerliler ayrabol derlerdi, hayrabolu'ya az kalmıştı ki, bir dönemeci dönünce önüme yol ortasından giden bir sığır sürüsü çıktı, zar zor durdum ama sürünün ortasında kalmıştım.
    çoban, haa hoo diyerek sopasıyla vurarak sürüyü yoldan çıkarmaya uğraşıyordu ki, ürken bir sığır geriye bir iki adım attı ve geldi benim sağ ön çamurluğa kıçını yasladı, inek işte ne bilsin bunun 78 model sıfır reno ts olduğunu.
    eyvahlar olsun gitti güzelim araba diyerek indim baktım ki çamurluk hafiften ezilmiş.
    çobana da epeyce saydırdıktan sonra yine yola revan oldum ve lojmanın önüne gelip park ettim.

    ettim ya, eşime arkadaşlara konu komşuya ne diycem, aldığımda böyleydi desem enayi derler, ben yaptım desem acemi derler, halbuki anlattım işte, zerre kusurum var mı?

    önce eşim bozuldu ama çaktırmadı, "olsun, salimen geldin ya..."dedi burukluğunu gizleyerek.
    mesai çıkışı millet sökün etti, arabayı gören başına toplandı, ben de pencereden bakıyordum, çıkıp yanlarına gittim.
    hayırlı olsun diyorlar ama ezik çizik çatlak yerleri de görüp şaşırıyorlar.
    deli bayram derler bir piyade yüzbaşı abimiz vardı, lâfını sakınmazdı, "ulan baarabayı ilk günden bu hale getirdiysen ehliyetini götür kubura at sifonu çek!.."dedi. gıbkırmızı olup ses çıkarmadım.

    halbuki ben eyi şöfer'im, ehali puşttir.
    50 yıllık şöferim, ne başka bir araca, ne de bir insana hayvana ağaca çarpmadım.
    dört kere başka araç, bir kere de kırmızıda dururken yaya bir çocuk bana çarptı, çok şükür küçük maddi hasarlar dışında bişey olmadı.

    son arabamı da geçen sene aldımıdı, gıcır arabayı bayiden aldım, oturduğum binanın kapalı garajına sokayım derken dakka bir gol bir, sağ arka çamurluğu garaj kapısına sürttüm iyi mi?
    ama bu kez kusur bendeydi.

    aşağıdaki fotoda hikâyesini anlattığım ilk aşkım 78 beyaz reno ve ben görülüyoruz.

    görsel
  • sağından solundan çıkmış uzun antenleriyle uzaktan bakıldığında kirpiye benzeyen ve anında içindekilerin mesleğini açıklayıveren araç.eğer lokantacıysanız ve bu araçtan inen abiler sizin lokantanızda yemek yemişlerse sakın bu abilerden yemek parası istemeyin.ön dişlerinizin varlığını koruması için çok gereklidir bu.(bkz: ben bugün bunu gördüm).
hesabın var mı? giriş yap