• "saçınız, kaşınız ve kirpikleriniz haricindeki bütün kıl kökleriniz kurudu."
  • zamana, mekana, ihtiyaca ve kimden geldiğine göre değişir...

    13 yaşındaki oğlumun en yakın arkadaşı diğer arkadaşlarının annelerine teyze diye seslenirken bana abla der, diğer çocuklar teyze dediğinde de "abla desenize" diye düzeltir. önce genç görünmekle alakalı bir durum sanmıştım bunu ama sonra konuştuğumuzda anladım ki onlarla olan iletişimimden kaynaklıymış bana abla demesi. bunun ne kadar büyük bir iltifat olduğunu anlatmaya kelimeler yetmez. çocukların dünyası kabaca ikiye ayrılır zira: kendilerinden olanlar ve karşı taraftaki büyükler. kendi çocuklarımın beni kendilerinden olanlar grubuna almaları normal ama arkadaşlarının da böyle düşünüyor olması gurur verici bir şey. bu yüzden her sorunda gelip kapımı çalabiliyorlar, benden bir şey gizleme ihtiyacı hissetmiyorlar.

    yıllardır görüşmediğim akraba ile bayramda annneannemin evinde karşılaştığımızda "evrimciğim, aynı annene benzemişsin" dediğinde bahsettiği şeyin fiziksel benzerlik olduğunu düşünüp, gülümseyerek teşekkür etmiştim çünkü annem hoş bir kadındır. "tamam görüntüne bakarsak küçük meralsin sen ama sadece ondan bahsetmiyorum, annen kadar güçlü olmuşsun" diye devam eden bu yorumun bana ne hissettirdiğini anlayabilmeniz için ben olmanız gerekir. gerçekten de dünyanın en güçlü kadınlarından birinin kızıyım ben ve ona benzetiliyor olmak da inanılmaz bir gurur kaynağı.

    1998 yılından günümüze kadar olan fotoğraflarımdan bir albüm yapıp facebook'a yükledim dün. benden 12 yaş küçük bir kuzenim var ve özellikle küçüklüğü bana çok benzer. hatta bazı çocukluk fotoğraflarımızın kime ait olduğunu kendi annelerimiz bile karıştırıyor, o derece bir benzerlik. tabii şimdi o 23 yaşında olduğu için yanyana geldiğimizde pek bir benzerlik bulamıyoruz aramızda... dün albüme yorum yapmış ve gerçekten de çok benzediğimizi, bir an için kendi fotoğraflarına baktığını düşündüğünü yazmış. ben de işi şakaya vurarak "eh, aşağı yukarı 10 yıl sonra nasıl görüneceğini biliyorsun artık" dediğimde, "aynı şeyi düşünüyordum, 10 yıl sonra nasıl görüneceğimi biliyorum ve çok mutluyum" demiş. bu benim duyduğum en tatlı sözlerden biriydi.

    geçmişten bir şey... abartıya düşkün ve istanbul delisi bir adam benim hakkımda verdiği referansta insanlara yardım etmeye bayıldığımı, dünyadaki bütün kitapları okuduğumu ve birçok başka şeyi söyledikten sonra sözlerini şöyle bitirmişti: "actually... she's my istanbul."

    çok güzel resim yapan 11 yaşındaki kızım bir türlü benim resmimi yapamadığını, dünyada o kadar parlak renk olmadığını söylediğinde kendime sormuştum, bundan daha güzel bir iltifat olabilir mi diye... oğlum ise hedefini beni aşmak olarak koyduğunda daha da bocalamıştım.

    sözlükten çokça ve güzel sözler duydum. hayata dair umut verdiğimi, çok güçlü olduğumu söyleyenler oldu, duyduklarım beni çok mutlu etti.

    geçenlerde kuzenlerden birinin çocuğuyla ilgili bir sağlık sorunu vardı, bir yandan ofiste işleri yetiştirmeye çalışırken, diğer yandan ona ilaç bulmaya çalışıyordum. neyse güzel insanlar sağolsun, türkiye'de artık bulunmuyor denilen ilacı birkaç saat içinde bulduk, bu defa da reçeteyi yazan doktorun uzmanlığından dolayı ilaçları para vererek almamız gerekiyordu. patrona gidip anlattım durumu, bir çözüm bulmaya çalıştığımızı, bulamazsak avans alıp alamayacağımı sordum. sonra bir şekilde yeni bir reçete yazıldı ve iş tatlıya bağlandı. patronumun yorumu çok mutlu etti beni: "her aileye senin gibi biri lazım".

    ben burada böyle yazdıkça gelen mesajlar da genellikle "muhterem romica hanımefendi" minvalinde şeyler oluyor, insanlar trt türkçesiyle falan konuştuğumu düşünüyorlar bazen ama öyle değil. hayatıma gökten düşmüş ve açık olan en iyi arkadaş kontenjanını zınk diye doldurmuş olan arkadaşımla her gün whatsapp üzerinden dedikodu yapıyoruz. ben uzuuun bir depresyondan yeni çıkmışım ama etkilerini hala üzerimde taşıyorum. hafiften bir özsaygı yitiminden muzdaribim. arkadaşım da beni motive etmeye çalışıyor, işte sen hayata yeni başlıyorsun daha, neler neler yaşayacaksın, öyle olacak, böyle de olacak, vs... neyse işte bu dedikodu seanslarından birinde başıma gelen bir olaydan bahsettim. hoş bir adam, usturuplu bir şekilde benimle ilgilendiğini belirtiyor gibiydi. ben de açıkçası buna pek anlam veremiyordum. ulaşılabilecek çok daha genç, güzel, sorunsuz, çocuksuz bir dünya kadın varken neden ben. doğal olarak bir çapanoğlu, bir bit yeniği falan arıyordum altında. sonunda arkadaşımla aramızdaki diyalog son zamanlarda duyduğum en eğlenceli ve seksist iltifatla sonuçlandı:

    r: ama çok anlamsız... ben şöyleyim de böyleyim, bilmem ne...
    a: eeeh! şu kendini beğenmeme huyun beni sinir ediyor. erik gibi karısın!
    r: ...
    a: ...
    r: bana mı yürüyon bacım?

    hamiş: aldığımız iltifatların güzelliği, karşımızdaki insanların gönlünün yüceliği ile doğru orantılıdır. işittiğim her güzel sözün, bakanın gözünün güzelliğiyle alakalı olduğunu biliyorum. şimdi yazarken fark ettim insan biriktirme yönünden ne kadar şanslı olduğumu.
  • (bkz: mango'da indirim varmış) ya da (bkz: sen kilo mu verdin?) tarzı maddesel şeyler değildir. güzel şeyler hakeden hiç bir kadın, böylesine sözlere ihtiyaç duymaz.
    aksini düşünenler; ilk yıldönümlerinde güzel bir demet papatya yerine, bir adet form bisküvü ve diyet kolayla gidebilirler kadınlarının yanına.

    çok güzel bir kız gelip giderdi geçen sene çalıştığım ofise.
    yöneticilerden birinin kardeşiydi yanlış hatırlamıyorsam.

    ama farkında değildi güzelliğinin. sigara odasında kulak misafiri olduğum kadarıyla burnunu beğenmiyordu mesela. bu yüzden kendini çok çirkin sanardı. yaptığı göz makyajıyla, kendince!! bu açığı kapatmaya çalışıyor, her ay başka renk uzun saçlarıyla, sözde!! çirkinliğini örtmeye çabalıyordu.

    bir sabah kırmızının en güzel tonuna bürünmüş saçlarıyla girdi kapıdan ve tek tek herkese nasıl olduğunu sormaya başladı.
    güzel olduğunu, yakıştığını her duyduğunda yüzünde güller açıyordu.
    benim fikrimi sorduğunda dikkatlice baktım gözlerinin içine.
    " ne güzel bir burnun var senin öyle. "
    duymak istediği meğerse buymuş.. bir kadının gülüşünde cenneti görmek, böyle olmalı.

    bir daha ne burnundan şikayet ettiğini duydum, ne de kendini çirkin bulduğunu.

    sakladıkları yerleri sevin ve gizledikleri yerlerden öpün kadınları..

    siktir edin mango'yu, de facto'yu.

    mutluluğun alışverişle hiç bir ilgisi yok.
    gerçekten!!
  • bir daha dünyaya gelsem, yine seninle evlenirdim.
    babam bunu anneme ölmeden 2 gün önce, aklının yerine geldiği nadir anlardan birinde söyledi. sanırım bir kadına dünyada bundan güzel bir şey söylenemez.
  • -``ben senin ; sevgilin,eşin,baban,ağabeyin,arkadaşınım.biri bitse biri kalır.seni hiç bırakmayacağım.``

    (bkz: cemal süreya)

    bunu duyan kadın taş olur çatlar.
  • "bilemezsin, sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı, hiçbirşey içime sinmedi ;
    altın madenine altın sunmanın ne anlamı var, ya da okyanusa su
    düşündüğüm her şey doğu' ya baharat götürmek gibiydi
    kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok, çünkü sen zaten bunlara sahipsin
    o yüzden sana bir ayna getirdim; kendine bak ve beni hatırla..."

    mevlana
  • 10 yaşındaki kardeşin 1.60 boyundaki ablasına güzellik yarışmasındaki kadınları gösterip söylediğidir: "sen daha güzelsin, katılsana, kesin kazanırsın"
  • bir 19 mayıs değil ama samsun'a çıkasımız gelmiş. bahar gelmiş çünkü, bahar geldi mi güzel gelir oralara bilenler bilir. bilmeyenler neyi bilmediklerini bilmiyorlar. bu yüzden de kayıp değil. cahalet mutluluk muydu neydi? bence adalet mutluluk-tur. sanki. adalet, bu yüzyılda, bu topraklarda bulabilir şey değil. o son adaleti bitirmeyecektik! *

    arabada trt fm açık. bu bana hep yolları hatırlatır. coşkun sabah çalıyor. hayatımızdan çalıyor bazı şarkılar, bunu siz de anlıyor musunuz? ''aşığım sana, doyamıyorum.'' mustafa yolaşan'ın sunduğu pazar programlarında elinde uduyla söylediğinden beridir ezberlemişim. çünkü doksanlarda çocuk olmak bunu gerektirir. ama insan bi yaştan sonra sözlere odaklanıyor. ya da bir ''yaş''tan. bilemiyorum. vay canına. insanlar, insanlara ne de güzel sözler yazıyor. nasıl aşk. hatta, bu ne büyük aşk, anlamıyorum.

    şarkı bitiyor. şişli etfal'deki o malum pis teyzenin başlattığı süreç çerçevesinde bu şarkıyı yazdığı kadını aldatıyor coşkun sabah. bir semt pazarı gibi aldatma. her semte, hayatının bir günü mutlaka kuruluyor. ucuz. güzel sözler, marketteki son kullanma tarihi geçmiş ürün gibi kaldırılıyor piyasadan. hepsinin bir süresi var, doluyor. hayat bir ırmak ve ne demişti herakleitos, ''aynı suda iki kere yıkanılmaz.'' her şey öyle çabuk değişiyor ki, güzel sözleri söyleyenleri de unutun. ne varsa yaşamakta var. yaşattıkları mühim.

    yüzyıllar öncesinde sevdiğim bir adam, sevdiği bir kızı anlatırken bana; ''o benim yumuşak karnım.'' demişti. her şeyden çok başka. her şeyden bağımsız. eminim ki o kız hala o adamın o koyduğu yerdedir. ben en çok bunu unutmadım. yumuşak karnım deyimini bu yazı hariç hiçbir yerde kullanamadım. güzel sözler, sevdiğiniz ağızdan başkasına hitaben çıkınca içinize eğri eğri yağmur yağıyor.

    bir de "beni en çok üzen ölüm değil, aşk yüzünden ölememek.'' demişti florentino ariza, fermina daza'nın aşkı yolunda. kolera günlerinde aşk. bak bunlar hep kadınlara söylenebilir. ama kitaplarda işte, okusaydınız bilirdiniz. ama nihayetinde bu adam, sevdiği gibi kokuyor diye annesinin bahçesindeki gardenyaları da yemiş biridir. gerçek hayat çok başka.

    böyle kitapları okuyup, gerçek hayata dönünce de; ''ustam seslendi uzaktan "oğlum al takımları.'' sesini duymuş çırak gibi hissediyorum. unutun romanları.
  • "buna rağmen ansızın berraklaştığı oluyor bulanık günlerin hâlâ soğuk biralar oluyor güzel kızlar oluyor. yağmurdan sonra saçlarını havluyla kurulaman gibi olmuyor tabii o kalibrede sevda görmedim. öptüm ama içime çekmedim."

    sen gittin ve herkes ölmeye başladı

    emrah serbes
    afili filintalar
hesabın var mı? giriş yap