• hem kendi dönemleri, hem sonrasındaki, hem de biz günümüz insanları için, yaşadıkları hayat boyunca acı çekmiş ve insanlık tarihine yön vermiş insanları anmak gerekli. biyografi, özellikle sevdiğim bir araştırma yönü. bu önemli insanları okudukça onları bir nebze bile anlamak benim için çok değerli. onlar sayesinde, kendi dönemleri ile birlikte geçmiş ve gelecek dönemlerini de anlama fırsatı beraberinde geliyor. öğrenmenin en güzel ve en acı yönü biyografi olsa gerek. hem yaptıkları önemli şeyleri hem de onların his ve düşüncelerini görmek buruk bir mutluluğu aynı anda sunuyor. belirli aralıklarla başkalarını da ekleyeceğim ama şimdilik başlangıç için birkaç önemli kişi;

    giordano bruno, kilisenin tam karşısına yalnızca vücudu ve düşünceleri ile dikilirken asla yalnız değildi. arkasında bütün bir gelecek nesil vardı. kaderimiz, onun aklının ve inadının keskinliğine bağlı şekilde örülüyordu ve o doğrularından ölürken bile vazgeçmedi. bizim yerimize onlarca yıl işkence gördü, aklındakilerden vazgeçmeye zorlandı ama tek başına buna dayandı. idealistti ve gelecek nesiller için kendi omuzlarına bir sorumluluk yüklemişti. gökyüzü tepesinde bütün ihtişamı ile dönerken başını daima dik tuttu ve bizim yerimize sırtladı bütün acıları. geleceği şekillendirirken asla yılmadı, direndi hatta acılar içinde öldü ama asla yenilmedi. bizim için acılar çektiyse de kazanan o oldu, hem de tek başına bütün skolastik düşünceye karşı.

    friedrich nietzsche, bir yel gibi esip geçti insanlık tarihinden ama ortalığı toza dumana bularken kendisini de dipsiz bir kuyuda tutmaktan başka çaresi yoktu. bu kulaklara göre bir ağız değildi o, belki de en acısı bu olsa gerek. aklın ve yaşamın en acı yönlerini vurdu yüzümüze ama o kadar anlamıyorduk ki bu değerleri, kendisine çektirdi bütün acıları. "insanın kendisini sevmesi için, önce kendisinden nefret etmesi gerekmez mi?" anlaşılmak ve insanlara bunu aktarmak oldukça önemli ve zor bir olgudur. söylediklerin öyle anlaşılması zor şeyler değil ama kabullenmesi oldukça zor ise, statükoya ters yüzmek insanın kalbini paramparça eder. insanlar için, herkes ve hiçkimse için yazdı. okudu, öğrendi, düşündü yetmedi öğretti ve anlattı. yaşadığı çağdan yüzyıllar ötede bir akıl olmak, tıklım tıklım bir yalnızlığı beraberinde getirir. zerdüştün dağın başındaki yalnızlığı ile o ıssızlığı haykırıyordu bize ama dinlemiyorduk. yalnız yatağında çığlıklar atarak uyandığı son geceden yıllar sonra, onun fikirleri dünyayı bambaşka bir yere çevirecekti. tanrı artık ölmüştü.

    sigmund freud, psikanalizin babası ve ana bacı yapan bir adam. oldukça sığ ve hakaret dolu bir tanım. freud'u anlamak için önce günümüze bakmamız gerek. çocukların yetiştirme tarzları ve eğitim süreçleri günümüzde nispeten yanlış olsa da, bunun doğru olan temelini atan adamdır freud. çocuklar nasıl yetiştirilmeli, ne eğitim almalı, büyürken nelerle karşılaşacağız ve daha nicesi. hepsini freud'a ve jung gibi diğer insanlara borçluyuz. bununla da yetinmeyen freud'un insanların hareketleri, düşünceleri ve düşleri üzerine irdelediği şeyler, bu fikirleri yarattığı günden günümüze kadar bütün insanların psikolojisi üzerine önemli tanılar sunmaktadır. nazilerden kendisinin ve ailesinin çektiği zulümlere değinmeye gerek bile yok çünkü doğruları uğruna girdiği yolda çektiği acılar ona yeter de artar. aksi ve duygusuz derler freud için ama onu en yakından tanıma şansı bulanlara göre, hem hastalarından hem de çevresinde olup bitenlerden o kadar etkilenirmiş ki, her insandan bir parça barındırırmış aklında ve kalbinde. her şeyi kaderciliğe bağlayan zihniyeti yıkan adamdır freud. biz insanları, kendi laboratuvarı olarak görür, kendine özgü deneyleri ile bizim bile anlamadığımız şeyleri keşfederdi. "evrendeki en büyük gösteri, sen aklını keşfettiğin an başlar." bir süpernova gibiydi freud'un hayatı. çevresi için ihtişamlı ve yıllarca -neredeyse sonsuza dek- sürecek bir görsel şölen, kendisi içinse parçalı ve acı dolu bir devrim anı. dinlediği, gözlemlediği, hissettiği ve dokunduğu her insanın acılarını yaşamış ve sırtlamış bir insan, aklı ve düşünceleri ile dünyayı ancak bu kadar değiştirebilirdi.

    karl marx, avrupa'nın en çok kaynadığı dönemlerden birisinde yaşamış bir insan. bir diğer kaynama dönemi ise, onun fikirleri sonrasında daha yaşanacaktı. kapitalizm'i onun kadar iyi anlamış birisi daha yoktur ki kapitalizm karşıtı bir fikir geliştirebilsin. bunu yalnızca marx yapabilirdi. fransız ihtilali'nin sarstığı avrupa, 1848 devrimi ile iyice hareketlenmişti. işçi, köylü ve sıradan bütün insanlar kendi haklarını artık gözetme derdine düşmüş, otoritelerin ve aristokrasinin dibine dinamit döşemekteydi. böyle bir devirde hüküm sürdü marx. kapitalist düzenin insanlara ne acılar çektirdiğini görüyor ve proletaryanın artık kendi gücünün farkına varması gerektiğini hissediyordu. okudu ve araştırdı. yalnızca komünizm ideası ve kapitalizm üzerine değil, darwin'in evrim teorisi, toplumların tarihi ve devletlerin yükseliş ile çöküşleri üzerine çalıştı. okuduğu her geçmiş olaydaki insanların neler çektiğini, nerelere sürüklendiğini ve nasıl acılar yaşadıklarını gördü. gözlerini kitaplardan kaldırdığında ise fark etti ki bu durum devam ediyordu. çevresindeki 10 insandan 9'u eziliyor ve birileri uğruna yaşamları feda ediliyordu. bir şeyler yapmalıydı ve düşündükçe düşündü. 19. yüzyılda dünya 3 peygamber gördü derler. birisi freud, diğeri nietzsche ve sonuncusu da marx. o ise kendisini insanlığa tanrı tarafından armağan edilmiş bir peygamber değil, herkes adına çabalayan bir devrimci olarak görüyordu. nitekim haksız da sayılmazdı. milyonlarca hatta günümüzde milyarlarca insanın hakkı için bir yola girdi friedrich engels ile birlikte. kendi omzuna sırtladı bütün acıları ve buna karşı kayıtsız kalmadı. fikirleri, kendi döneminden günümüzdeki işçi ve alelade insanlara kadar herkes içindi. onun sayesinde hepimizin -az ve sınırlandırılmış olsa da- birey ve çalışma hakları var. bütün bir kapital statükoya karşı acı ve umut dolu bir savaş içinden galip gelmeye çok yakındı. onların da kanayabileceklerini ve yenilebileceklerini bize gösterdi.

    galileo galilei için bruno kadar cesur değil derler. haksız değiller ama unutmamalı ki, en az bruno kadar savaşçı birisiydi bu muhterem astronom. bruno'ya yapılanlar galileo'nun gözleri önünde olmuştu ve bilim için daha ihtiyatlı olması gerektiğini hissetmişti. senelerce hiç durmadan gözlemledi yıldızlı gökleri. kozmos'un bütün ihtişamına tanıklık ediyordu ama çevresindeki neredeyse hiçkimse bu güzelliğin farkına varamıyordu. kilise için dünya evrenin merkeziydi ve bu demek oluyordu ki kendi tanrıları ve onlar, evrendeki yegane önemli şeydi. dünyadaki her şey bir kader ağı ile ilmek ilmek örülüydü, yani her şey kendi dinlerinin belirttiği gibiydi ve her şey yolundaydı. böylesine karanlık bir çağda yanmıştı ışık. tıpkı, kapalı bir gecede geceyi aydınlatan ay ışığı gibiydi galileo. kiliseye karşı olup olmadığını umursamadan bir savaşa girişti çünkü kendi doğruları, evrenin doğrularıydı. kilise ise aristocu mantık ile gelenekselci, eli kılıçlı ve zırhlıydı. din ile galileo arasında bu savaş, rönesansın en önemli dönüm noktasıydı. yaptığı gözlemler, keşifler ve yasalarla kiliseye en büyük yarayı açtı ama kilise de karşılık veriyordu. söylemleri ve yazdığı kitaplar yüzünden tövbe ettirilerek ev hapsi ile cezalandırıldı. eğer bugün dogma baskısından ve kadercilikten bir nebze olsun uzaksak bunu galileo'ya borçluyuz. doğrularından asla vazgeçmedi ve insanlık ile gelecek için söylemini ölene dek sürdürdü. eppur si muove

    ve ulu önder gazi mareşal mustafa kemal atatürk, biz türklerin atası ve türk tarihinin en önemli ismi. ancak kendisini bununla da kısıtlamamalıyız. yalnızca biz türkler için değil, tüm dünyadaki sulh ve eşitlik için çabalamış bir insandır. gücün saraylara ve soylulara ait olmadığını savaşarak kanıtlamıştır. senelerce cephede geçmiş bir hayat ve hiçbir zaman kendisini düşünmemiş bir ulu önder atatürk. o da bizim gibi aşık oldu, sevdi, şiirler yazdı, üzüldü ve yaşadı ama hepsinden vazgeçti çünkü kendisini bu millete adamıştı. böyle bir fedakarlık tarihte eşine rastlanmamıştır. atatürk ve kurtuluş savaşımızın bütün şehitleri ile gazileri bizim için savaştılar, bizim için o zamanlar tanrı olarak görünen ingilizlere ve tüm dünyaya karşı dimdik durdular ve kazandılar. acı içinde geçmiş bir 19. yüzyıl sonunda yaşadı atatürk. balkanlar kaynıyordu. yeni bir yüzyıl ise beraberinde daha büyük acılar getirmişti. trablus savaşı ve balkan savaşlarında cephede bizzat bulundu. doğduğu memleketi, bir zamanların en önemli türk şehirlerinden olan selanik kaybedildi. şakası bile yapılmayan şey başına gelmişti. o ise kendisi ve kendi isteklerini değil, milletini düşünüyordu. ne acı olsa gerek memleketinin düşmana bir küp altına verilmesi. o ise o acıyı içine gömdü, umudunu sırtına geçirdi ve cepheden cepheye koştu. balkan savaşları, ardından büyük cihan harbi'ni getirdi. acılar bitecek ümidi iyice biterken bu harp ile artık tüm ümitler sönmüştü, atatürk'ünki hariç. parça parça yok ettiler 600 yıllık devleti. türk askerinin kimisi galiçya'da, kimisi sarıkamış'ta, kimisi çanakkale'de, kimisi de arap çöllerinde şehit düştü. acılar ile başlayan bu yeni yüzyıl, en büyük acıları yüklemişti anafartalar kahramanı'nın omzuna. gözünün önünde bütün milleti öyle veya böyle öldürülüyor hatta daha önemlisi tüm milletin bütün umutları yok ediliyordu. sorumluluk ondaydı, bütün bunlarla baş edebilecek yegane önder atatürk'tü çünkü umutsuz durumlar yoktu, umutsuz insanlar vardı. içi acı ile dolu olsa da en az o acı kadar büyük bir umudu da vardı. savaş bitmişti ve kendisini milletin efendisi gören saray zümresi kendi derdinde düşmüştü. yok olmakla yüz yüze olan milleti için bir gemi ile samsuna gitti ve umudunu, tıpkı bir mum ile başka mumu yakarcasına bütün türk milletine dağıttı. mum ateşini paylaşmakla kendi ateşinden bir şey kaybetmezdi. başından beri milleti kurtarmak için düşündüğü yolda o kadar emin adımlarla yürüdü ki karşısında yunan değil 12 olymposlu olsa dahi kazanırdı. öyle de yaptı ve bütün dünyaya karşı kazandı. bu zafer yalnızca bizim için değil diğer ezilen milletler için de önemliydi. asıl savaş ise sonrasında başlıyordu ve bu millete doğruları öğretmeliydi. saltanata özel olan efendiliği aldı, köylüye ve her ferde sundu. bütün bu acıları birinci dereceden yaşamış bir önder atatürk. bütün bir hayatını bizler için harcamış ve kendi hayatını tek bir kere öne çıkarmamış bir insan. bu dünyadan bedenen göçene dek her an bizim için çalıştı. bedenen göçse de fikirleri bu millet yaşadıkça daima var olacaktı. her zaman kuzeyi gösteren kuzey yıldızı gibi her zaman doğruyu gösteren bir mihmandardır atatürk, her zaman yolumuzu aydınlatacak en büyük türk evladı.
hesabın var mı? giriş yap