cereyanlar
-
tanıl bora'nın "türkiye'de siyasî ideolojiler" alt başlıklı yeni kitabı.
levent cantek'in "türkçede böylesi yazılmadı" anonsuyla duyurduğu bu kitabın arka kapağında kitabın, geç osmanlı zihniyet dünyası, batıcılık, kemalizm, milliyetçilik, türkçülük ve ülkücülük, muhafazakârlık, islamcılık, liberalizm, sol, feminizm ve kürt siyasal hareketi başlıkları altında türkiye'de siyasal ideolojilerin özelliklerini, gündelik hayatta ortaya çıkış şekillerini, birbirleriyle etkileşimlerini ele aldığı yazılı.
bu haliyle, benzeri pek çok örneği olan siyasal düşünceler tarihi kitaplarından biri gibi duruyor. lâkin bu şekilde bir zehâba kapılmayalım diyerek yine arka kapakta hemen uyarıyı çakmışlar: "cereyanlar'ı bir siyasal düşünceler kitabı olmanın ötesine taşıyan ve türkiye'nin düşünsel ethosunu anlamamızı sağlayan heyecanlı bir metin haline getiren de bu: olayları anlatmak ve analiz etmekle yetinmeyip bunların arkasındaki düşünce oluşumlarını ele alması"
"olayların arkasındaki düşünce oluşumları"nı ortaya koyma işini, sevgili tanıl bora'nın o nefis uslûbuyla bihakkın yerine getirdiğini çoktandır biliyoruz ve eminim ki cerayanlar'da da bunu yine mükemmelen gerçekleştirmiştir. ancak zannımca tanıl bora külliyatının en büyük eksikliği tam da burada, "olayların arkasındaki düşünce oluşumları"na vücut veren maddi dönüşümleri ıskalaması ya da yeteri kadar bunun üstünde durmaması. maddi dönüşümler diyerek tez elden, o bilindik ve kısır altyapı-üstyapı çekişmelerine bulaşalım demiyorum. fakat en azından "olayların arkasındaki düşünce oluşumları"nın sermaye birikimi (ya da tanıl boraist ifadeyle "anamal terakümü") ile olan ilgisini kurup sermayenin döngüsü ile bu oluşumlar arasındaki ilişkiye en azından şöyle bir göz ucuyla da olsa bir temas etmek muazzam işlevsel bir temel oluşturacak yapacağımız analize.
mesela türk sağının üç halini, nikos poulantzas'ın ortaya koyduğu sermaye sınıfının iki haliyle (egemen sınıf, hakim sınıf (bkz: #23609186) ) çaprazlama ele alsak ve diyelim bu analizi somut bir çerçeve kurmak amacıyla türk hür teşebbüs konseyi'ne taşısak ne tür bir manzara orta çıkardı acaba? aslında sevgili ebru deniz ozan bu sorunun cevabını "gülme sırası bizde/ 12 eylül'e giderken sermaye sınıfı, kriz ve devlet" adlı kitabıyla çoktan verdi zaten. benim hayıflandığım ve üzüldüğüm husus, tanıl bora'nın o müthiş birikiminin böyle bir yaklaşımla çarpışmasının açığa çıkaracağı enerjiden yoksun kalmamıza. -
tanıl bora kitabın girişinde, türkiye'de çağdaş düşünce tarihi - hilmi ziya ülken'den ilham aldığını belirtiyor. ancak tırnak içinde ülken'in eserinin düşünce tarihi merkezinde yazıldığını, kendisinin ise ideoloji tarihi yazmaya çalıştığını belirtiyor.
kitaba yeni başladım ve an itibariyle de üçüncü bölümdeyim. sosyal bilimlere aşina olan, siyasi okuma konusunda ortalama bir terminolojik hakimiyeti olduğunu düşünenler için bu kitap bi' anlamda başucu kitabı niteliğinde olabilir.
tanıl bora markasına nedensiz sempati duyan gsf tornasından çıkma entel tayfa için kitabın dili ağır gelebilir, kütüphanede dursun diye alacaksanız bişi diyemem tabi. * *
yalnız yazarına bir temenni parantezi açmak gerekirse; türkiye'deki ideolojik reaksiyonları genel hatları inceleyen bu tipte bi' mini külliyatın ilerleyen baskılarından birinde çevreci-primitiv hareketler ve anarşizm'de altbaşlıklarda kaleme alınmalıdır.
dizin şu şekilde:
sunuş
1- geç osmanlı zihniyet dünyası
kopuş-devamlılık geriliminde "icapçılık"
modern siyaset düşüncesinin islâmî dile tercümesi
eklektisizm, ansiklopedizm, meslek-i icabî
beka kaygısı, telaş, acele, şiddet ve celal
devleti kurtarma kaygısı/devletin bekası
alarmizm
“ahlâkî bozukluğumuz...” ve fenn-i içtima
ekonomi-politik fenni
devrim ve ittihatçılık
inkılâp - 1908
ittihatçı zihniyeti
2- modernleşme, batı ve batıcılık
batı endişesi
fazilet-melânet
yüzeysel, taklitçi
japon modeli mitosu
yeni batı, ‘en’ batı: amerika
kolay ve çabuk modernlik
“topyekün” batıcılık
gülü dikeni
“garp şimdi benim!”
mavi anadolu
ekstra-batılılık
oryantalizm-oksidentalizm
post-kolonyalizm ‘eksiği’ - bir mahrumiyet?
hümanizm
ataç: evet, batı batı’dır, doğu da doğu trajik
avrupa birliği tartışmaları
3- kemalizm
mustafa kemal*
mustafa kemal ikonu
mustafa kemal’in düşünce dünyası
kemalist ideolojinin unsurları
türk inkılâbı, miladî söylem
cumhuriyet-demokrasi-devlet
otoriter... totaliter?
devlet halkçılığı
laisizm
kadın
kemalizmler
inönü, pragmatizm
jakobenler
kadro
anti-emperyalizm
27 mayıs ve sol-kemalizm
sağ-kemalizm
ordunun atatürkçülüğü
kemalizmin krizi
karşı devrim ve yozlaşma anlatısı
1990’lar, yeni kemalizm ve 28 şubat
yeni bir kemalizm?
anti-anti-kemalizm mi?
4- milliyetçilik
milliyetçiliğin mayalanma süreci
şarkiyatçılar ve rusyalılar
pan-türkizm, turan
kurucu babalar: akçura ve gökalp
türk ocağı
kuvvet ve millî kin
resmî ideoloji olarak milliyetçilik
kuruluşun psiko-politik çerçevesi
yekcins, som
öz türk ve kanun türkleri
“türkçeden gayrı lehçe konuşan bazı türkler...”
biyopolitika
etno-
öz türkçe
“müsbet” milliyetçilik?
vatandaş ve yurtseverlik
sağda “müsbet” milliyetçilik
vatan
milliyetçiliğin popülerleşmesi
kıbrıs, “istirdat” ve milliyetçiliğin popülerleşmesi
1990’lar ve 2000’ler: milliyetçiliğin kara baharı
ulusalcılık
beyaz türkler ve neoliberal yeni-milliyetçilik
5- türkçülük ve ülkücülük
erken cumhuriyet dönemi türkçülüğü
rıza nur
göçmen türkçüler ve kırılan pan-türkist ümitler
türkçü dergiler çığırı ve çınaraltı
atsız
1944 davası
milliyetçi popülizm ve anti-komünizm
serdengeçti: milliyetçi popülizm
anti-komünizm
mhp ve ülkücü hareket
ülkücü ideoloji
türkeş
devlet
“yaşasın devlet yıkılsın düzen”
aleviler ve “kanımız aksa da zafer islâm’ın”
12 eylül sonrası*
12 eylül travması ve türk-islâm ülkücülüğü söylemi
bbp kopuşu ve yeniden mhp
“ben ne kadar kürtsem...”
yeniden türkçüleşme
pop-ülkücülük
bahçeli mhp’si
yeni ideolojik arayışlar
6- muhafazakarlık
erken cumhuriyet döneminde muhafazakârlık
dergâh
muhafazakârlığın meşrepleri, ekolleri
seçkincilik, nostaljizm, melankoli
sosyoloji: değişime milliyetçilikle mukayyet olmak
tarih: hamaset haznesi
sosyal iktisat: kapitalizm korkusu
anadolucular
anadoluculuğun mektepleri
nurettin topçu: muhafazakâr devrimcilik, “hür totalitarizm”
milliyetçi-muhafazakâr terkip
antisemitizm“devrimbaza” karşı... peyami safa
milliyetçi-muhafazakâr terkip ve aydınlar
cemil meriç – irfan, umran
milliyetçi-muhafazakârlığın bazı çatıları
’80 sonrası - yeni terkipler
devlet, 12 eylül, türk-islâm sentezi
özal ve liberal-muhafazakârlık
islâmcılık ve muhafazakârlık
7- islâmcılık
kemalizm, inkılâplar ve islâmcılık
kemalist rejimle ve inkılâplarla baş etme stratejileri
cumhuriyet uleması ve apolojetik söylem
tasavvufun bekası
nur hareketi
imanın yeniden inşası: said-i nursi
neo-nurculuk: gülen hareketi
milliyetçi-muhafazakârlık içinde islâmcılık
reaksiyoner ve rövanşist söylem
bir kavşak: necip fazıl
radikal islâmcılık
hikemî şairler
ismet özel
“don kişot saffeti”
malatya okulu - ve çevirilerle gelen
’80 sonrası atılım
radikal islâmcılığın tesiri
yeni entelektüeller
millî görüş’ten adalet ve kalkınma partisi’ne
millî görüş
refah partisi
adalet ve kalkınma partisi
“osmanlı barışı”
bir muhasebe vesilesi olarak akp ve eleştirel islâmcılar
yeni ulema
2010’larda akp ve erdoğan iktidarı
gezi isyanı ve “millî irade”
erdoğanizm
çekingen hoşnutsuzluk
gülencilerle çatışma
15 temmuz darbesi
8- liberalizm
erken cumhuriyet, kemalizm ve liberalizm
liberal asgarî: millî iradecilik
hak ve özgürlük söylemi
kemalist bir liberallik?
liberal-muhafazakârlığın kalın damarı ve merkez sağ
ali fuat başgil
demokrat parti ve menderes’te liberal uğrak
menderes’e liberal-demokrat muhalefet ve forum
adalet partisi ve demirel’de liberal uğrak
neoliberal dönümden sonra
neoliberal dönüşümün eşiğinde “türk liberalizmi”
neoliberalizm ve turgut özal’da liberal uğrak
bir liberal aydın zümresinin çıkışı ve “ikinci cumhuriyetçilik”
liberal düşünce topluluğu ve “katıksız” liberallik
adalet ve kalkınma partisi ‘devri’ ve liberaller
yeni merkez sağ ve adalet ve kalkınma partisi’nde liberal uğrak
muhafazakâr-demokrat... liberale karşı demokrat
liberal aydınlar ve akp
sol-liberal
9- sol
ortanın solu, sosyal demokrasi ve chp
ortanın solu’na doğru
ortanın solu
12 mart kopuşu ve ’70’ler
12 eylül’den sonra: sodep, shp
yeniden chp
dsp
1960’ların sol uyanışı ve tip
’60’larda solun popülarizasyonu
“toplum yapımız” tartışmaları, atüt, kemal tahir
yön
tsp, tsekp
tip
aybar
tkp
sosyalizmin “ekalliyetteki” öncüleri
iştirakçi
anadolu solu
tkp’nin kuruluşu
kemalizm, tkp, şefik hüsnü
iç muhalefet, tevkifatlar, örgüt kültürü
“separat” vaziyette ikinci dünya savaşı
1962 konferansı ve dışarıda toparlanma
atılım
doktor hikmet kıvılcımlı
devrimci sosyalizm
mdd ve mihri belli
fkf, dev-genç
mahir çayan
thko
ibrahim kaypakkaya
1970’lere devreden
türkiye maoculuğu
anti-faşizm ve devrimci yol
kurtuluş
mlspb, devrimci sol
birikim
12 eylül sonrası
travma ve eksik direniş
yurtdışı
“direnirlik kazanmak”, şehitlik
“aydınlıkçılığı geride bırakma”
yalçın küçük
‘geç’ troçkizm
kurtuluş’taki tartışmalar ve tartışma süreçleri
ödp
emep
ezilenlerin sosyalist
kıvılcımlı’dan yeni yol çatalları
‘yeni’ tkp’ler ve metin çulhaoğlu
“hareket” - halkevleri, öğrenci koordinasyonu, gezi
yeşil
siyah
alevilik-aleviler
defter
gündelik hayat ve teori
murat belge, yeni gündem
birikim’in devamı
ulus baker
sinizm-kinizm
sivil toplumculuk, sol liberallik tartışmaları
kürt ayrımı
tartışma kültürü ve siyasetsizlik
10 - feminizm
geç osmanlı feminizmi
cumhuriyet ve kadınlar
milliyetçi feminizm ve yeni yeni-kadın
nezihe muhiddin
devlet feminizmi
suskunluğun içindeki sesler
suskunluk döneminde sosyalizm ve kadınlar
’70’ler solu ve kadınlar
“özel olan politiktir”in öncüsü: edebiyat
’80 sonrası feminist uyanış
ideolojik ayrışmalar: sosyalist... radikal
1990’lar: meşrulaşma içinde duraklama
bürokratik feminizm, akademik feminizm
popüler feminizm
pazartesi ve amargi
eşcinsel hareketi, queer
kürt kadın hareketi
“kadın inşası” ve jineoloji
müslüman kadın söylemi
“müslüman kadının adı var”
1987 çıkışı
cihan aktaş ve kamusal-özel
hidayet şefkatli tuksal ve erkek-egemen ilâhiyatın eleştirisi
başörtüsü ve 28 şubat
islâmcı “feminizm”?
“asenalar”
“koalisyon”
11 - kürt ulusal hareketi
bedirhani mirası
geç osmanlı dönemi kürt ulusal hareketi
birinci dünya savaşı sonrası arayışlar
şeyh said ve ağrı isyanları ve hoybun
bedirhanların “çığlık”ı ve millî dil-tarih anlatısı
uyku ve uyanış
1960’lar: canlanma, ayrışma ve sola kayış
barzani etkisi ve tkdp’ler
doğu mitingleri ve ddko
rizgari - ala rizgari
özgürlük yolu
silahlı mücadele aranışı
pkk’nin çıkışı
zorun rolü
“kendini yeniden yaratmak”, stalinist kültür, pragmatizm
1990’lar...
tekelleşme ve diğer kürt hareketleri
dersim’in hususiyeti
diaspora ve dil
“kürtür”
1999-2000: “demokratik cumhuriyet”
“önderlik”
demokratik özerklik, konfederalizm
“meşru savunma”
ulus-ötesi perspektif ve rojava
“çözüm süreci” ve sonu
ana akım dışı
kürtler ve islâmcılık
nakşîbendiler, millî görüş, akp
kürt nurculuğu
hizbullah
kürt ulusal hareketi ve islâm
partiler
hep-dep
hdp
selahattin demirtaş
2015-2016 eşiği -
müthiş bir kitap.
gerçekten tanıl bora'nın magnum opus'u tanımı uygun düşüyor. bitince "keşke çok daha uzun olsaydı" dedirtiyor insana.
müthiş derken tabii kitabın sınırını, hedefini belirlemek önemli. bu kitap ortalama okuyucuya hitaben yazılmış, akademik niteliği olmayan bir kitap. yoksa türk siyasi tarihini 900 sayfaya nasıl sığdıracaksınız. kitabın bence en büyük başarısı ele aldığı ideolojik akımları derinlemesine incelerken aşırı detaya girmeyerek ancak hiçbir yeri de yüzeysel bırakmayarak, icabında uzun alıntılara başvurarak aktarması, ve bu arada üslubu/kapsamı zedelemeden oldukça bol "fun fact" içerebilmesi. örneğin bu konularda hatırı sayılır okuma yapmış, icabında bu işin doktorasını yapan kişiler * türkiye'de chf'den bile önce kurulmuş bir kadın partisinin olduğunu bu kitaptan öğrendiler. bu ve bunun gibi daha pek çok örnek var kitaptan verilebilecek.
bunun dışında şahsen okurken en keyif aldığım en beğendiğim yönlerden biri ele alınan ideolojiyi elbette kronoloji gözeterek açıklarken bir yandan da ideolojinin tezahür ettiği sahalardan edebiyat ve yayıncılığın ciddiye alınmış ve çok ince taranarak seceresinin çıkarılmış oluşu. elbette memleket gerçeği olarak ideolojilerin ve siyasi çizgilerin dergi/yayınevi çevresinde örgütlenmesi geleneği güçlü, bunun da rolü var. ancak yine de yön vb. bir kaç tane belli başlı derginin dışındakileri çokça görmez, duymazdık. bunların sabırla sebatla derlenip yine sabırla sebatla hiç biri eksik edilmeden ilgili yerlere serpiştirilmesi de takdiri hak ediyor.
tanıl bora'nın birikimine veya edebi becerisine not verecek değiliz elbette. ama takdir etmemek mümkün değil. diğer kitaplarının yanı sıra konuları itibariyle cereyanlar'a nispeten benzeyen devlet, ocak ve dergah ile devlet ve kuzgun gibi kitaplardan aşina olduğumuz akıcı, lezzetli dil aynen bu kitaba da yansımış, ve -asıl önemlisi- 900 sayfa boyunca dalgalanma yapmamış.
takdire şayan son unsur da, her ne kadar bu ciddiyette bir kitap yazılırken hem yazar hem de okuyucu tarafından varsayılsa da kimi örneklerde zaman zaman az da olsa gölgelenen nesnellik mefhumunun yine kitabın tamamında hakim olduğunu görmek. gerçekten çok ufak kimi dokundurmalar ve kitaptaki belki de tek açık örnekte 70'lerin sonundaki maocuların (o ekolün rezilliği de gerçekten akla hayale sığacak gibi değil, insan okudukça tiksiniyor) o dönemde o çevre içinde dahi antipati yarattığının belirtilmesi dışında yazarın dünya görüşünü tahmin etmemizi sağlayacak hiç bir detay bulunmuyor, ki bu da yine ortalama okuyucuya yazılmış, akademik olarak kullanılmayacak -en azından birincil olarak- bir kitap için az şey değil sanıyorum.
bana kalırsa tanıl bora bu kitapla adını (belli başlı akademisyenleri saymıyorum onlar malum zaten) erik jan zürcher, andrew mango gibi türk siyaseti okumak isteyenlerin başvurduğu ilk kademe isimlerin arasına yazdırmış oldu bu kitapla.
şayan-ı tavsiye. okuyunuz, okutunuz.
edit: bir de ukalalık edelim. kitabın tamamında "sèvres" yanlış biçimde "sévres" olarak yazılmış. bunu ne tanıl bora'nın, ne editörün bilmemesi mümkün değil. iletişim yayınları'ndan çıkan, üstelik adını tüm türkiye'nin bildiği bu kadar meşhur bir anlaşmanın imzalandığı şehrin adı ısrarla nasıl yanlış yazılır onu da anlamak mümkün değil. bunun dışında typo vs. çok az, önümüzdeki basımlarda hallederler onları. -
yazarını bilmeseydim bile ismine bakınca tanıl bora olduğunu anlardım. tam onun tarzı. eski türkçe kelimeleri, ağyarını mani efradını cami bir şekilde kullanması tanıl bora'nın en sevdiğim özelliklerinden biridir. ankara sokaklarında gördüğümde içimi bir umut kaplar, öyle biridir tanıl bora. düşüncenin namusudur. bir koltukta beş karpuzdur vs... hepsinden önemlisi, gazete yazılarını derleyen güncel kanaat teknisyenlerinden değil; dört dörtlük bir düşünürdür. güncel olduğunu gizlemeyen bazı kitapları hariç yazdıkları her dönem okunabilecek ciddi metinlerdir. cereyanlar da eminim böyle bir kitap oldu. yıllarca siyaset bilimi bölümlerinde ders olarak okutulacak, fotokopicilerde çoğaltılacak, pdf'i elden elde dolaşacak bir kitap. henüz okumaya başlamadım bile ama eminim böyle olacak.
-
tanıl bora'nın hürriyet gazetesine verdiği şu röportajla içeriğine değindiği yeni kitabı:
'cereyanlar’ çok sayıda limana, çok sayıda durağa uğruyor. böyle bir serüvene atılmaya ne itti diyeyim ilk olarak?
- düşünce tarihine çok meraklıyım. özellikle bu memlekette düşünce adına üretilmiş, varsın güdük olsun, varsın zayıf olsun, her şey çok ilgimi çekiyor. bu alanla meşgul olurken, özellikle benim gibi düşünmeyenlerin nasıl düşündüğü, nerelerden beslendiği daha da çok merakımı çekiyor. zaten ilk ciddi kitap çalışmam da, 1990’ların başında kemal can’la birlikte yayımladığımız ‘devlet, ocak, dergâh’, mhp fikriyatı üzerineydi. başlangıçta daha çok ‘sağ görüş’ ile ilgileniyordum. sonra bütün fikriyata, yelpazenin her tarafına yayıldım. 15 yıldır bu konuyla ilgili siyasal bilgiler fakültesi’nde dışarıdan bir ders veriyorum.
peki o beş yıl nasıl geçti? sürekli yazdın mı, notlar alarak mı devam ettin? zaten şöyle bir durum var; biliyoruz ki tanıl bora sadece siyasetle değil başka disiplinlerle de, mesela spor tabii ki ilgileniyor ve bu süreçte biz senin yazılarının aksamadığı hep gördük.
- bir yandan bir hayatım sürdü elbette. sadece haftanın bir gününü yazmaya ayırdım. son bir-iki yılda da ‘kara görünmeye başlayınca’ hızlandım. hevesim de arttı, daha çok vakit ayırdım.
tanıl bora: kısa vadede karamsar ve kaygılı ama uzun vadede iyimserim
gündemi yakalama çaban da olmuş. kitabın şimdiki zamana taşınan bölümlerinde bunu görmek mümkün.
- o benim için en zorlu şeydi. bir yandan ister istemez içinde yaşadığımız dönemi de kapsama ihtiyacı var, öte yandan da henüz bitmemiş, aşırı hızlı değişen ve aşırı kaotik bir zamandayız. yakın dönemde yaşananların ideolojik ve düşünsel muhasebesini toparlamak en zor olanıydı. çok yakıcı bir aktüalitenin içindeyiz ve bütün ilgiler de buna dönük. oysa ben 100 yıl küsurluk bir tarihi kazmaya çalışıyorum. ve biliyorum ki birçok insan kitabın bugüne ilişkin kısımlarına dikkat kesilecek. bu hiç istemediğim ve sakındığım bir şeydi ama tabii kaçınılmaz bir şey de...
bizim kuşak için yalçın küçük'ün ‘aydın üzerine tezler’i önemli bir kitaptı. ben onu okuduğumda 20-21 yaşlarında bir üniversite öğrencisiydim. hoş, ‘cereyanlar’da küçük’le ilgili bir bölüm var ve kendisini, tarihi perspektif içindeki konumuna oturtuyorsun. küçük’ün bugünkü algısından öte geçmişteki durumuna bakarak söylüyorum, ‘cereyanlar’ı okurken heyecan açısından, ‘aydın üzerine tezler’i okuduğum dönemki genç bir üniversitelinin psikolojisine döndüm adeta. ne dersin bu konuda?
- küçük’ün söz konusu kitabını ben de okumuştum. aynı kuşaktanız zaten, o zamanlar okumak zorunda olduğumuz kitaplardı bunlar. yalçın küçük bir yandan merakı fiştekledi ama öte yandan da çok iddiacı, çok otoriterdi, her şeyi bitirmiş , okurunu da ezen bir yapısı vardı. "budur" diyen edayla yazdı hep. ben bunun, düşüncenin üretimi açısından olumsuz olduğunu düşünüyorum. yalçın küçük hayran üreten bir yazar. böyle bir edası vardı. o bakımdan benzetilmek pek istemem. aslında bu söylediğin benim için de bir övgü, bunu da es geçmek istemem.
tanıl bora: kısa vadede karamsar ve kaygılı ama uzun vadede iyimserim
tanıl bora ister siyaset yazsın ister sosyoloji, ister spor; yazılarında hep bir birikimin, zihin açıcı bir bakışın ifadesi vardır. ama benim için bu metinlerin en güzel yanlarından biri de betimlemelerdir. ‘cerayanlar’da da harika betimlemeler, özel dokunuşlar var.
- şunu yapmaya çalıştım. mesela kitapta ziya gökalp, yusuf akçura gibi üzerine çok fazla yazılmış ve ne dediği hakkında herkesin kabataslak bir fikri olduğu, her şeyiyle ‘malum’ olan şahsiyetler var. onların düşünce dünyasını anlatırken, kuşkusuz olmayan bir şeyi söyleyecek değilim; ama başka bir bakış açısından bakarak anlatmaya, başka bir incelik gözeterek, bazen bir ayrıntıya takılarak anlatmaya gayret ettim. sıkıcı ve tekrar olmasın istedim. herhangi bir konuda aynı lafları tekrar etmeyeyim, kendi kelimelerimle konuşayım diye çaba gösterdim. senin bunu fark etmiş olman da benim için bir hediye.
kitabın dolaştığı zaman dilimi itibariyle yaklaşık 150 yıllık bir sürecin ardından şimdi bambaşka bir yerdeyiz sanki. malum yeni anayasa tartışmaları var. bu süreç bundan sonra bizi nereye götürecek dersin?
- o genellikte bir şey söyleyemem çünkü siyasi analist olma iddiam yok.
o zaman hissiyatın üzerinden konuşalım.
- valla kısa vadede karamsar ve son derece kaygılı ama uzun vadede iyimserim. içinde bulunduğumuz dönem açısından, beni özellikle ‘düşünce tarihi’ açısından şu çok düşündürüyor: düşünce sevgisi ve saygısının çok düşük olduğu, anti-entelektüalizmin her zaman geçerli olduğu bir memleketteyiz diyoruz ya. ama şu zamanda, bu durum hakikaten zirveye vurdu. selametle herhangi bir konuyu konuşmak, derinleştirmek, onu tarihsel ve düşünsel bir devamlılık içerisinde bir yere koymak neredeyse imkânsız hale geldi. öyle bir basınç var ki. söz hem baskılarla hem de bir propaganda basıncıyla boğuluyor. her şeyden önce bu çok kaygılandırıcı ve ezici. tabii bu ebediyete kadar sürmez. baskılar içinde her zaman beklenmedik yerlerden bir üretim, bir yaratım çıkar. bu ülkeyi bu kadar kıskaca almak olmaz, kaldırmaz. bu toprağın humusu ölmez. ne kadar zehirlense de toprak, ne kadar beton dökülse de eninde sonunda bir şeyler çıkar; ben iyimserliğimi oradan alıyorum.
tanıl bora: kısa vadede karamsar ve kaygılı ama uzun vadede iyimserim
peki olası anayasa değişikliğini rejim değişikliği mi yoksa sistem içi kabuk değiştirme olarak mı ele almalı?
bir yanıyla sistemin mutasyonu gibi bir şey. rejimin yerleşik ve kadim diyebileceğimiz otoriter mekanizmalarının irileştiği, faşizan ‘geleneklerinin’ geminden boşaldığı bir yapı. ama bununla beraber, özellikle güçler ayrılığı bakımından, parlamenter gelenek bakımından, rejim değişikliği mahiyetinde bir istikamet var.
kitapta iktidara ilişkin islami çevreden yükselen eleştirel sesler de var. lakin bunlar hem kısık hem de çok göz önüne alınmıyor gibi.
hiç yok değil ama evet, maalesef çok az ve çok kısık. konuşanlar da duyulmuyor. eleştirel yaklaşanların bir bölümü de ortalık yerde konuşmuyor veya sineye çekiyor. neden böyle? aklıma gelen sebepleri sıralayayım. birisi, birincisi, ikbal. iktidar saadeti, güç konforu. ikincisi, buna da bağlı olarak, iktidarı yitirme ve kıyıcı bir rövanşla karşılaşma kaygısı. sanırım, bariz bir alternatifin görünmemesi veya o alternatiflerin tam da o şiddetli rövanş kaygısını cisimleştirmesi, bu tehdit algısını pekiştiriyor. üçüncüsü, genel olarak memlekette ilkesel eleştirinin ve demokratik muhalefetin son derece kıt kaynak olması ve bu tavrın milliyetçi-muhafazakâr ve islamcı cenahta iyicene kıt olması.
tanıl bora: kısa vadede karamsar ve kaygılı ama uzun vadede iyimserim
bugün gelinen nokta için akp’ye liberallerin vakti zamanında çok fazla kredi tanıdığını düşünenler var. ki liberallerle akp’nin ilişkisinin bitişi, kitapta da vurgulandığı gibi akp istanbul il başkanı aziz babuşçu’nun 2013’te, “inşa döneminin bugüne kadar kendileriyle paydaş olan liberal kesimlerin arzu ettiği gibi olmayacağı”nı deklare etmesiyle resmiyet kazanmıştı. bu ilişkiyi nasıl yorumlamak lazım?
- liberal aydınlar açısından bu bir ittifak ilişkisiydi. kemalist vesayetin alt edilerek liberal demokratik bir rejime kavuşulması için, akp gibi güçlü bir muhafazakâr hareketin kaldıraç işlevi göreceğine inanıyorlardı. ayrıca akp başlangıçta merkez sağın da unsurlarını içeriyordu. bu yanlış çıkmış bir hesap olabilir, ama kendince tutarlılığı olan bir hesaptı. burada problem sanırım derli toplu, güçlü ve tutarlı bir muhasebenin eksikliği.
liberallere ilişkin tepkiler gibi, senin de içinde bulunduğun ‘birikim’cilere yönelik eleştiriler için ne dersin?
- soldan islamcılığa bakanlar açısından -ki solun içinde azınlık kalan bir tutumdan bahsediyoruz- durum farklı. bu ittifak gibi bir şey değildi. benim açımdan burada bakışı açısı şuydu: müslüman bir çoğunluğun olduğu, islami sembollerin, motiflerin, referansların toplumsal ve politik olarak iş gördüğü bir memlekette, o dünyaya vâkıf olmak, bilmek, anlamak gerek ki, oraya hitap edebilesin. sözünü oraya da ulaştırabilesin. kendi dünya görüşün çerçevesinde, sol ve sosyalist yönelimde bağdaşabilecek bağlar, temaslar kurabilesin. bunlar bugün temenni seviyesinde olabilir ama belki istikbalde yapabilirsin. bunun için, yani bilmek, anlamak ve ilişki kurmak gerektiğini hâlâ düşünüyorum. bunda hayal kırıklığı, karamsarlık-iyimserlik bence ikincildir. önemli olan sebat... ‘birikim’in bu konudaki ilgisi ve bakışını böyle tanımlarım.
tanıl bora: kısa vadede karamsar ve kaygılı ama uzun vadede iyimserim
birikim günah keçisi olarak çok sevilir. birikim’e bir laf çakmak çok iş gören ve solda hayatı çok kolaylaştıran bir oyundur. örneğin meşhur ‘yetmez ama evetçilik’ faslında da bu söz konusu oluyor. hakikaten öyle bir bakış hâkim oldu ki, son birkaç yılda sanki evrensel düşünce akımları arasında liberalizmin, sosyalizmin filan yanında ‘yetmez ama evetçilik’ diye bir şey de var, dört başı mamur bir akım sanki... birikim dergisinin mutfağında yer alan, dergiye yazıp çizen insanlara ve bizzat o dönemde dergide yayımlanan yazılara baktığınız zaman, 2010 referandumunda ‘evet’in doğru olacağını düşünenler de ‘hayır’ın doğru olduğunu düşünenler de vardı. benim de dahil olduğum, ‘boykot etmek’ gerektiğini düşünenler de vardı. kimse birbirine küsmedi, kimse birbirini hıyanetle itham etmedi. birbirimizi anlamaya çalıştık. ‘birikim’in en önemli kıymetinin bu olduğunu düşünürüm ben. birikim, bizarihi bir düşünme ve tartışma platformu olmasıyla, bunu bir değer bilmesiyle önemlidir. günah keçisi yapıp taş atanların da işine yarar.
?'cereyanlar' beş yılda yazıldı ve yaklaşık 900 küsur sayfa... sence ne kadar sürede okunur?
- baştan sonra insanın zevkine, vaktine ve de arzusuna bağlı… azmedip üç-dört günde de okunabilir ama bir zaman bir bölümü zaman zaman da bir başka bölümü okunabilir. ya da sadece bir alt bölüme bakılabilecek şekilde okunabilir. her şeye müsait bir kitap, aceleye gerek yok.
profilinde @aylakkadin yazan bir arkadaşın attığı şöyle bir tweet gördüm, çok hoşuma gitti. "karatani'nin ve tanıl bora'nın son kitaplarını alıp kovuklarımıza çekilelim, bittiklerinde kışa da geçmiş olur:)" özetle kışı bu iki kitapla geçirmeyi düşünenler var.
- çok komikmiş. güzel yazmışlar.
naçizane görüşüm, bence bu kitap tanıl bora’nın başyapıtı olmuş.
- sen dahil bütün arkadaş çevrem bu çalışmada bana çok moral destek verdiler. uzun süredir uğraştığım bu alanda ortaya derli toplu bir şey koymak istedim. aslında gönlüm daha derinleşmiş, daha detaya eğilen çalışmalar yapmak istiyor. özellikle entelektüel biyografi çalışmak istiyorum. türkiye’de akıl-fikir-siyaset hayatında yer etmiş şahsiyetlerle ilgili bir şeyler yapmak istiyorum. umarım bir fırsat yaratıp adım atabilirim. durmak yok...
bizde aydının payına (solcu ya da sağcı) sanki hep acı, hüzün, biraz ertelenmiş hayatlar, hatta ölümle sonlanan hikâyeler düşmüş (tabii ki bu tabloda tarihsel açıdan solcuların yüzdesinin çok daha yüksek olduğunu belirtmem gerekiyor). günümüzde de durum farklı değil, aydın aynı dertlerle mustarip... kuşkusuz tarihin her döneminde her coğrafyada bu dertler var ama bizimkisi sanki biraz daha başka, ‘elin aydını’ belli ölçülerde rahata eriyor. bizimki bir kader mi diye sorayım?
- bu, çok önemli bir nokta... türkiye’de düşünceye saygı ve sevgi, yok. ikincisini vurgulayayım: sevgi de yok. düşünceyi araçsallaştıran, entelektüelleri “lüzumsuz bunlar” diye gören bir bakış. geçen gün derste bu konuyu tartışırken bir öğrenci arkadaş şunu hatırlattı: bir yandan düşünsel etkinliğin saygınlığı yok diyoruz ama bir yandan da düşünen, yazan insanlar üzerinde muazzam bir baskı var. doğru... yine o öğrenci arkadaşımın verdiği örnekle, mesela abd’de chomsky en keskin şeyleri söyleyen bir aydın. ama ona dokunmuyorlar. acaba bunlar iktidarın oturmuşluğundan, sistemin kendine güveninden mi? biraz böyle... özgüvenli ve sağlam bir iktidar, yazıp çizen muhalifinden neden korksun ki... türkiye’de iktidarlar güvensizler ve korkuyorlar. düşünceye modernleşme sürecinin başından beri çok araçsal bakılmasının da bununla ilgisi var. “ne işe yarar, bununla ne yapabiliriz?” sadece ve dolaysızca bir alet, bir cihaz olarak görülüyor düşünce. iktidarlar, gözüne ilişen aleti kendi alet çantasında bulundurmak istiyor; açıkta alet kalmasın istiyor, yanlış işlerde kullanılır, başkasının eline geçer... bu araçsallaştırma, hem düşüncenin derinleşememesine hem de sürekli baskı görmesine yol açıyor.
‘erkekler buna da mı el koyuyor!’
kitabına ilişkin altını çizmek istediğin bir şey var mı?
feminizm bölümüyle ilgili özel bir memnuniyetim ve iddiam var. çünkü feminizmin bir siyasi düşünce akımı olarak hâlâ hakkının tam verilmediği kanısındayım. zevkle yazdığım ve iyi toparladığımı umduğum bir bölüm oldu. tabii şimdi bunun da “erkekler buna da mı el koyuyor?” diye anlaşılmasından korkarım! (zaten ‘erkek feminizmi’, osmanlı’da feminizmin çıkışından beri bir mesele!) eleştirilerle düzelmeyi de umarım.
her şeye rağmen
yakınlarda yazdığın ‘her şeye rağmen’ başlıklı yazı birçokları için umut verici oldu. yazıyı kaleme alırkenki psikolojin neydi?
- metin olma ihtiyacıydı. kaygı doluyum fakat karşılıklı kaygıyı çoğaltmamızın bir hayrı olduğunu düşünmüyorum. gamsız bir iyimserliğin manası yok, zaten imkânı da yok, fakat karamsarlığı çoğaltmaya enerji yatırmanın çok yanlış olduğunu düşünüyorum. gücümüz neye yetiyorsa, neyi becerebiliyorsak, onu yapmaya çalışmamız gerekir. sebat etmemiz gerekir.
renoir’a hayran ama…
kitapta çok ilginç detaylar ve kişilikler var. örneğin ‘milli ruh’u kaybetmemek için hayranı olduğu renoir’ın resimlerini bakmayı reddeden ressam nazmi ziya gibi bir karakter. ki atatürk'ün portrelerini de çizmiş. mesela bu farklı karaktere nasıl ulaştın?
- yanlış hatırlamıyorsam onla ilgili yapılmış biyografi çalışması vardı, orada rastladığımı sanıyorum. beşir ayvazoğlu'nun bir çalışması olabilir. zaten olabildiğince böyle küçük ayrıntı, anektod devşirmeye çalıştım. bilinmeyenleri de ortaya çıkarmaya çabaladım. işi ortak sevdamız futbolu getireyim, sadece ‘kemik 11’i değil, kadrodaki diğer isimleri de düşünerek geniş bir takım yapısı oluşturayım dedim. elimden geldiğince, mümkün olduğunca kadri bilinmemiş düşünürleri ya da belki bir parlaklığı olmayabilir ama inatla yazmış çizmiş insanları kapsamaya çalıştım. -
adamı severim. değerli midir? evet! önemli midir? evet!
ama:
bu denli geniş bir konunun ele alınması ustalık falan tanımaz adamı yerle bir eder. 119. sayfadayım batıcılık yeni bitti ve şu ana kadar hissettiğim rahatsızlıkları bahsedeyim dedim. ideoloji tarihinden bahsetmen soyutlukları söylemeni; diğer bir deyişle maddeden hiç bahsetmemeyi gerektirmez. koskoca batıcılık şu şunu dedi bu bunu dedi diye geçmiş. jeopolitik durumdan çok az bahsederken iktisadi hiç değinilmemiş. there is no spoon demişsin adeta ama o ideolojileri yaratan öyle olmalarını sağlayan çok kepçe vardı.
batılılaşma cidden ironik olmuş. çünkü yazar bu fikriyattaki tüm insanların takıntılarından ezikliklerinden bahsederken kendisini de kabak gibi ele vermiş. hele avrupa birliği'nden bahsedilen yerde sanki ab'ye karşı tüm yargılar kendinden mevcutmuş gibi ab boş bir levha gibi davranılmış. yukarılarda bir arkadaş objektif olmuş demiş. ulan sırf o bölümden dişinde kalan maydanoz görülür adamın.
son olarak 117 sayfa boyunca şu an ölmüş ve cevap hakkı olmayan insanlar hakkındaki üslubu hiç hoş gelmedi bana. başlangıçta saydığım there is no spoon tavrı sebebiyle çalıştığı dönemle hiç empati kuramadığını bu sebeple de döneme dair insanları fazla küçümsediğini her sayfada hissettim. bu yönüyle nesnel bir eser olmak yerine son 2018 solunu da anlattı bana sağolsun.
son olarak yararlı bir eser midir? evet! kafa açar mı? evet! eksik midir? evet -
kesinlikle alınması gereken bir kitap. bugün gittiğim kitapçıda gözüme çarptı. şöyle bir içindekilere baktım da, türkiye'deki tüm siyasi ideolojilere dair güzel alt başlıklara rastladım. aklıma tarık zafer tunaya hocanın türkiye'de siyasal partiler adlı eseri geldi. 55 tl fiyatı vardı. pazarlıkla 45 tl'ye aldım. alana ilgili iseniz, bu kitabı kesinlikle kaçırmayın.
-
cereyanlar’ı, yine iletişim yayınları’ndan çıkan 9 ciltlik modern türkiye’de siyasi düşünce kitap dizisinin bir özeti olarak düşünebiliriz.
-
e-kitap versiyonu alınır, okunur benim için, her ne kadar iştah kabartsa da, 900 küsür sayfalık bir kitabı elimde zor okurum ben.
-
belli ki çok önemli bir referans kitabı olacak hepimiz için, fakat keşke iki cilt halinde falan basılsaydı yahu. şimdi herkes tanıl hoca'nın magnum opusu gelmiş diye heyecanlı ama bunu okuması ciddi dert olur, benden söylemesi. üç kilo gelir o kitap.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap