• hatırlıyorum da ilk dedemin siyahla gri arasındaki pardesüsüne saklanmıştım. beni hiç kimsecikler bulamamıştı... ve hiç çıkmamak orada öylece kalmak istemiştim de pıt diye bulmuşlardı. akşamına babam çok pis, nefret edercesine, ağzımı burnumu kanatıncaya kadar dövmüştü beni. kıvrılıp kalmıştım bi köşede. kandan tırsıyorum ben. renginden. kırmızısından. onu hatırlatacak her şeyden ölesiye kaçıyorum ki... öylesine korkuyorum ki mesela bazen, kırmızı ışık görünce bile kaçasım geliyor. dayanamıyorum ve gariptir dört nala kaçıyorum bilmediğim sokak aralarına. nefessiz kalacak gibi, boğulacak gibi oluyorum. veya kimi zaman kümese, kimi zaman odunluğa, bazense hiç kimsenin bilmediği evimizin az ilerisindeki, rumların bırakıp gittikleri virane evlere saklanıyorum. eskimiş, güvelerin yiyip delik deşik ettiği ahşap zemine uzanıyorum, bakıyorum öylesine. boş boş...

    günler böyle geçerken, asmalımescit sokağında yürürken bi gün koskocaman eski bi buzdolabı gördüm. kapağını açtım, içinde hiçbir şey yoktu. bomboş. içine girip kapağını çektim üzerime. mumyalanmış gibiydim. göz kapaklarımı araladığımda da küçücük bir delikten gökyüzü görünüyordu. buzdolabının kimin olduğunu, ne zaman aldıklarını ilk içine ne konulduğunu düşündüm. şu an kıçımın altındaki sebzelikte bir zamanlar neler vardı kim bilir, eskiyip atılmış bi buzdolaptan daha mutsuz kim olabilir ki şu dünyada? her gün gördüğün, kapağını açtığın devamlı karıştırdığın buzdolabını nasıl atabilir ki insan... neyse. yumurta konulan dörtlü plastiği alıp gözüme taktım. gözlük yaptım kendime ondan. göz bebeklerim büyüyordu. belki, taksitle almışlardı bu buzdolabını. belki ilk gördüklerinde fena çarpılmıştı kadın, nişanlısı düğün öncesi onu mutlu etmek adına, maaşını çökertecek olmasına rağmen bu buzdolabını gözüne kestirmişti de almışlardı. evlenmişlerdi ve iki üç çocukları olmuş, o arada yaşlanmaya başlamışlar, buzdolabı da miadını doldurmaya başlamıştı... sebzeliğinden su şıprdatmaya, plastik beyaz fitilleri tutmayınca ya da homur homur ses çıkarmaya başlayınca değiştirmek istemişlerdi. gözlüğümü düzelttim, o ara gökyüzünden kar taneleri büyük büyük düşmeye başladı ve beynimin içinde, edip akbayram'ın karlar düşer, düşer düşer ağlarım hep ismini, hep ismini anarım, çalıyordu... suus dedim, sesini çıkarma. azalt sesini, kıs, daha da kıs, daha da! bulamasınlar beni. bi müddet sonra sustu. edip dedim, saçların çok komik. güldü. iyi de ben akrep nalan'ım dedi. o ara nasıl olduysa şıp diye kayboldu... gözlerimi ovuşturdum. dizlerimi karnıma çekmiş, başımı da ellerimin arasına almıştım, çırılçıplaktım ve üşüyordum... neden sonra içim de üşüdü. kocaman ellerim üşüdü. bi zaman sonra yürüyen insan sesleri işittim. at arabası sesleri. çamurlu ayak sesleri. kirli teneke sesleri. ve ortalığa sinsice işleyen pas kokusu... durdular. beni görmemişlerdi, şunu götürüp okutalım dediler, amma da ağırmış dediler. güldüm. hatta ağzımı bile kapadım. buzdolabıyla beraber beni daha pas ve daha kir kokan bir yere götürdüler. 50 liraya anlaştıklarını duydum. sonra biri, kirli sakallı, yüzü ihtiyarlıktan pörsümüş, mezar kaçkını biri buzluğu açtı; kafamı görünce hemen kapadı kapağı. ileri geri gitti, az sonra tekrar açtı. yüzü gerçekten de yaşlılıktan büzüşmüştü. ben ondan korktum, gariptir o da benden. kar tanelerine baktığım, o küçük delikten hızlı hızlı üstüme bir şeyler dökmeye başladılar, yapmayın demek istedim ama olmadı. döktüler de döktüler. o kadar çok döktüler ki ağzım burnum, yüzüm gözüm, elim ayağım... her yerime yapışkan, zift gibi şeylerle doldu, asfalt tadı gibiydi. nefes alamadım. simsiyahtı. karanlık sesler duyuyordum.

    ......
  • kimi geceler yatığımda dönüp dururken bir zaman makinem veya ışınlanma aracım olduğunu hayal ediyordum. o muhteşem zamanlara dönmeyi veya başka başka yerlere gitmeyi yeğliyordum. hayatın sıkıcılığı ve alabildiğine monotonluğu tüm şiddetiyle devam ediyordu. yine işe geç kalıyor, müdürle papaz olma raddesine geliyordum, her an kıçıma tekme yiyebilir, işsiz güçsüz kalabilirdim. o günlerde yine aynı sokaklardan geçiyor, yine aynı saatte aynı sokağın başında aynı kediler aynı hareketlerle benzer çöpleri karıştırıp kafalarını çevirip bana bakıyordu.
    değişen bir şey yoktu yani... tabii bu esnada ben yine bir şeyler karalamaya çalışıyor, her zamanki gibi bu yazdıklarımı yarım yamalak bırakıyordum. üşengeç, tembel ve uykucu birisiydim. başarısız bir yazar olarak addedebilirdim kendimi. eyleme geçme noktasında sıkıntılarım varmış. bir arkadaşımın dediğine göre "bu minvalde atraksiyonun eksik azizim atraksiyonun" demişti. ne demek istediğini pek anlamadım ama güzel laflar söylediği için "he valla... olabilir bak, doğru bak, aynı beni tarif ettin" filan diyip onu gözlerimi belerte belerte dinlemiştim. fakat yine bildiğimi yaptım. yaptığımı bildim. sonunda bi baktım ne göreyim, ne bilebildiğim ne de yapabildiğim bir şey varmış. zaten insan bildiğini falan yapmalı. bilmediğinle ne işin olabilir ki? ne de olsa bilinmezlik nemrut suratlı bir aşüfte gibidir.

    işte kafayı kökten yediğim, keçileri iyice bayıra saldığım bir bahar akşam üzeri önce bir siren sesi duydum, iki tane böyle ızbandut gibi adam beni tutup itiş kakış arasında ambulansın arkasına tıktılar. peşinden "ulan ne deliler var be!" diyerek kafama gözüme vurmaya başladılar. "ananızı sikiyim sizin! ananızı!" dedim. bir daha giriştiler. onlar giriştikçe ben daha fazla küfür ediyordum. birinin kulağını ısırdım birine kafa attım sonra daha hayvan irisi olan "al ulan pezevenk al!" diyerek iğneyi koluma sapladı "ahh ananızı!" dememle o ara kendimden nasıl geçtiysem gözlerimi tımarhanede açtım.

    tabir yerindeyse tamı tamına tımaranelik olmuştum ve kaldığım odada üzerimdeki beyaz önlüğümden başka hiçbir şey yoktu. ama bir şeyi unutmuşlardı, dilimin altındaki toplu iğneyi es geçmişlerdi. buna içten içe çok sevinmiştim. hatta ardından yarım saate yakın bi toplu iğneye bi duvara bakıp ardı ardına kahkaha atmaya başlamıştım. küçüklüğümden beri toplu iğneyi ağzımdan hiç eksik etmem ben. ağzımda gezdirmediğim zaman rahatsız olurum. huy işte. her neyse, evvelsi gün yanıma gençten bir doktorla onunla aynı yaşlarda makyajdan yüzünün benzi atmış bir hemşire geldi. birkaç soru sordular bana, yakınım filan var mıymış, annem babam neredeymiş, kaç kardeşmişiz, ne zaman doğmuşum, hangi işleri yapmışmışım filan gibi. nüfus memuru misali beni soru yağmuruna tutmuşlardı. ulan sorsana niye delirdin, götü başı nasıl dağıttın da bu hale geldin, ne oldu sana böylesine diye. ben de, hz. isa kardeşim doktorcuğum, annem de sizlere ömür tanırsınız rahmetli meryem, valla artık babamı da siz bulursunuz, dedim. doktor önce yanındaki kıvırtık hemşireye tebessümlü bi bakış attı ardından "bu akıllı delirdenmiş ehehe, bak şuna ya... bak bi de!" dedi. şirinliğini seveyim ben senin doktor. öyle soru sorarsan böyle cevap alırsın. küfrü basmaya başlayınca bunlar da arkalarına bile bakmadan vınladı.

    o günden beri yanıma ne gelen var ne giden... kaldığım tımarhane odasının saat 9 yönündeki duvarına toplu iğneyle kazıdığım bu yazıları hangi deli okur acaba, kim okur, ne düşünür, necidir diye öylesine merak ediyorum ki. veya acaba o niye delirdi de buraya geldi? bir ara da neden ve niçin, nerede, ne zaman kafayı kökten üşüttüğümü yazmayı planlıyorum. bu duvara bu kadarlık yeter. ayakkabı sesleri duvarları yalayıp kulağıma gelmeye başladı şimdi, iki kişiler sanırım. sessiz olmam gerek, çok sessiz. yakalanmamam gerek. sessizlik.

    ....
  • odadan içeri girip penceremin önüne konmuş kelebeğe sesleniş:
    - naber la?

    akabinde göze çarpan minik sevimsiz örümceğe serzeniş:
    - sana demedim salak.

    inkar moduyla kapanış:
    - deli değilim ben! değilim! bırakın beni!
  • vay anasını yıllardır kimse delirmiyormuş... haaa pirim yapmıyor demek ki delirmek, çünkü pirim çok önemli birşey.. aaaaa yoksa niye delirmesinler ki.. ya da delirmiyorlarsa da niye delirmesinler, yani madem delirmiyorlar o zaman delirebilirlerdi... kim ulan onlar.. siz kimsiniz ulan! susamıyor musunuz mesela.. su bile mi içmiyorsunuz.. hadi içtiniz hiç mi merak etmiyorsunuz bu suyun suyu nerden geliyıor bu değirmenin buğdayını kim toplamış niye toplamış nası toplamış kaça toplamış.... haaa kaç derken .. kaç insan boku bokuna ihmalden yitiverip gitmiş, yitiverirken kaçının yittiğine kaç kişi ahlamış vahlamış kaç kişi oooooooooh çok da iyi oldu çok da güzel oldu tamam mı demiş.. tüm bunlar olup biterken devlet susamış mı? devletin suyu varmış da içmemiş mi içirmemiş mi.. yoooo aaaaaslaa delirmeyeceğim çünkü neden çünkü devlet vatan sağolsun! olsun yani olabilir.. olmaya da bilir.. çünkü zaten olmuş bitmiş yanmış kül olmuş.. kaç elma düşüyodu ya.. 3 falan galiba.. ama hatayda su yokmuş mesela.. yok yok 3 elma düşsün... biri sana biri bana öbürünün düştüğü yerde gül biter zaten... su yokmuş su.. devlet baba.. su anne.. su diyorum yokmuş... elma.. su.. elma.. su... elma
  • - güzel elbiseleri giyip kuşanacağım
    senin önünden geçip sana bakmayacağım
    beni kırdığın gibi kalbini kıracağım
    beni dinlemedin ya seni duymayacağım..

    yürüüüüüüüü ancaaa gidersiiin!!
  • - hey corç versene borç.
    - olmaz maykıl bende de yok.
  • - bazi zamanlari katlayarak tavan arasina kaldirmistim tabi ondan cokunce tavan bende hemen pembe tavsanin altina kaciyorum tam tavsan kenara atladi bende tutmadim ne tutucam kenara atlayan pembe bi tavsani belki de zaten hic orda olmayabilir ki hem zaten tahtalarda canimi "acima di kiiiii", neyse sonra krikoyu yidim karnim doyunca bi gegirdim araba oldum, dut duuuut diye yine tam gidiyorum, yahu bu evin yollari ne kadar da genismis, cikabilmek bilinmedi, bas gaza bas, eee bu sehrinde butun yollari taksimemi cikiyor, sarimsakla calisiyo bu araba beyim bedava degil, bara arabayla girilmiyomus, damsiz bile giriliyor ama arabaysan giremezmissin!!! bak bak bak.. e icerde motor dolu¿ neyse kizdim tabi bende, o zaman dedim ki ben de acik hava sinemasina gideyim, meydana gittim, polis geldi buraya park edemessiniz dedi, dedim beyefendi koskoca hatunu gormuyo muyusuz? aa dedi pardon.. sasirmis tabi, sonra bende bi sasirdim aaa insanmisim, o zaman bara gidebilirim!!! gittim bara, bi takim insanlar bi takim yerlerini sallayarak sesler cikariyolar, bazilarida ellerine bi takim ahsap metal aletler almislar abilere pipilerini gosteriyolardi, gunumuzde buyuyen cocuklar pipilerini gosterirken utanmiyolar olsa gerek demek ki.. sonra kokulardan egsosum tikandi... haydaaaaa yine mi araba? duttt duuuttt bastim ciktim.. nedense nerden ciksam bu butun yollar eve geliyo.. geldik mi?
  • olum... bak... hayat gailesini hic takmayan biz varya, hani bazimizin zaten oyle bi derdi yok, bazimiz var da dert etmiyor (halimiz itlerde keyfimiz beylerde diyorgiller) bak... sirf bu yuzden bu zekamizdan yararlanan ibne ezbercilerin elinde bi dunya donuyor ve biz, lan.. simdi cok agir kufur edip yine vazgecip yazamayacagim. bi de cocugumuz varya bizim. cok daha sinirli ayni zamanda mutlu olarak hic bu dunyayi kafaya takmadan ogluma baska bi dunya yaratmamda mumkun olmadigindan acayip sizofren diyoglara girip cikarken elektirik faturasi kac para gelmis bakmadan edemedigimden virgulsuz kafa karisikligini nokta edit etmeden paylastigimda cumlenin burasinda artik kacirmis olan arkadaslarimin alismisliginda olmak istiyorum.
  • - yo yaniliyorsun antuan, sör kabriyonetle aramizda olanlar sandığın gibi degil, daha çok sandalye gibi... ama sen yinede sand alip ye me.. midene oturur... biliyor musun antuan, senden sonra bu daglara çiçek eken olmadı, çi çeken de olmadi.. ama bunlarin hicbiri senin umurunda degil degil mi antuan.. zira umur unda ne yapsin, 3 beyazi birakti... tabi antuan... an'ina tuuuuuuuu diye tukurdugum an di hayatim en dogru karari, yagmursinegi...
hesabın var mı? giriş yap