• (bkz: octavio paz)
  • octavio paz 'ın bir eseri.
    bunlar da eserden bulup çıkarttıklarım;

    "..çocuk, çözümleyemediği her gerçeği göğüslemek, onunla başa çıkmak zorundadır.önce, gözyaşlarıyla ya da susarak tepkisini gösterir. onu yaşama bağlayan ilişki aslında kopmustur, çocuk bu kopukluğu duygu ve oyunla kapatmaya çalışır.bu kişinin ölüm sözleriyle sona erecek olan diyaloğun başlangıcıdır.

    gizem ve büyü ile çocuk, dünyayı kendine benzer biçimde yeniden yaratır ve böylece yalnızlık sorununu çözümler.

    ergenlik adını verdiğimiz delikanlılık dönemi, çocukluk dünyasından kopanların büyükler dünyasının eşiğinde mola verip soluk aldığı aşamadır.

    yaşamdaki tekliğimiz - ki kendi benliklerimizden oluşan, bizi beslerken tüketen, belli bir dönemde yaşamımızdan doğar - gercekten giderilemez, ortadan kaldırılamaz; olsa olsa şiddeti azaltılabilir.

    zaman denilen şey dün, bugün ve yarına, saat, dakika ve saniyelere bölününce, insanoğlunun zamanla kurdugu evrensel birlik sona erdi; insan gerçeğin akıp gidişinden koptu, onun dışında kaldı.

    dünyanın merkezinden kovulduk. ormanlarla çöllerde, labirentin yeraltı dehlizlerinde işte o merkezi aramaya koyulduk.

    insan, bütün zamanların tek olduğu o sonrasızlıktan kovulup dünyaya sürgün edildiği zaman, takvimin (başı sonu, ölçüsü, hesabı belli olan zamanın) ve saatin kölesi oldu.

    aşkı mutluluk için değil, olsa olsa, karşıtlıkların duyumsanmayacagı, yaşamın ölümle, zamanın sonrasızlıkla bir ve birlik olabilecegi o gizemli an için isteriz.

    aşk eyleminde, yaratma ile yıkma birleşir.

    çağdaş dünyamızda aşk, ulaşılması hemen hemen olanakdışı gözüken yaşantılardan biridir.

    kadın, karşıtı ve bütünleyici olan "öteki" varlık için, yani erkek için yaratılmıştır.

    varlığımızın bir parçası onunla birleşmek istese de, ötekisi kadını iter, ondan kaçar.

    kadın, bazen degerli bazen korkulan, ama bize her zaman başka gözüken nesnedir.

    kadını, kendi çıkarlarının, güçsüzlüğünün, kaygı ve sevgisinin istediği yönde çarpıtan erkek, giderek kadını araç durumuna getirir; anlayışlı, sevecen, doyurucu ve yaşatıcı, ama ne de olsa bir araç.

    «kadın, bir sevgili, tanrıça, ana, cadı ya da derin bir düşünce olabilir ama hiçbir zaman kendisi olamaz.» simone de beauvoir'.. aşk ilişkilerimiz de , bu yüzden, daha en baştan çarpıtılmış, kökten yukarı doğru yozlaştırılmış olur.

    kadınla aramızda yanıltıcı hayal vardır. toplumca yaratıp kadına zorla benimsettiğimiz bu hayal, kadın imgesidir. kadın da, o imgeyi benimser, ona sarınıp bürünür, onunla varolur.

    dokunmak için her uzandıgımızda, o, yumuşak, ama köle varlıkla karşılaşırız. kadın da sanki aynı duygu içindedir. kendini - bir varlık olarak değil de- başka bir varlıgın uzantısı (nesnesi) yani -öteki- gibi algılar; kendi kendisinin efendisi olamaz! onun varlığı, gerçekte oldugu ile olmayı düşlediği varlık arasında ikiye bölünmüştür. ailesi, toplumsal sınıfı, dostları, dini ve sevgilisi el ele verip kadına o imgesel kişiliğini benimsetmeye çalışır. o da gercek dişiliğini hiçbir zaman ortaya koyamaz.çünkü erkeklerin onun için uygun gördüğü davranış kalıplarının dışına çıkamaz.

    aşk «doğal» değil, insan yapısı bir şey ve onların en yücesidir. doğada olmadıgı halde bizim buldugumuz, hemen hergün yeniden yaratıp sonra da yok ettiğimiz birşey!

    aşk seçimdir..

    aşk varolmak istiyorsa dünyamızdaki yasakları çiğnemek zorundadır.

    kadın, erkek toplumunun kadınlar için yarattığı imge kafesinde tutukludur.

    aşk, kadını değiştirir, hem de nasıl! eğer sevebilecek kadar yürekliyse kadın, dünyanın kadınları tutuklamak için yaptığı kafesi kırar, çıkar ortaya.

    erkek de seçim özgürlüğünden yoksundur. erkek, dişiliğin ne anlama geldiğini önce anasında ve kızkardeşlerinde görür; sonra aşkı, toplumsal yasaklarla özdeşlemeye başlar. aşk duygumuz, ensest çekimiyle ensest korkusu arasında bocalar durur.

    suçluluk duygusu, istegin hem kırbacı hem de frenidir.

    en derin (aşk) duygularımızı, toplum çevremizin uygun bulduğu kadın imgesine uydurmaya çalışırız.

    özgürce seçemediğimiz için, çevremizin bize -uygun- gördüğü kadınlardan birini seçeriz.

    evlilik sakınmak için toplumca gerilen koruyucu sonucu olarak, bir yandan aşk yasadışı suç olarak hüküm giyerken, fahişelik ya açıkça kutsanır ya da görmezlikten gelinerek yaşatılmaktadır.. fahişe, aşkın bir kurbanı, karikatürü, dünyamızı aşağılayan güçlerin simgesidir.

    kişisel kaygılarının aracı gibi gördüğü için kadınları baştan çıkarmaktan kendini alamayan çapkın erkek, ortaçağ şövalyesi kadar çağdışı kişidir.

    ..oysa, artık kurtarılacak kızlar olmadıgı gibi baştan cıkarılacak kadın da kalmamıştır.

    herkesin eşini özgürce seçebildiği toplumda bugünkü boşanma - tıpkı fahişelik, hafifmeşreplik ve zina gibi - çağdışı olay sayılacaktır.

    patlamaya, trajediye hazır, hatta bazen intihara benzeyen biçimde açılıp teslim olmamız bazı şeylerin bizi baskı ve korku altında tuttugunun kanıtıdır.."
  • orijinal adı " el laberinto de la soledad " olan kitabın türkiye de birinci baskısı 1978 yılında cem yayınevi tarafından yapılmış.. bir zamanlar sabah gazetesinin verdiği 25 kitaptan oluşan " nobel ödülü almış yazarların kitapları " serisinde de yer alan eserin çevirisini ise bozkurt güvenç yapmış.. kitap dokuz bölümden oluşuyor..
    1. paçuko ve ötekiler
    2. meksikalının maskeleri
    3. ölmüşler günü
    4. malinçe*'nin oğulları
    5. meksika'nın fethi ve sömürgeleşmesi
    6. bağımsızlıktan devrime
    7. meksikalı aydınlar
    8. yaşadığımız günler
    9. yalnızlığın diyalektiği
    bölüm başlıklarından da anlaşılabileceği gibi kitap çoğunlukla meksika, meksika tarihi, meksikalılar ve yaşamlarından bahsediyor.. meksika üzerine bir inceleme / analiz diyebiliriz.. bu ülkeye özel olarak bir ilgi duymayanların okurken sıkılabileceği bir kitap olsa da, yalnızlık hakkında çarpıcı fikirler de edinilebiliyor octavio paz'dan..
  • lisede sınıf birincisi olan arkadaşıma müdüriyet tarafından hediye edilen kitap. ayrıca hızlı davranıp, bu arkadaştan bin beş yüz türk lirasına satın aldığım kitap. önsözünde çeviren meksika halkı ile türkler arasındaki benzerliklere dikkati çekiyordu. *

    "avrupa'da, bir konser alanında hakiki bir topluluk yoktur, iki-üç kişilik ufak topluluklar vardır, oysa meksika'da bir konserde ya da futbol maçında insanlar kişiliklerini bırakarak kitle olarak ortak bir kişilik kazanabilirler. " bu önermeye kanıt olarak gösterilebilir.
  • isp: yalnızlık labirenti.
  • “çağdaş ölümün, kendini aşan ya da öteki değerlere ilişkin bir anlamı kalmamıştır artık. ölüm, doğal bir sürecin kaçınılmaz sonucundan başka bir şey değildir. olgular dünyasındaki sayısız olaylardan yalnızca biri. ama ölüm, tüm kavramlarımıza ve yaşamımızın anlamına öylesine aykırı bir olaydır ki, ilerleme ve gelişme felsefesi, (ozan scheler’in “nereden nereye” diye sorup soruşturduğu “ilerleme inancı”) bir büyücünün elindeki parayı yok etmesi gibi ölüm olayını sanki ortadan kaldırdığını sanıyor. çağdaş dünyadaki her şey ölüm sanki yokmuş gibi işler. kimse ona önem vermez: ölüm her yerde bastırılır. siyasi demeçlerde, reklamlardaki, ahlâk ve törenlerimize ilgili yayınlarda; hastaneler, eczaneler ve spor kulüplerince bize sunulan indirimli sağlık ve mutluluk programlarında ölümün adı bile anılmaz. oysa, neye el atsak orada ölümü buluruz. ve de bir aşama olmaktan vazgeçen ölüm, kendisine sunulan hiçbir şeyle doymayan kocaman ve obur bir kursak olarak çıkar karşımıza. sağlık, toplum sağlığı ve doğum denetimi, harika ilaçlar ve yapay besinler yüzyılı, polis devletlerinin ve toplama kamplarının, hiroşima’nın ve polis (öldürme) yetkilerinin de yüzyılı oldu. kimse ölümü, kendi ölümünü düşünmüyor (rilke’nin çağrısına uyan yok); çünkü kimse, kendine özgü bir hayat yaşamıyor artık. topluca yaşanılan bir hayatın meyvesi de topluca boğazlanma oluyor.”
  • bozkurt güvenç in çevirisini yaptığı kitap. güvenç'e göre yalnızlık dolambacı çağdaş bir destandır.
  • "biz, öncesiz ve sonrasız yalnızlar"
  • özellikle son bölümü olan yalnızlığın diyalektiği kısmında aşk'a, toplumdaki evliliğe,erkek kadın ilişkilerine dair güzel çözümlemeler içeren kitap. bu bölümün çoğu cümlesi durup üzerine düşünülmeyi hakediyor.

    diğer bölümler ise meksika tarihine ışık tutuyor. meksika tarihine merakınız varsa alıp okuyabilirsiniz.

    kitaptan çıkardığım bazı sözler,

    biz, öncesiz ve sonrasız yalnızlar

    bizi öldüren ölüm bizim değil, tıpkı yaşadığımız hayatın bizim olmayışı gibi.

    ölüm kendisine aldırmayanlardan yada aldırmadığını söyleyenlerden başlayarak hepimizi silip süpürecektir.

    hayat sorar kendine değer mi acaba hayat onu sürdürmek için döktüğüm kan-tere?

    toplumsal yapı toplumun dayandığı temel ilkelerle birlikte ele alınmamışsa siyasal düzeydeki yenileşme çabalarının başarıya ulaşması olasalığı pek yüsek olamıyor.

    en umut kırıcı yanı, çağdaş bunalımın beşiği olan avrupa'da sosyalist devrim hareketinin hiç görülmemiş olması gerçeğidir.

    yaşamak, gizemli bir gelecekte varacağımız yere gitmek için geçmişte bulunduğumuz yerden yola koyulmak demektir.

    yalnız başımıza doğar yalnız başımıza ölürüz. doğum eğer ölüm yolculuğunun başlangıcıysa neden ölüm de doğum olmasın?

    kadın bazen değerli bazen korkulan ama bize her zaman başka gözüken nesnedir.

    aşk seçimdir.

    aşk var olmak istiyorsa dünyadaki yasakları çiğnemek zorundadır.
hesabın var mı? giriş yap