• - yaaaa ben korkmam anne, sen git okuluna, yürürüm ben burdan
    - oooğlum tahta köprüyü geçelim beraber, ondan sonrasını kendin git
    - tamam

    çok itiraz etmeyen bir çocuk. sus deyince susar, alışverişte ağlamaz, top oynarken terlemez. tahta köprü'den sonra da kendisiyle gelen annesine sinir olur ama ses etmez.

    - hocaanım nasılsınız? bizim oğlanı siz götürebilirseniz eğer, ben de dersime geç kalmayım.
    - tabi tabi ne demek. siz işinize bakın. gel bakalım sultan. çocuklar şşş siz iki sıra! kalkın bakayım ayağa. hmmm tamam. ramazan sen bir arka sıraya geç. mahmut sen de yan sıraya. gel sultan ismail'in yanına otur.

    yeşil gözlü, kumral saçlı, kafası; saçları yüzünden mi bilinmez ama normalden biraz uzun, köpek dişlerinin biri de gereğinden fazla çıkık bir ismail'in yanına oturdum. önlüğünün yakası herkesinkinden daha düzgün, cebindeki mendili en güzel üçe katlanmış ismail'in. ilkokul üçüncü sınıf talebesi bir ismail için fazla sessiz ve sanki kıracakmış gibi iki parmağının arasında tuttuğu kalemin gerisinde önündeki kapalı kitaba bakarak kıpırdanan gözleri ve fısır fısır bir şeyler söyleyen ağzıyla fazla uslu.

    - adın ne senin?
    - sultan
    - soyadın?
    - dördüncüvites
    - yıah yıah yıah çok komik. şş maaamuut! dördüncüvites la bunun soyadı.

    herkes gülüyor, ben babama kızıyorum. yine soyadı mevzusu. anırır gibi garip bir gülüşü var ve ben ismail'den nefret ediyorum. bu perdesiz sınıftaki pembe arı maya resimli silgilerin, beslenme çantalarındaki yeni soğumaya başlayan haşlanmış yumurtaların kokusundan da.

    okul dönüşü ilk başta elele tutuşturdular bizi, akıllıca gidelim diye evimize. neden bunun elini tutuyorum, neden beraber gidiyoruz, kendi başıma neden akıllı değilim? hemen bıraktık ellerimizi. yeni taşındığımız apartmanın kapısından girerken, ismail'i karşı apartmanın bahçesinde gördüm. anırır gibi gülen yeni komşu ismail.

    ...

    başlangıcı samimiyetten uzak, ama kalan ilkokul hayatı el ele olmasa da hep yanyana geçen bir arkadaşlık. bütün sorulara doğru cevap veren, en yüksek notları alan, okul çıkışı tahta köprü'den trenleri seyreden, cumhuriyet pastanesi'nden ekler yiyen, akşama kadar cebeci'nin yokuşlu sokaklarında bisiklet süren, biri babasının zoruyla namaz kılarken öbürü akvaryum balıkları üzerinde deney yaparak dışarı çıkılmasını bekleyen iki çocuğun arkadaşlığı.

    - sen kılmaz mısın sultan evladım namaz? bak orda var ismail'in başka seccadesi
    - yok amca ben evden çıkmadan kıldım zaten.
    - aferin yavrum, aferin.

    ödüm patlıyor cehenneme gideceğim diye ama kılmayı bilmediğim namazı kılar gibi yapmak daha zor. çünkü ismail ışık hızıyla iniyor secdeye. rükular havada uçuşuyor bir an önce bisiklete binme hevesiyle.

    ismail'in gülmeleri artık anırmaktan çok ağız dolusu samimi kahkahalar şeklinde geliyor kulağıma. onun gibi ağzımı aça aça, kafamı kaldıra kaldıra, omuzlarımı sallayarak gülmeye çalışıyorum. zaten çok gülüyoruz ismail'le.

    okullar değişince beraber geçirilen zamanlar da azalıyor ama komşuluk ilişkisi kurtarıyor kahkahaları. yaş büyüyor, ismail'in zeka seviyesi arttıkça artıyor, başka bir şehre gidiyor okumaya. gereğinden fazla çıkık köpek dişlerini tedavi edecek ileride.

    - ismail bişiy söyliycem. didem ölmüş
    - bizim didem mi? ne zaman, nasıl?
    - siz taşındıktan sonra. mankenlik yapıyodu bu, amerika'ya gitmiş gelmiş. aşık mı olmuş ne? bi şişe viski içmiş, bileklerini kesmiş. sonra da camdan atlamış. bahçe demirlerinin üstüne düşmüş.
    - köprü'nün yanındaki demirlere mi?
    - hı hı
    - (bir damla gözyaşı) sultan! niye böyle yapmış o? çok iyiydi didem. sana şarkı söylerdi hatırlıyo musun?
    - (bir damla gözyaşı) hatırlıyorum ismail, hatırlıyorum...
    - ...
    - şşş bira içek mi lan?
    - ne birası ya ben içmem. sen de içme çok günah.

    ...

    - yaaaa ne korkacam anne, evdeyim işte idare ediyom ben. nası gidiyo sizin tatil?
    - oğlum boşver tatili bişey söyliycem. ismail ölmüş.
    - hangi ismail, bizim ismail?
    - ay oğlummm, çok severdiniz birbirinizi. ah yavrum. trafik kazası. neyse ben kapatayım bekleyenler var. sen de üzülme tamam mı?
    - tamam.

    ...

    ne vardı lan içseydin birayı? gitseydik, ben bi sürü yer öğrenmiştim yeni. dağıtsaydın benim gibi. o yaşında bile hala cebine koyduğun mendillerin düzgünlüğünü sikeyim ismail. bu ormanda düzgün ağaç yok oğlum! o pastel boyayla çizdiğimiz iki dağın arasından sakince köyün içine akan ırmak yok. ağzını doldura doldura gülüp ağzına sıçmayan adam yok.

    niye içmedin lan o birayı? bok mu var siktirip gidiyosun niye ayrılıyosun yanımdan? çok mu meraklıydın lan elin pis ağzının çürüklerini doldurmaya. senin içmediğin biraların tortularını temizlemek çok mu ilgini çekiyodu. niye kaydırıyosun lan orospu çocuğu fransızların bu milletin adamını kazıklamak için sattığı o boktan ucuz arabayı. bisikleti bile kaydıramazdın sen. iddia etme rekor benimdi.

    ...

    ismail, facebook diye bir şey var, senden çok sonra çıktı. insanlar ilkokul arkadaşlarını buluyor...

    didem'i de al gel lan! millet bisiklete binmeyi, şarkı söylemeyi bilmiyor.
  • 11 sene önce üniversitede tanıştık.

    önce miray dedi. aşkım dedi. anlattı, dinledim. saygı duydum, helal olsun aşkına da ilişkine de dedim. "tabi abi" dedi. hayatımın anlamı o dedi.

    sonra arabam dedi, saxo... anlattı, dinledim. saygı duydum, helal olsun aşkına da sürüşüne de dedim. "tabi abi" dedi. hayatta en iyi yaptığım şey araba kullanmak dedi.

    gittikçe yapıştık birbirimize.

    bir gün poker oynarken miray geldi. elim ayağım birbirine dolandı, artık nasıl anlattıysa adam. t-shirt'ümü iliklemeye çalıştım. "yenge" kavramı miray'la hayat buldu bende.

    bir gün okuldan çıkarken nerede oturduğumu sordu. yolunun üstündeydi. "bırakayım" dedi. bindim arabasına. "ilk kez mi biniyorsun arabama" dedi, "kemerini tak istersen". elim ayağım birbirine dolandı, artık nasıl kullandıysa adam.

    arabadan inerken aklıma geldi, "miray mı, araba mı" dedim.

    - daha beni yeni tanıyorsun, bu soruya cevap verirsem beni yanlış anlarsın.

    odasını gördüğümde aldım cevabımı. hangisinin daha çok fotoğrafı var seçemedim.

    sonrasında çok yakınlaştık. bir gece bende kalırken miray'la telefonda konuşuyordu. telefonu bana uzattı, "seni istiyor". üzerime çeki düzen verdim telefonu aldım.

    - alo, tolga bak ben tayfun'un hayatında 1. sırayı arabasıyla paylaşmaya alıştım, ama senin de bu listenin tepesine oynadığını görüyorum. ayağını denk al.

    11 sene önce. böyle başladık biz. arkadaş, dost, kardeş olduk.

    çok şey yaşadık, arabasını sattı omzumda ağladı. motor aldı beraber ıslattık. beraber kep attık. beraber yedik, beraber içtik.

    ama hep tartıştık. hiç anlaşamazdık. ilgi alanlarımız farklı, dünya görüşlerimiz farklı, ortak tek yanımız beşiktaştı.

    okulda bizi karıştırırlardı. bana tayfun, ona tolga derlerdi. ismimiz akıllarına gelmiyorsa "senin diğerin" derlerdi.

    kavga etmedik sanırım hiç. konuşmadığımız dönem olmadı hiç. itişe itişe 11 sene...

    mezun olduk, çalışmaya başladık.

    askere gitti, o geldi ben gittim.

    o hep miray'laydı, benim ise onlara eşlik edecek "kalite"de hiç ilişkim olmadı.

    bir gün dedi ki. "miray'ı istemeye gidiyoruz, sen de geleceksin"

    - oğlum benim ne işim var orada ailenle git kızı al gel, sonra çıkar ıslatırız.
    + geleceksin, orda yanımda olacaksın.
    - peki.

    gittik miray'ı istemeye. miray'ın ailesiyle tanıştım. ablasıyla, hande'yle tanıştım.

    tayfun miray'la evlendi 2009 yılının sonbaharında.

    bense miray'ın ablası hande'yle evlendim 2010 yazında.

    11 sene önce. böyle başladık biz. arkadaş, dost, kardeş olduk. sonunda bacanak da olduk.

    biz kardeştik, miray'ın ablasıyla evlenmem doğaldı. ama o hep "olm ne yavşaksın lan baldızıma sarktın" derdi. :)

    2011 nisanında eşimin hamile olduğunu öğrendik.

    - vay arkadaş, çocuk için çalışıyorsunuz bizim niye haberimiz yok. hani birlikte büyüyeceklerdi. çok yavşaksın tolga.

    1 ay sonra miray da hamileydi. istediği gibi oldu.

    2011 aralık'ta oğlum kartal doğdu.

    2012 ocak'ta kızı hayal doğdu

    her şey güzel gidiyordu.

    19 temmuz 2013 akşamı miray aradı beni. kaza yapmıştı tayfun motorla. bakırköy'deydi. eşimle beraber yola çıktık. aradım tayfun'u açmadı. yanında yoldan geçen bir yardımsever vardı, onunla konuştum, iyi dedi, bacağı kötü, omzu kırık dedi. eşim "inşallah hemen taburcu olur" derken ben "yatsın yavşak burnu sürtsün" dedim. bir şekilde telefonla ulaştım oraya. telefonu ona verirlerken "kim o" dedi.

    - benim lan tolga.
    + siktir git ya. karımı getir bana.
    - tamam oğlum geliyoruz, 10 dakkaya orda oluruz. bekle biraz. nasılsın? ne durumdasın?
    + iyi değilim tolga. iyi değilim. kapatıyorum.

    kapattı.

    hastaneye vardığımızda ameliyata alınmıştı. iç kanama başlamış.

    önce miray geldi. sonra, kayınpeder, dayılar, halalar, anneler, babalar, dostlar, sevenler. bekledik. dua ettik.

    olmadı dedi doktor. olmadı gerçekten. yetişemedik. görüşemedik.

    11 sene önce başladık.

    çok şey paylaştık.

    önce ben mezun oldum, sonra o.

    önce o askere gitti, sonra ben.

    önce o evlendi, sonra ben.

    önce ben baba oldum, sonra o.

    önce o...

    çok acele ettin be bacanak. gözün arkada kalmasın. huzur içinde yat. bizi bekle. ama.. ama bunun hesabını soracağımı da unutma...

    ne yavşaksın bacanak...
  • ankarada kredi yurtlar kurumuna bağlı bir erkek öğrenci yurdunda tanışmıssınızdır. ikinizde akdeniz insanı olduğunuzdan hafiften hemşo muhabbetiyle başlayan tanışıklığınız aynı fakülteye gitmenizle arkadaşlığa, öğrencinin vazgeçilmezi yoklukla mücadeleniz ile dostluğa,kardeşliğe dönmüştür. aynı eve çıkma fikrine bile "oğlum illaki kavga ederiz boşver ağzımızın tadı bozulmasın yakın mekanlardan ev tutarız her gün görüşürüz" sözüyle karşı çıkmış ve dostluğunuzu tehlikeye atmamışsınızdır.

    bir gece gelir, sigara paketini size verir sigarayı bıraktım der, ertesi gün geri alır sabahın köründe. beraber yurttan kaçarsınız, ilk aşkları paylaşırsınız, ilk aşkların şerefine kadeh kaldırırsınız. cebinizde para olmadığı için belediyenin iftar çadırı kuyruklarına beraber girersiniz, siyaseti beraber düşünür, haylazlığı beraber yapar,okulu beraber uzatırsınız. onun ailesi sizin aile gibi öğretmendir. ikinizde güneylisinizdir,ikinizde esmersinizdir. hatta ikinizin de en büyük aşkı aynıdır, aşk dediysek beşiktaşk.

    okulu uzatırsınız beraberce. ama hayat meşgaleler sizi uzaklaştırır artık her gün değilde haftada bir sonralarda ayda bir görüşürsünüz. ama aklınıza adı geldiğinde bile yüzünüz gülümser. en son görüşmemizde bana "oğlum okulu bitirdim, aralıkta askere gidecem, peder artık kzımaz oldu bana aramız düzeldi, askerden sonra senin fabrikada iş ayarla bana, bende o zaman kadar bir santralde çalışayım bizim burada biraz tecrübe olur sigara paramız çıkar, ha birde bana para gönder lan" demiştir. zaten aranızda hiç para sıkıntı olmamıştır ki. o gelir cüzdanınızı ister, içindeki paranın istediği kadarını alır, gerisinide "al lan yeter sana bu" diyerek gider. tabiki sizde aynı şekilde ona yaklaşabilirsiniz. dostluk bu parasızlıktan bir bardak çayı ortaya koyup,bir sen bir de o içmişinizdir, bir sigarayı yarım yarım ikiniz döndürmüşünüzdür, paranın lafı mı olur allah aşkına.

    aldatıldığını öğrendiğinde yanında ben vardım. o anki donuşunu hala hatırlarım. kıza dönüp "sen orospu bile değilsin, o en azından yokluktan yapıyor zevkle yapmıyor seninki yosmalık,kahpelik" demiştir. sonra size dönüp gel ulan kafayı çekek diyebilmiştir. sizin için kavgaya girmiştir. "ulan bu adamı yalnız başına dövebileceğinizimi sanıyorsunuz" demiştir. ne güzel dayak yemiştik lan beraber şimdi hatırladımda. hayatımın anlamı dediğiniz kız sizi aşağılayarak reddettiği zaman ilk aklınıza kardeşiniz gelmiştir mesela. neyse bizim kara oğlana anlatırım, dertleşiriz, en fazla bir yetmişliğe bakar demişssinizdir.

    ondan uzakta olan bir şehirde bir aydır aramadığınızı,ihmal ettiğinizi hatırlarsınız kardeşinizi. günlerden pazardır gene bok var gibi sabahın köründe uyanmışsınızdır. bir gece önce fink'in attığı muhteşem golle feneri 3-0 haşamat etmişssinizdir. hem bilirsiniz ki kara bir adama merhaba demek için beşiktaşın beyaz gününden daha güzel bir gün bulamayacağınızı.

    "nasıl koyduk fenere" muhabbeti yapıp hatrını sormak, geyik yapmak için ararsınız saat 10 gibi. telefonu kapalıdır. "uyuyor yavşak" dersiniz. o zaten sizin gibi değildir. belkide aranızdaki en büyük fark sizin uykuyu hiç sevmezken, onun uykusuz yapamamasıdır. neyse dersiniz facebook sayfasına nasıl koyduk muhabbeti yapayım. sayfasına bir girersiniz, karşınızda bir yazı "abim keşke ölmeseydin, sen benim gördüğüm en iyi insandın, ruhun şadolsun". şoku atlatınca gece oluşan bir arızaya giderken trafik kazası sonucu can kardeşinizin öldüğünü öğrenirsiniz. o gün akşama kadar hüngür hüngür bağıra bağıra ağlamak istersiniz. mezarına gidemezsiniz kendinizi tutmayacağınızı bilirsiniz. aradan 4 sene geçer mezarlığın kapısına kadar gidersiniz. ama içeriye giremezsiniz. yakışmaz çünkü ona ölüm, kaldırmaz sizinde kalbiniz. keşke bitmeseydi lan okulun dersiniz, keşke o boktan hoca seni bıraksaydı, keşke baban hala sana kızsaydı ama sen ölmeseydin dersiniz. ayrıcada eklersiniz. "27 yaşında ölünür mü oğlum?"

    böyle birşeydir işte en yakın arkadaşın ölmesi. en yakın arkadaşın ölmesi ileride oğlunuz olursa isim telaşına düşmemenizdir.
    edit:imla
  • şakadır. bir gün uyandım, telefonumda sayısız cevapsız çağrı var. aradım dediler ki semih öldü, dedim şaka. evlerine gittim. kapı önünde babası karşıladı. dedi semih öldü, dedim şaka. gittim uzaklaştım. bir markete girdim, su aldım. bugün hiç sela verildi mi diye sordum. evet verildi, genç bir çocukmuş galiba dedi, dedim şaka. tabutunu gördüm, dedim şaka. mezarına yatırdılar, dedim şaka. gece oldu uyudum. rüyamda gördüm gerçekten şakaymış. insanın en yakın arkadaşı ölmez.
  • bir babanin titreyen sesinde yillar once gelen haberdi. bir yurek yangininin kelimelere dokulus cabasi. 15 yasinda o, 16 yasinda ben. siyah uzun saclarinin arasinda o kara gozlerin kapandigini anlatma, bende de anlama cabasi.
    -abi siz sinem'le sevgili misiniz? sorusuna verdigim cevabin yok olusu.
    -bizim ki sevgi otesi...
    o ev her zaman gittigim neseli ev neredeydi? ilk gordugumde kucuk kardese hamile annesi simdi bana bakmakta zorlaniyordu. peki bana haberi vermeye calisan baba neredeydi? "bak oglum bu sigara iyi bi sey degil, icmeyin" diyen metin baba simdi bana sigara uzatiyordu. o gece bitmedi hic. gozyasi bitti ama o gece bitmedi. yillar gecti hala bitmedi.
    sabah o eve isik girmedi. cenaze arabasi geldi. hakkimi helal edip etmedigi mi soruyorlar. benim hakkimdi o. hakki alinandik. o olmasi gereken yerde degildi. tabutun basinda degil onun basinda olmaliydi duvagi. ben hakkimi tanrim'a gonderdim. saka gibi geciyordu saatler. olmeden saatler once konusmustuk. 13 subat 1997:
    -sinem yarin da 14 subat ne yapcaz
    -adamim ayrildin hatundan bana kaldin
    -e sen de heriften ayrildin
    -yarin kafamiza gore takilalim be omer cok ihtiyacim var...
    yarin oldu ben geldim ama sen yoksun. haberi geldi. cenaze araban geldi. tabutta duvagin geldi.
    belki de gidisini ilk kez orda farkettim. tabuttan cikartilip toprakla bulustugun an. benle olman gereken saatte topraklasin. ben topragi kiskandim. ustune ilk topragi atmaktan dolayi ne hissetmem gerektigini bilemedim. mezar tasini gordugum andi belkide hayatimin en igrenc ani.
    yillar geciyor. beni izliyorsun biliyorum. ben seni hala cok ozluyorum.
  • bundan seneler evvel, dünya üzerinde sahip olduğum tek dostu mezara koyduğum gün, şimdi kim olduğunu hatırlamadığım biri gelip sırtımı sıvazlamış ve "dayanmaya çalış, göreceksin her gün bir öncekinden daha kolay olacak" demişti.
    o gün, en yakın arkadaşımı kaybetmiş olmanın o yakan, kavuran,mahveden acısının dışında herhangi bir insani duygu hissedebileceğimi düşünemezdim. ancak o cümleyi duyunca hissettim işte.. öfkelendim.. deli gibi öfkelendim hem de.. nasıl olur da bana "yarın daha kolay olacak" der diye...

    yarın daha kolay olmasını istemediğimden de değil tabii. elbette istiyordum daha kolay olmasını... onyedi yaşımın toyluğunda sırtıma yüklenen kocaman acıyla nasıl başa çıkacağımı bilemiyordum ki. elbette istiyordum canımın acısının hafiflemesini...
    oysa zannediyordum ki, alışınca onu unutmuş olacağım.alışınca daha az seviyor olacağım. alışınca gidişine yanmıyor olacağım...

    ancak çok sonradan anladım; ne olursa olsun, başıma ne gelirse gelsin, ne kadar değişirsem değişeyim; hiç bir kudretin, o gün korktuğum gibi, o'nu unutmamı sağlayamayacağını..

    geçen zaman öyle hoyratça siliveriyor ki insanın hafızasındakileri...
    yüzünü eskisi kadar net hatırlamıyor olmak, onu görmek için resimlere ihtiyaç duyuyor olmak ateş gibi yakıyor adamı.. hele sesler.. sesler hepten gidiyor..nasıl gülerdi, nasıl konuşurdu, adımı nasıl söylerdi... insan bunları anımsayamadı mı hepten kahroluyor...
    ama ne gelir ki elden? keşke bi yolu olsa da durdurabilsem anılarımı yitirişimi.. onu anılarımda hep canlı tutabilmemin bir yolu olmasını istemez miydim? mümkün olsa da ömrümden seneler versem uğruna..
    ama olmuyor işte.. su yolunu buluyor.. yazılanlar yaşanıyor...ve insan inandığı kadere küfreder hale geliyor..

    elden tek gelen, o'nu zamanın dokunamadığı tek yere; kalbe saklamak oluyor..
  • hayatta kalandır gerçekten ölen.
  • çok eskilere dayanıyor dostluğumuz. aynı kıza aşık olduğumuz da oldu, beraber aç kaldığımız da. kavga da ettik, dayak da yedik beraber. çok şey yaşadık.

    12 yaşında zengin olduk mesela. mahalledeki çocuklara niyet çektiriyor ve hediyeler veriyorduk. ödül listesinde tetris, futbol topu, bisiklet ve kumandalı araba vardı ama kağıtlardan misket, taso ve futbolcu kartından başka bir şey çıkmıyordu. çok günaha girdik ve büyük kazandık.

    15 yaşında evden kaçtık örneğin. akdeniz akşamlarını çalabiliyoruz ya, kendimizi rockstar zannettik amk. sivilceli ergen cesareti işte. istiklal caddesinde müzik yaptık, bankta yattık, aç kaldık haftalarca. sonra da evlere döndük kuyruğumuzu kıstırıp.

    16 yaşında bisiklet çetesi, 19 yaşında motor kulübü kurduk. her ikisinin de üye sayısı sadece ikiydi. saatte 70 km hız yapamayan dandik motorların üstünde; bizden havalısı yoktu.

    sonra büyüdük. o her sene motorunu değiştirdi, ben her gece hovardalık yaptım. o aşık olduğu kadınla evlendi, ben aynı şiiri 7 farklı kadına ''bunu sana yazdım'' diyerek gönderdim. o namaza başladı, ben inançsız oldum. o baba oldu, benden bir bok olmadı.

    çok şey yaşadık dedim ya; bir çok şeyi de yaşayamadık aslında. birlikte hiç sarhoş olmadık örneğin, ya da beraber hiç çapkınlık yapamadık.
    ona göre içki haram, zina ise en büyük günahtı.

    beni cennete açılan kapının anahtarı olarak görüyordu. üzerimden sevap kasıyordu rahmetli. ah beni bir müslüman yapabilse; peygambere komşu olurdu.

    sürekli okur, araştırır, öğrenir ve gelip bana yetiştirirdi. onun sayesinde namazın faziletleri, kuran'ın mucizeleri, hadislerin hikmeti konusunda tekirdağ müftüsü kadar donanımlı oldum belki de. beni ikna etmeyi bir türlü başaramadı ama hiç bir zaman da pes etmedi.

    bir gün mutlaka beni ikna edeceğinden emindi. bir gün mutlaka bir cuma namazında beraber saf tutacaktık, bunu er ya da geç başaracaktı.

    başardı da..

    haberi alıp hastaneye koştuğumda; çoktan peygambere komşu olmuştu bile. ağlamadım, çünkü o böyle isterdi.

    ama kızdım, çok kızdım. üye sayısı 1 kişiye düşen bisiklet çetemizi ve en yakışıklı üyesini kaybeden motor kulübümüzü düşündüm. tamam saatte 220 km hız yapmıyorduk belki ama mutluyduk lan. oğlum hiç olmazsa hayattaydın amk, ellerimle kapattığım gözlerin en azından gülüyordu.

    başardın dostum. düşünebiliyor musun ben niyet edip, abdest aldım lan. namaz kıldım oğlum. kazandın amk.
    ama bana yalan söyledin aga. yan yana saf tutacaktık hani? ben önümdeki amcadan kopya çekip; o ne yaparsa taklit edecektim, sen de bununla dalga geçecektin ya, noldu? önümde amca falan yok amk, tabutuna bakıyorum. ellerimi nereye koyacağımı bile bilmiyorum, bu hiç komik değil. görüyorsan kahkalarla gülüyorsundur di mi şimdi?

    sana bir sır daha veriyim mi?
    - mezarının başında da fatiha okudum. sen kazandın..
  • zaman hoyrat bir şey..
    insanın hafızasındakileri silip götürdüğü yetmiyormuş gibi , acısını da hafifletiyor.
    hiç bir kayıp , ilk anki tazeliği gibi yakmıyor adamın canını. zaten bu da bir lütuf herhalde ; çünkü sevdiklerimizin kaybını ömür boyu ilk anki kavurucu acısıyla yaşasak , dayanamaz deliririz.

    ama bazen , çok alakasız yerlerde , çok alakasız şeyler, öyle tuhaf hatıraları tetikliyor ki..
    oje kokusu gibi, yağmurda yürürken saçlarımın ıslanması gibi , annemin domatesli pilavı gibi , dinlemeyi çok sevdiği piyano sesi gibi, yeni tanıştığım ve samimileşmekte olduğum biriyle karşılıklı sohbet edip gülmek gibi.
    işte öyle anlarda zaman duruyor sanki. sadece o an , o hissettiğim şey , genişliyor da genişliyor.. yutuyor beni.
    unuttuğumu sandığım tüm şeyler üzerime yığılıyor.. eskisi kadar kolay hatırlamadığım yüzü, bir parmak şıklatması hızıyla karşımda bitiveriyor. ve işte öyle anlarda, ben iliklerime kadar canımın acıdığını hissediyorum... aslında acımın zerre kadar hafiflemediğini , sadece daha derinlere itildiğini hissediyorum.

    river flows in you çalıyor fonda.. keşke o da duyabilseydi diyerek, dinliyor ve ağlıyorum.
    tek bir şarkı , üç beş piyano notası ve 3.09 dakika.
    milyonlarca "keşke" ile kuşatılmış bir biçimde , dinliyor ve benim sözlere döküp anlatmayı beceremediğim bir şeyi , bir piyanonun nasıl olup da bu kadar iyi anlatabildiğini merak ediyorum.
    dinleyebilseydin , sen de severdin eminim. ama bu da göremeyeceğin şeylerden biri işte.
    ama merak etme güzel kuzum , ben senin yerine de dinliyorum.. boğaz'a iki kere baktığım gibi , köprünün altından geçerken iki dilek tuttuğum gibi , çikolatalı şeylerin yarısını hep senin için yediğim gibi..

    aşama aşama yaşanan , alıştım sanılan ama hiç alışılmayan , sürekli düşülen dipsiz bir kuyu bu acı.. ömür boyu yakamda taşıyacağım bir rozet , gölgesinde yürüyeceğim bir bulut , sırtımda taşıyacağım bir kambur...
    olmayaydı , daha iyiydi ama... ömrümün 15 senesini onunla geçirdim ya , ben olduğu yere gidene kadar , mecbur o hatıralar yetecek bana.
  • kime kızacağını bilememe, milyonlarca hatıranın aynı anda üşüşmesi, şok, üzüntü, kabulleniş, yeniden isyan. en yakın arkadaş dediysek doğum günümde ölmek zorunda değildin yahu...."bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme"
hesabın var mı? giriş yap