120 entry daha
  • başka bir kadınla kaçan eski karısı jill (meryl streep) tarafından şöylesine tanımlanan isaac davis 'in (woodey allen), modern hayata yer yer satirik göndermeler de bulunduğu filmcağız: "he was given to fits of rage, jewish, liberal paranoia male chauvinism, self-righteous misanthropy and nihilistic moods of despair. he had complaints about life, but never solutions. he longed to be an artist, but balked at the necessary sacrifices. ln his most private moments,he spoke of his fear of death which he elevated to tragic heights when, in fact, it was mere narcissism." yani türkçesiyle; "liberal yahudi paranoyası, şovenist erkek, bencil mizantrop, nihilistlik ruh halleri, hayattan hep şikayet eder ama hiç çözüm bulamaz, her zaman sanatçı olmak ister fakat gerekli fedakarlıkları göstermez, bu gibi ilkel anlarında ölüm korkusunu dile getirir, ama trajik şekilde abartır ve bu sadece narsisizm'dir."

    kentli nevrotik bay w. allen 'in can sıkmayan, yoğun diyaloglar ve monologlar içinde insanı öldürmeyen filmlerinden biri bu, en azından benim için öyle. ayrıca satır aralarındaki modern yaşantının yozlaşmasına yönelik sert göndermeleri de hesaba katarsam, bu film postmodernizme yönelmekte olan kimi eleştirilerin, haklı serzenişlerin de bir örneği olduğundan ayrıyeten ilgime mazhar olmuştur. adam filme kentten girmiş, şöyle bir tanıtarak, üstünden geçerek, ve yozlaşmanın üstünden geçerek; "chapter one. he adored new york city, although to him it was a metaphor for the decay of contemporary culture. how hard it was to exist in a society desensitised by drugs, loud music, television, crime, garbage..."

    ve onca önemli olan cesarettir. "talent is luck. the important thing in life is courage." ve bay w. allen cesaretini kanımca daha filmin başlarında gösteriyor; aslında film boyunca, finali hariç, 17 yaşındaki sevgilisi tracy (mariel hemingway) üzerinden bu kültürsüzlüğe eleştiri getirirken, biraz da kendi özel yaşamındaki bu yöndeki tercihlerini de savunuyor gibi. ve ironik bir şekilde, üzerinde sık sık duruyor ki; isaac bir geri kafalıdır, ikinci dünya savaşı görmüştür belki o yıllarda 8 yaşındaydı ama görmüştür, 70 'lerin hoppalığının simgesi tracy ile bir arada olması, yatakta iyi sevişebilmesi, gönül ilişkisi içinde bulunma çabasından öte kendisine bağlanmasını istememesi, aradaki yaş farkını sorun edip kızın londra' da eğitimini tamamlamasını istemesi aslında hep çelişkisidir. tıpkı eski karısının, yukarıda yaptığım alıntıda söylediği gibi; durumdan şikayetçidir ama çözümü yoktur, aslında çözümü var gibi duruyor ama bu onun şifası değildir.
    aldatılmış ve terkedilmiştir bu yüzden 17 yaşındaki kızın hayatında bir kavşak evet sadece bir kavşak olmak istemektedir, ("i'm 42 and she's 17. i'm... i'm older than her father.can you believe that? i'm dating a girl wherein i can beat up her father. that's the first time that ever occurred in my life." veya başka yerde: "oh, really. really. somewhere nabokov is smiling, if you know what i mean." (bkz: lolita)) 70'ler biterken o belli sınırlarının ötesine geçememiştir, doğru'nun ne olduğu konusunda da kafası karışıktır. çevresinde olup bitenler hızlıdır, takip edilmesi hatta ayak uydurulması gereksiz ve imkansızdır.
    kanımca woody 'nin özel hayatındaki genç kızlara olan ilgisi, filmde satirik göndermelerini biraz da kendisini bol bol eleştiren kritikçilere ironik bir şekilde doğrultmasına sebep oluyor. 17 yaşındaki hatununkiyle kendi çağı arasındaki kültür farklı yanlızca yenisinin hoppalaşmasıyla alakalı da değildir, mesele küçük kızın yetişmesi ve vardığı karakteristik yapı da değildir, isaac 'in uyum sorununu mary wilkie (diane keaton) ile olan ilk tanışmadaki entelektüel çatışmada da görüyoruz. mary o kadar rahat bir şekilde yerlebir ediyor ki kabülleri hatta trajik şekilde isaac 'in tv'ye yazdıklarını da yıkıyor; "you write that fabulous television show. it's so funny and his view is so scandinavian. it's bleak, my god. i mean, all that kierkegaard, right? real adolescent, fashionable pessimism.i mean, the silence. god's silence. ok, ok, ok. i mean, i loved it when i was at radcliffe, but, all right, you outgrow it. it is the dignifying of one's psychological and sexual hang-ups by attaching them to these grandiose, philosophical issues?" yani; 'görkemli felsefi konulara sığınıp kişinin psikolojik ve cinsel zayıflıklarını abartarak anlatıyorsun, işte hepsi bu, zamanı geçti bunun!' , sonunda entelektüel saçmalıklardan hoşlanmayan isaac kendini tutamıyor, ve özellikle de bergman hayranı olduğundan ( "bergman? bergman's the only genius in cinema today, i think." ) hatunun bergman 'ı da beğenmemesine içerleyip konuşmayı noktalıyor. hatta onunla arasındaki çağ farkı o kadar nettir ki; isaac satirik makalelere karşı kaba kuvveti savunurken, marry bu görüşte değildir.

    aslında tanıştığı bu ikinci kadın da yozlaşmış bir çağın mağdurudur, ("my husband, well, my ex-husband, had an affair when we were married. at least one that i know of. and i never mentioned anything because i felt that i was deficient in some way. that i was bad in bed, not bright enough,or physically unattractive. but in the end he was just a louse.")her ne kadar galaksi müzesinde ilginç bir şekilde yakınlaşmışlarsa da, ve daha sonradan isaac 'e göre; özgüveni kafka 'nın bir derece altında olmuş olan marry ( "your self-esteem is like a notch below kafka's." ) yatakta iyi olmadığından, oldukça sıradan bir kişiliğe sahip olduğundan hatta biraz da sıkıcı entelektüellerden olduğundan kocası tarafından aldatılmış bir kadındır, o da bu çağın mağdurudur, her ne kadar daha sonra birlikte olan isaac ile mary 'nin karşısına çıka çıka eski koca diye kısa boylu, kel ve tipsiz biri çıkmışsa da, marry'e sevişmeyi öğreten o'dur, belki de yine isaac 'i harcamayı öğreten.

    harcama diyorum çünkü isaac 'in evli arkadaşı yale (michael murphy) ile marry arasında bir yasak aşk vardır. öyle ki bu yasak aşk, isaac 'in zaten olumsuz baktığı 17 yaşındaki tracy ile olan ilişkisini bitirmesine sebep olmasına rağmen, bir başına çağa karşı ve çevresindekilere karşı tek başına kalan yine isaac olur, harcanmıştır. aslında çağ marry 'i de harcamaktadır; zira onun sorunu 'erkeklik organını hem çekici hem de itici bulmasıdır.' ("my problem is i'm both attracted and repelled by the male organ.")

    günümüzün türkiye 'sine getirilebiecek medya eleştirisini 70 'lerin sonunda bay allen, bu filmiyle haykırmakta; "this is an audience raised on tv. their standards have been lowered over the years. they watch their sets and the gamma rays eat the white cells of their brains out." özellikle tv 'ye şovlar hazırlayan isaac artık bu işi de bırakınca hayatında kısıtlamalara gider, hatta başka bir kadınla kaçan eski eşinden olma çocuğuyla daha ucuza vakit harcamalıdır.
    filmin bir yerinde, oğluyla eğlenmekte olan isaac 'in üzerindeki tişörtte şöyle yazmaktadır;
    "divorced fathers and sons all stars"

    beyni abartılmış bulan ve vücuda beyin dışında başka bir yerden girişi değerli bulan bay isaac 'in aynı zamanda aşkı da tanımlayamaması, hiç kimsenin de tanımlayamayacağını belirtmesi aslında onun trajedisidir, bunu da bizzat marry tarafından terkedildiği zaman anlamaktadır zaten; hatta itiraf etmektedir; "i don't get angry. i tend to internalise. i can't express anger. that's one of the problems i have. i grow a tumour instead." öfkesini gösteremez, içinde bir ur gibi büyütür, tıpkı yönetmenin kendisi gibi, bu urlar filmleştirilir, eser olarak insanlara döner, biz de alacağımızı alırız, tıpkı woodey allen 'in vereceğini verdiği gibi.

    filmle ilgili elyazmam:
    http://www.imagehell.com/…hp/i127768_manhattanq.jpg
279 entry daha
hesabın var mı? giriş yap