10 entry daha
  • unto the soul* romanını iki günde okuyup bitirdim. yazarın dilinin oldukça akıcı olmasından ve hikayeyi anlatış biçiminden mütevellit okurken hiç sıkılmadım.

    kitabın epey kasvetli bir havası var. bir dağ zirvesinde yahudi mezarlığına gözcülük yapmak için tek başlarına yaşayan iki kardeşin iletişimsizliği, vicdan azabı ve ilerleyen sayfalarda birbirlerine yabancılaşmaları güzel işlenmiş. sonunu kitabın ortalarında tahmin edebiliyorsunuz ama zaten insanda şok etkisi yaratma amacı taşıyan bir kitap değil bu. andrey zvyagintsev ya da nuri bilge ceylan filmlerindeki gibi ağır ama abartısız bir karamsarlığı var.

    --- spoiler ---

    gad’ı hikayenin başından beri hiç sevemedim. kendisine verilen göreve ve görevin kutsal olduğuna dair inancına sıkı sıkıya sarılmış, sinik bir karakter. sürekli tekrarladığı biz sözden bahsediyordu kardeşi bir yerde, “bu bizim vazifemiz” diyordu galiba. kendini tamamen görevine kaptırmış ama tuhaf bir şekilde öyle inançla da dolup taşmıyor. mezarlıkta geçirdiği ikinci yıldan sonra ibadet etmeyi bile bıraktığı yazıyor. o yüzden bu görev aşkı bana daha çok düzenini değiştirmekten kaçınmak için bir bahane gibi geldi.*

    amalia’ya gad’ın aksine daha çok ısındım, küçüklüğünde annesi tarafından psikolojik/fiziksel şiddet görmüş, içine kapanmış bir kadın. taraflardan birisi böyle olunca sağlıklı bir iletişim de imkansız hale geliyor doğal olarak. zaten kitapta en çok ön plana çıkan tema bu: iletişimsizlik. söylenmek isteyip söylenmeyen cümleler, kelimelerin kayboluşları, sessizlikler… ne amalia gad'a söylemek istediklerini söyleyebiliyor ne de gad amalia'ya.

    --- spoiler ---

    “insanlar ikiyüzlü. kirden arınmadan ibadet edenin duaları kabul olmaz. […] etten kemikten yapılmışları kandırırsın da yukarıdakini kandıramazsın.”
hesabın var mı? giriş yap