9 entry daha
  • bugünkü "bilim"i yaratan şey. insanlığın bir bölümünün* ileri gitmiş olması diğerinin* ise "nısbi" olarak geri kalması sosyal bilimlerde ilgimi çeken az şeyden biri. aklımdakileri ve araştırdıklarımı bir resimde toparlayacağım. bu doğu-batı meselesi çok indirgemeci ve batı merkezli oluyor ama yapmam gerekecek burada, neticede makale yazmıyorum. normalde iyi bir tarihçinin kıyısına bile gelmemesi gereken bir şey. neyse. ben genelde ekonomi ile ilişkilendirdim bu ilerleme farkını fakat bunun bir de düşünsel ayağı ve öncesinde de bir hazırlık olmalı. genelde ekonomi üzerinden analiz ettiğim için düşünsel boyuttaki değişimleri es geçtiğimi gördüm. din-bilim ilişkisi üzerinden bir okuma yapmak istemesem de ortaya çıkacak resmin nasıl ekonomi ve siyaset ile ilişkili kısımları olacaksa din ile ilişkili kısımları olması da kaçınılmaz olacaktır.
    kabaca 1500-1700 arasına göz atmamız gerekiyor. böyle bir değişime sebep olabilecek dört şey;
    1)antikiteye ilginin artması.
    yüzlerce grek ve romen metnin çevrilerek latinlere okutulmaya başlanması aslında birinci basamak oluyor. amerika'yı yeniden keşfeder gibi antikitenin, "latin batı" tarafından tekrardan canlandırılması ve taklit edilmeye başlanması ve daha sonra ortaya orijinal eserler koymak için temel oluşturuyor. floransa'da platoncu okulun kurulması ve aristo'nun mantık dışındaki diğer alanlardaki** eserlerinin de çevrilerek okutulmaya başlanması da yeni şeylerden haberdar ediyor "latin batı"yı. mimaride vitruvius, frontinus gibi isimlerin incelenmesi ve italya'da mimarinin ve mimariye olan ilginin gelişimi. yani en kısa haliyle, "latin batı"nın yıllar öncesinin yabancı dildeki ders kitaplarının çevirisini yapıp yeni bir şey okur gibi okuması ve vizyonunu genişletmesi.
    2) matbaanın yaygın* hale gelmesi.
    avrupa'daki okuryazarlık artışı, üniversitelerin büyümesi kitaplara olan talebi artırıyor. bir kitaptan bir yerde bir tane olması veya o kitabın belli merkezlerde, manastırlarda falan olması insanları kesmiyor artık. bu kitapların daha fazla üretilmesi lazım ki talep karşılansın. talep var ortada ve talep de arzı artırıyor "direkt" doğurmuyor olsa bile. matbaa ucuz değil* ve el yazmaları da aslında basılmış kitaplarla aynı anda var olmaya devam ediyor fakat matbaa endüstrisinde bir yükseliş söz konusu. orijin olarak almanya menşeli olsa da matbaa, merkez üssü italya'ya sıçrama yapıyor. italyanlar (bkz: aldus manutius) kitapları daha "sade", "okunaklı" fontlarla ve daha ekonomik olarak *basıyorlar. "italik" yazı ile ünleniyorlar*yani bir markaya* dönüşüyorlar diyebiliriz. bu kadar çoğalan şey ne olur? tabi ki fiyatı ucuzlar ve daha ulaşılabilir olur. öyle de oluyor ve on yıllar içerisinde avrupa kitapla dolup taşıyor. sonradan matbaada illüstrasyonlar yapmayı da beceren matbaacılar sayesinde zamanla dergiler, gazeteler, bilgiyi* her yere saçan ve iletişimi artıran her şey basılıyor kıtada. ekonomik tarafı da var sonuçta kimse bilgiyi yaymak salt amacıyla basmıyor bu kadar kitabı. bir sektöre dönüştüğünü söyleyebiliriz. insanlığa faydalı bir sektör. her zaman da öyle bilim kitabı basmıyorlar. öyle kafamızda bilim seferberliği gibi bir şey canlandırmamıza gerek yok ama merak uyandırıcı ve trivia da dahil olmak üzere bilgiyi saçan bir endüstri oluşuyor diyebiliriz.
    3) coğrafi keşifler
    bu en sevdiğim; çünkü işin içine ekonomik* sebepler dahil oluyor ve bana kalırsa yeni dünyanın keşfi ancak dünya dışı varlıklarla iletişime geçmekle eş değer olabilir şu an. bir yerde* yaşıyorsunuz fakat bitkisinden, hayvanına belki de kara parçasına kadar habersizsiniz çevrenizden. inanılmaz derecede büyük bir gelişme ve bu yeni vizyonun insanların zihin dünyasında da bir şeyleri ister istemez değiştirmesi kaçınılmaz. burada columbus ve portekizli prens henry*aklıma ilk gelen figürler. prens henry'ye ümit burnu'nun* keşfedilmesini ve columbus'a da amerika kıtasının keşfini yazıyoruz. buralardan; merak uyandırıcı haberler, değişik hayvanlar ve bitkiler getiriliyor. bunlar insanların merakını celb ediyor. columbus'un hikayesine gelecek olursak; erken ve geç antikiteye merak arttı dedik. batlamyus'un kitapları okutuluyor coğrafya bilgisi için ve bu haritalara göre asya, olduğundan çok fazla büyükgörsel
    ve dünya da olduğundan daha küçük. buradan gazı alan columbus, sponsorlarına** diyor ki dünya yuvarlak*,* ben batıya doğru sürersem gemiyi daha çabuk varırım doğu asya'ya ve sizin için daha karlı olur, getir götürün süresi kısalır*. mantık olarak doğru olsa da harita yanlış olunca karayiplerde karaya zor atıyor kendini columbus. amerika*'yı keşfediyor fakat "oh vardık sonunda asya'ya" diyor.* daha sonraki seferlerde* yeni bir kıta* keşfedildiği duyulunca bu bilgi tüm avrupa'ya yayılıyor. nasıl? twitter'da instagram'da "harika bir yer keşfettim" yazarak değil. matbaa yoluyla yayıldı oradan gelen haberler çünkü herifler ne bulsa basıp saçıyorlar ortalığa. ayrıca, kartograflar türüyor avrupa'nın her yerinde. güzel, kabartmalı dünya haritaları*. üzerinde yaşayan hayvanlar ve bitkilerin de kara parçalarıyla resmedildiği güzel haritalar ve günlükler her tarafa yayılıyor. tabi bu el yapımı haritaların matbaa kopyaları da yayılıyor her tarafa. italyanlar yine* haritacılıkta önde gidiyor ve avrupa'nın çeşitli yerlerinde yazıhaneleri, şubeleri var* bazı kartografların. asıl ispanyollar bu işe çok eğiliyorlar; oradaki canlı,cansız her şeyin bilgisinin derlenmesi, kaptanların ve mürettebatın okyanus yolculukları için eğitilmesi, gemilerin okyanusa göre modernizasyonu, daha isabetli haritalar çizme gibi noktalarda diğer imparatorluklardan ileri gidiyorlar. "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" seville'deki krallık için söyleniyor aslında, ingiltere daha sonra bu ünvana mazhar olacak. böylelikle avrupa'ya bilgi yağıyor; "acayip" hayvan ve bitki türleri, başka insan toplulukları ve onların adetleri, belki de en önemlisi madenler. inanılmaz bir maden akışı var kıtaya ve bu her şeyi değiştirebilecek güçte. nasıl değiştirebilecek? bunun iki ayağı var; birincisi maden** ihtiyacının giderilmesidir, büyük mimari ve askeri** projeler var. ikincisi de o dönemde (bkz: mal para) kullanılıyor olması dolayısıyla bulunan her altının ve gümüşün devlet hazinesinde direkt paraya dönüştürülebilmesi durumu var. bu tabi ki tüm avrupalıların ağzının suyunu akıtıyor ve yeni dünya'ya gitmek, oradaki pastadan pay almak artık bir zorunluluk halini alıyor güçlenmek isteyen krallıklar için. bir nevi sömürge yarışı. bizimkiler de habersiz değil, onu başka bir başlıkta ve makalede yazmıştım.
    4) dinde reformasyon hareketi
    bu maddeyi "dine karşı geldiler ehehe" şeklinde değerlendirmeyeceğiz* çünkü dine karşı gelmek gibi bir şey yok; modern dönemdeki pozitivist tartışmaları reformasyon döneminde de aynı şekilde yapılmış gibi göstermek anlamsız olup anakronizmdir.*. teolojik tartışmalara da burada girmenin anlamı yok, fakat bir paradigma değişimi olduğu da aşikar. kilise tekelinin* kırılması ve farklı fikirlerin* dönemin dini düşüncesine sirayet edip onu transforme etmesi temel noktamız. peki nasıl sirayet etti ve dönüştürebildi? ilk olarak kilise içi böyle tartışmalar hep oldu. (bkz: great schism) ve konsiller var önümüzde ki bunların teolojik anlamda protestanlıktan daha az "yıkıcı" olduğunu düşünmüyorum. ama bu sefer matbaa gibi bir "şey" vardı ortada ve kitlelere ulaştı bu tartışmalar ki bu da kopacak gürültünün büyüklüğünü zaten gösteriyor. ayrıca germen prensler luther'i "siyasi" bir kaldıraç olarak kullanarak kutsal imparatorluk'tan ayrılmak istiyorlar, ona bir nevi "yürü koçum arkandayız" diyorlar. germen prenslerin bölgesel nasyonalizmi* ateşi körüklüyor. kutsal imparatorluk, merkezi otoritesi nispeten daha güçlü mutlakiyetçi ve merkeziyetçi bir yapı. italya ve almanya'da ise merkeziyetçi ve geniş alanlara hükmeden yapılar yok ve daha bölük pörçükler; prenslikler halindeler. statükonun imparatorluktan yana olması dolayısıyla prensler pastadan** paylarını alamıyorlar ve imparatorluğu karıştıracak ve kendilerine yarar sağlayacak hareketleri de doğal olarak destekliyorlar. hiçbirinin teolojik sebeplerden dolayı protestanlığı desteklediğini sanmıyorum. yönettikleri kitleler de okuryazarlıktan ve fikri olarak ikna olduklarından dolayı mezhep savaşlarına katılıyor değiller. politik tarafı unutulmamalı reformasyon hareketinin. eğitim anlamında, protestanlar skolastisizme karşı olmakla birlikte, amaçları "pagan" aristo ve grekleri tamamen üniversitelerden silmek değil grek felsefesini daha "uyumlu" hale getirmek ve yeni bir müfredat oluşturmak ki bu da bir tazelik ve bir nebze özgürlük sağlıyor okullara. bu kurumlara "kategorik" olarak giremeyecek ya da girememiş fikirlerin ister istemez ilerde buralara girebilmesine sebep olacak bu durum. peki roma kilisesi ne yapıyor? bu durumlara dinden koptuğumuz için gelmedik mi?**diyerek daha merkeziyetçi, daha katı, daha kontrolcü bir hale bürünerek "karşı reform" yapıyor kilisede. yani diyor ki "biz daha iyi hristiyan olacağız ve dış güçler bizi yenemeyecek". cizvit* okulları bu zamanlarda kuruluyor ve "gerçek" hristiyanlığı papalığın emriyle tüm dünyaya yayma amacındalar. aristocu metodu koruyarak, doğanın bilgisini* öğrenmek ve öğretmek amacıyla dünyanın dört bir tarafına yayılıyorlar. papalık bu okulları fonluyor ve her anlamda arkasında duruyor. şu an bilinen birçok" bilim insanı, mimar ve sanatçıyı" fonluyorlar, prenslerin, hükümdarların da itibar ve güç gösterisi için böyle insanları fonladığı gibi.bu okullardan yetişenlerin matematik, fen, mimari ve teknoloji gibi alanlara çok büyük katkıları oluyor yani papalık bugün anladığımız anlamda** "gerici" değil. tanrıyı doğada ve her şeyde arayıp bulmak onların* dini vecibesi ki müslüman bilim adamlarında(bkz: biruni) da buna benzer yaklaşımlar var. bu düşünce koca bir zamanı şekillendirecek ve "tanrı için", "her şeyde tanrıyı bulmak" bilim yapılacak. genel bir perspektifim oldu devrimlere sebep olması muhtemel muharrik güç için, şimdi, o dönemde* "kim var?", "ne yapıyor?", "bilgi seviyesi neydi?", "kafa yapısı nasıldı?" gibi sorulara bakalım.

    önce "scala naturae"görsel kavramına bakalım ki dönemin insanlarının genel mantığını anlayalım. bu kavram*platon'dan kalan ve avrupa'da da antikiteye ilgi diye bahsettiğimiz durumla hristiyanlığın içine girmiş olan bir kavram ve her zaman aklımızın bir kenarında tutmamız gerekiyor dönemi anlayabilmek için. hiyerarşide*ne kadar yukarı çıktın, o kadar bilge biri oldun. bununla birlikte; makrokozmos*, mikrokozmos*ilişkisi dönemin zihniyetini anlamak için önemli; bu iki alem birbirine benzer* ve aralarında güçlü bir ilişki vardır.*bununla birlikte; aristo'nun, varlığı dört nedene bağlaması(bkz: causa materialis)(bkz: causa formalis)(bkz: causa efficiens)(bkz: causa finalis) ve "gerçek bilgi"yi bu "neden"ler üzerinden tanımlaması önemli. önce bu nedenleri kendim anlamak için örnek üzerinde gösterirsem; bir mobilyanın causa materialis'i odun, causa formalis'i mobilyanın şekli, causa efficiens'i marangoz ve causa finalis'i de benim evde oturmak için bu mobilyayı yaptırmamdır. peki bunun bilimsel devrimle ilgisi nedir? aristo'nun "fâil neden*"i ve "ereksel neden*"i, dönemin hristiyanlığının "evrenin tanrısal dizaynı" anlayışı ve "tanrıya ulaşmak için" "şey"lerin bilgisini elde etmeye çalışma arzusu ile uyum içerisindedir. her şey tanrının planı için*tanrı tarafından*yaratılmıştır. yani aristo'nun metodolojisi ile platon'dan kalma scala naturae birleşerek "elit" hristiyanın zihin dünyasını şekillendiriyor. bu hristiyan, bilgileri edinerek, yaratıcıya ulaşıyor ve hiyerarşideki en üst basamağa da varmış oluyor, yani diyebiliriz ki "modern" bilimin aksine daha geniş bir bakış açısıyla "büyük resim"i görüyor dönemin hristiyan "bilim adamları"*. tanrıyı, insanı ve doğayı birbirinden soyutlamadan, hepsini aynı kalıba uyumlu bir biçimde yerleştirmeye çalışıyorlar. her şeyin arasında gizli bir bağlantı var aslında onlara göre ve bu noktalar keşfedilmeli; makrokozmos ve mikrokozmos, tanrı ve evren hepsi birbiriyle bağlantıda ve iletişim halindeler. dolayısıyla, bilimcilik ve dincilik gibi kampların olmadığını görüyoruz o dönemde, bu, aydınlanma döneminin tartışmasıdır ve geriye dönük olarak tarihe aykırı biçimde ilk dönemlere de yedirilmeye çalışılıyor bu tartışma. o dönemdeki ve önceki hristiyanlara göre tanrı kendini vahy ve "doğa ayetleri"*ile göstermektedir insana kendini. burayı da bitirdik geçelim bilgi birikiminin ne durumda olduğunu görmeye.

    en önemli kısım sanırım evren modellemeleri. biraz önce insanlar içinde yaşadığı dünyadaki varlıkları, kıtaları bilmiyor ve keşfediyor ki bu inanılmaz önemli demiştim. şimdi düşünüyorum da dünyanın içinde olduğu evreni de keşfediyor insanlar, bu daha merak uyandırıcı sanırım.
    aristo'nun; dünyanın merkezde sabit*(bkz: geocentric) olduğu, gök cisimlerinin dünyanın etrafında döndüğü, ay altı ve ay üstü modellemesi görsel ki sadece matematiksel* olarak değil aynı zamanda fiziksel olarak da modellemesi yani astronomi ile fiziği uyumlu hale getirmesi ilk nokta. batlamyus'un geocentric model içerisinde kalarak, her gök cisminin kendi merkezi etrafında (bkz: eccentric) hareket ettiğini ve gezegenlerin retrograd hareketlerini açıklamak için de(bkz: epicycle)görsel önermesi ikinci nokta yani batlamyus'a göre de gezegenler ciddi ciddi geri hareket ediyorlar*. galileo ve kopernik'in, dünyanın**ve diğer gök cisimlerinin güneşin etrafında döndüğü (bkz: heliocentric) modelleme üçüncü nokta ki bu, dünyanın öyle çok da önemi olmadığını ve diğer tüm gök cisimleri gibi güneşin etrafında döndüğünü de söylüyor. bu model kabul görüyor çünkü hesaplamalarla bir gök cisminin ne zaman nerede olacağını söyleyebiliyor**. kopernik de kilise ile içli dışlı ve evrenin mükemmel sanatçı tarafından yaratıldığını söylüyor, heliocentric model için incilden deliller sunuyor*. bu arada danimarkalı(bkz: tycho brahe) aristo'nun ay üstü alemde değişime uğraması imkansız olan (bkz: aither) elementi olduğu iddiasını çürütüyor çıplak gözle yaptığı gözlemler ve hesaplamalarla. nasıl? aristo'ya göre kuyrukluyıldızlar ay altı alemin olayı ve ay üstü alemde gerçekleşmesi mümkün değil, fakat brahe ve diğer arkadaşlarının yaptıkları hesaplamalara göre bu yıldız **bırak ayı, venüsün yörüngesindeymiş ki bu da ay üstü alemdeki "değişmez madde" iddiasını çürütüyor*. ayrıca (bkz: geoheliocentric)bir sistem iddiasıyla ortaya çıkıyor; dünya evrenin merkezinde kendi ekseninde dönerken, güneş ve ay da dünyanın etrafında döner; diğer gezegenler ise en dış katmanda güneşin etrafında döner.görsel mükemmel ölçümleri* öğrencisi kepler'e kalır. kepler daha sonra heliocentric model üzerinde yasalarını*(bkz: açısal momentumun korunumu)(bkz: periyotlar kanunu) ortaya koyuyor*** fakat gezegenleri eliptik yörüngede neyin tuttuğunu bulamıyor ve güneşe hareket ettirici bir güç, ruh atfediyor.*. (bkz: william gilbert)'in dünyanın koca bir mıknatıs olduğu fikrinden esinlenen kepler, bir gücün gezegenleri ittiğini ve birinin de çektiğini öne sürüyor. galileo'ya tekrar gelirsek, ayın düz olmadığı ve kraterli, dağlık bir yapıda olduğunu gözlemliyor. venüs'ün evreleri*ki bu güneşin etrafında döndüğünü gösteriyor*. ayrıca güneş lekelerini de gözlemliyor; aristo'ya göre güneş "aither"den mamül* mükemmel bir yapıydı dolayısıyla güneşin eskiden anlaşıldığı anlamda mükemmel olmadığı da anlaşılmış oluyor. galileo'nun kilise ile mücadelesi ise mit haline getiriliyor modern dönemde. galileo aslında yanlış zamanda yanlış şeyi yapmaya çalıştığı için kiliseden tepki görüyor ve konuşması, tezlerini ifade etmesi yasaklanmıyor. onu kilise karşısında kötü duruma düşüren şey heliocentrism'in incil'e aykırı olmadığını söylemesi gibi incil yorumlarına gitmesi. dönem itibariyle "karşı reformasyon"*(bkz: trent konsili) yapan ve protestanlığa karşı konsolide olan roma kilisesi galileo'nun dini yorumlarda bulunmasını protestanca bulmuştur ve galileo "ya bu taraftansın ya oradan" biçimindeki mücadelenin ortasında kalmıştır. engizisyonda da "gel bakalım kafir eheh" diye yargılanmıyor; tezlerini sunması isteniyor ve dönemin astronomları da karşı argümanlarla galileo'nun "ispat edilebilir" olana kadar bunu savunmasının yanlış olduğunu kabul etmesini ve incil'i yorumlamaktan kaçınmasını istiyor.o dönem "heliocentrism" ispat edilebilen bir şey değil çünkü heliocentric bir evrende olsaydık tycho brahe ve diğer astronomlara göre yıldız paralaksı gözlemlenmeliydi.* kopernik; yıldızların, paralaksın ölçülemeyeceği kadar uzakta olduğunu iddia ederken tycho ve diğerleri, diğer yıldızların satürn'ün yakınlarında olduğunu iddia ediyordu ve bu varsayımdan yola çıkarak paralaksın görünmemesi dolayısıyla heliocentrism reddediliyordu.daha detaylı mükemmel anlatımı burada daha sonra galileo yeni papa ile aralarında kişisel mevzular da oluyor ve iş kişiselleşiyor. velhasıl, galileo'nun* ileri görüşlülüğü saçma sapan durumlara kurban gidiyor. mezhep savaşları ve siyasi konjonktür konsolide olmayı gerektirirken galileo yanlış zamanda yanlış hareketi yapıyor. zaten resmi olarak da kafir edilmiyor ve zindana atılmıyor, ev hapsine gönderiliyor. (bkz: two new sciences) da burada yazılıyor. her şeye rağmen gezegenlerin nasıl olup da eliptik yörüngede kaldığı açıklanamıyor. rené descartes'ın vortex teorisi var; görünmez parçacıkların çarpışarak gezegenleri güneşe itmesinden dolayı gezegenlerin yörüngede durabilmesi fakat royal society'de newton başta olmak üzere bazı bilim adamlarının çalışmaları var; eylemsizlik ve çekim kuvvetinin eliptik yörüngeye sebep olduğunu düşünüyorlar tabi daha sonra çekim yasası keşfediliyor ki bu da nesneler arası gizemli bir sihrin, haberleşmenin olması gibi şeyleri fiziksel olarak açıklıyor ama hala sebebini bulabilmiş değil newton. kendisi (bkz: prisca sapientia)ya ve mitlere inanan bir "bilim insanı". çekimi, tanrının devamlı ve direkt olarak dünyada yer alması olarak yorumlayabiliyor. ona göre doğa felsefesinin amacı zaten tanrının sistemini çözmek ve hakkında bilgi sahibi olmak. burada hareket/hız yasaları devreye girecek.

    two sciences ve galileo'nun son dönemlerindeki çalışmalarının fiziğe yaptığı katkı muazzam. yerçekimi dolayısıyla yere düşüş süresinin kütleye bağlı olmamasını alalım önce ele. aristo'ya göre kütleye bağlı ama galileo bunun böyle olmadığını ileri sürüyor.ta 1971'de ispat edilebilecek ikinci olarak "düşünce deneyi" şeklinde ortaya koyduğu; eğer bir cisme dışarıdan herhangi bir müdahale olmaz ise "iyice yuvarlatılmış" bir zeminde, cisim hiçbir şekilde durmayacaktır ve sonsuza kadar hareket edecektir ki bu newton'un hareket yasalarının birincisinin temelini oluşturur. bu "dahi"ye kadar maddenin "özellik" olarak durmaya meyilli olduğu düşünülüyordu fakat yaptığı düşünce deneyiyle cisimlerin "iyice yuvarlatılmış" bir zeminde hiç durmadan hareket edeceğini "ispat etti". deneyi bu beyefendi çok güzel anlatıyor. burada asıl devrimsel olan ise yapılan şey değil bakış açısının değişikliği; aristocu fizik maddenin niteliğine bakarken galileo niteliği gözardı ederek niceliğine baktı , her şeyi matematize etti. diğer bir ayrışma noktası da "neden"i bırakıp hareketi matematiksel olarak açıklaması ve aristocu fiziğin yaptığı gibi neden üzerinden ilerletmemesi fiziği. aristo daha felsefeci gibi yaklaşırken galileo ise bir mimar/mühendis gibi yaklaşıyor mevzuya. mimar, mühendis demişken hazır, galileo'nun mimar ve mühendis öğrencileri(bkz: benedetto castelli) var, italya'nın su taşıma* ve askeri **projelerinde çalışan. castelli, (bkz: evangelista torricelli)nin hocası, torricelli malum açık hava basıncını keşfeden kişi. bunların italya'da çıkması acayip değil çünkü su taşıma üzerine kafa yoran bir coğrafya. galileo üzerinden bir silsile de mevcut bölgede. aristocu fizikte "kainatta boşluk olamayacağı" kabul edilirken torricelli boşluk olabileceğini de ispat ederek aristocu fiziği yine yanlışlamış oluyor. bilgi yine kümülatif ilerleyerek (bkz: blaise pascal)'ın atmosfer basıncının sıvıları tüpte tuttuğu fikrine ilham kaynağı oluyor. pascal da iyi bir hristiyan hatta meşhur (bkz: pascal'ın kumarı)ndaki pascal bu abimiz. basınca kafa yoran diğer bir isim (bkz: robert boyle), basınç ve hacmin ters orantılı olup sıvıların sıkıştırılamaz olduğunu ileri süren bilim adamı*bu adam öyle bir hristiyan*ki ateizm, deizm, islam karşıtı dersler verilmesi için cebinden para harcıyor.(bkz: boyle lectures) babası da zaten ingiltere'de çok zengin ve nüfuzlu bir adam yani zaten elit tabakadan bir isim. atomculuğu modern dönemde tekrardan başlatan adam olduğunu da sanıyorum*. bu dönemden sonra bir atomculuk furyası başlıyor zaten. galileo'nun da ileri sürdüğü renk, koku, sıcak, soğuk gibi şeylerin aslında varlığın kendisi olmadığı ve bunların parçacıkların duyularımızı etkilemesinden kaynaklandığı fikri ve tekrardan canlanan atomculuk, "mekanik felsefe"yi oluşturacak; aslında her şey mekanik etkilemeye ve etkilenmeye bağlıdır ve aksi bir etkileşim mümkün değildir. adeta koca bir mekanik saatin çalışması gibi çalışır evren bu görüşe göre. buradaki "saat" önemli çünkü modern dönemdeki (bkz: watchmaker analogy) ve (bkz: intelligent design) tam da bu döneme ve bu fikriyata dayanyor. başta da söylediğim gibi, bir din-bilim tartışması şeklinde düşünmek ve yazmak istemesem de tarihsel durum böyle. o dönemki ingiltere ve tüm "bilim" camiasında bilim ve teoloji iç içe, hatta aynı kişiler tarafından yürütülüyor. tanrısız bir bilim anlayışı yaygın değil. mekanizme geri dönersek, descartes şöyle bir şey öneriyor mıknatısın demire uyguladığı manyetik çekimi açıklamak için, demirin içinde bulunan vida biçimindeki deliklere mıknatısın yaydığı parçacıklar nüfuz ediyor ve demiri mıknatısa vidalıyor*; mıknatısın mekanizmasını açıklamak için böyle çılgınca fikirler öne sürüyor mekanik filozoflar. o dönem bunun her şeyi açıklayabileceği* düşünülüyor. boyle gibi dindar bilim adamları bunun determinizme çok fazla alan açtığını ve tanrının devreden çıkabileceğinden ürküyorlar; çünkü tanrı saati* kurup gitmiş olabilir ve aslında tanrısal* bir evrene de ihtiyaç kalmayabilir eğer her şey bu kadar mekanizm bazlı ise. daha sonra newton fiziği mekanizmi alt edecek ve "temas gerektirmeyen kuvvet" kavramı bilimde yerini alacak. peki aristoculuk yıkıldı mı? dönemin "bilim adamları" çöpe mi attı aristo'yu? dedikleri patır patır yanlışlanıyor doğa felsefesinde. yıkılması sanırım yaygın ama yanlış bir kanaat, aristoculuğun yıkılması gibi bir şeyleri ben de düşünüyordum ama sanırım pek de doğru değil; çünkü gördüğüm kadarıyla aristoculuk, skolastisizm bir evrim geçiriyor aslında. cizvitler*, aristocu doğa felsefesini devam ettirse de "deney"i de işin içine katmaya başlıyorlar aristo'nun aksine. metod olarak kullanmaya devam ediyorlar anladığım kadarıyla. aristocu felsefe o dönemde deneycilik ve yeni yaklaşımlarla* birleştirilmeye çalışılıyor. çok acayip bir fikir havuzu var ki muhtemelen gelişimi de getiren bu. yıkılma gibi bir şey söz konusu değil*.

    biyolojide/anatomide de değişimler oluyor tabi. keşifler demiştim, oradan gelen çok fazla bitki ve hayvan türü var. bunların arasında avrupa kıtasında bilinmeyen bitki ve hayvanlar var; patates, domates, tıbbi bitkiler(bkz: cinchona ağacı)* ve keseli sıçanlar, armadillo gibi hayvanlar. dönemde "yaratılış"ın nasıl olduğuna dair teoriler*(bkz: spontaneous generation)(bkz: preformation) falan da var, onlar kalacak ama "kilise insanı kutsal görüyordu üzerinde deneye izin vermiyordu" gibi iddialar doğru değil. buzdolabının olmadığı yerde bulduğu yerde ölüyü kesip biçen, mikroskopla kemikleri, organları, damarları, akciğerin mekanizmasını inceleyen bir ton adam var. neyse. bu dönemde botanik bahçeleri meşhur. bunların asıl amacı tıbbi çözümler üretmek ve ilginç bitkileri yeni dünya'dan getirerek sergilemek. prensler, hükümdarlar bunlara bir ton para yatırıyor prestij için. üniversitelerde botanik bahçeleri var bu yeni türleri incelemek ve sergilemek için kurulan; valencia, leiden, leipzig, paris, oxford gibi yerlerde. prestij dedim, lale çılgınlığı denilen akım da bu nedenle çıkıyor aslında. zenginsin ve acayip acayip bitkiler getiriyorlar aylarca mesafeden, rengârenk ve acayip. paranı neye harcayacaksın? böyle şeylere harcıyorsun. şanını yürütüyorsun böyle şeyler alıp satarak, bahçelerinde sergileyerek. o zamanın lükslerinden* biri oluyor. prensler demişken, bu prensler/hükümdarlar ve papalık; sanat,mimari, "bilim" gibi şeyleri deli gibi destekliyorlar hem ekonomik hem siyasi olarak. bahsetmiştim yukarıda. biraz daha açarsak, şehir dizaynları, tablolar, bahçeler... deli gibi paraları var ve en iyi mimarlara, sanatkarlara kendi prestijlerini yaptırdıkları eserlerle artırmaları için çok fazla para yatırıyorlar. sanatın ve bilimin ilerlemesini bir yerde bu gösteriş merakı da körüklemiş oluyor. su kanalları*, meydan düzenlemesi**taksonominin gelişimine sebep olan botanik bahçeleri için para harcayan papalık, prensler. bugünkü ulusal ve uluslararası akademilerin çoğunun çıkış noktası "devrim" diye nitelendirdiğimiz geniş zaman diliminde, hükümdarların, kilisenin bahsi geçen sebeplerle bu insanları ve kurumları desteklemesidir. (bkz: accademia dei lincei)(bkz: accademia del cimento)(bkz: academy of sciences leopoldina)(bkz: french academy of sciences)(bkz: royal society of london)* bu kurumlar "hadi bilim yapalım" denerek kurulmuş değil. mesela, yukarıda yıldızladığım okyanusta zaman mefhumunun yok olması ve zamanı gösterecek bir şeyin gerekliliği sonucu ortaya çıkan (bkz: robert hooke) yasası. denizcilere denizde çalışabilecek bir yaylı saat yapmaya çalışırken elde ettiği sonuçlar bunlar. o dönemde ingiltere, hollanda, ispanya, fransa gibi ülkelerde* yöneticiler büyük paralar vaadediyor, başına ödül koyuyor böyle buluşların. tarihin kendi akışı içerisindeki ilerlemeler olduğu gibi böyle insan hırsının ve gösteriş merakının körüklemesi yoluyla ilerleme de o dönemde söz konusu. harita çizimlerini ilk bölümde zaten bahsettik; kartografyanın gelişmesinin tek sebebi* yeni dünya'ya daha hızlı ulaşma, oradan daha çok şeyi getirme hırsı diyebiliriz. "bilim için bilim yapıyoruz" diyen insanların varsa bile yok denecek kadar az olduğunu söyleyebiliriz. "tanrının sanatını keşfetmek", "tanrıya ulaşmak", "dönemin bir sorununa çözüm bulmak"*gibi sebeplerden dolayı "bilim" yapılıyor yani "bilimsel devrim" dediğim şeyden önce bilim bir araç bugüne kıyasla. bunu anlamazsak çoğu şeyi kaçırmış oluruz. o dönemde kimse "bilim" kavramını ilerletmek için yapmıyordu yukarıda yazdıklarımı aslında. arkasında büyük çoğunlukla başka bir itici güç vardı. bu teolojik olabilir, tıbbi olabilir, tamamen ekonomik olabilir ama dediğim gibi "bilim için bilim" yapan bir modern dönem insanı yoktu kesinlikle. bu dönemin elbiselerini giydirmeye kalkarsak bu figürlere ve olaylara, üzerlerine olmayacaktır.(bkz: francis bacon) paradigma değişikliği hususunda her zaman söylenmiştir; ona göre bilim, insanlık için "çalışan" bir şey olmalıdır aksi halde anlamsızdır. konuşmak yersizdir, bir şeyleri değiştirmek* ana amaçtır ki bu fikrin yayılması ve kabul görmesi "bilim yoluyla" ilerlemeciliği ve teknolojik dönüşümü getirmiştir. bacon bu açıdan "konuşmayı bırakın, iş yapın" demiştir. öte yandan, bacon modern dönemde "bilimcilik" yapanların en önemli figürlerinden biri olmuştur fakat kendisi büyük bir dindardır ve bilgiyi edinmenin amacını yine tanrıya bağlamıştır*. ütopyasında #105211379 da bu açıkça görülüyor.*

    velhasıl, devrim diye bahsettiğimiz şeyden bildiklerim ve araştırdıklarımdan aklımda kalanlar bunlar. genel bir resim oluşturabildim sanırım. *. bence en önemli noktalar, tarihi anlamak ve yorumlamak istediğimiz gibi anlayıp yorumlamamak, teleolojik çıkarımlardan ve anakronizmden uzak durmaktı*. bugünün tartışmaları eskiden de yapılmış gibi, o insanlar günümüzde yaşıyor gibi düşünmemek ve onları bugüne göre tartmamak önemli. panik ataklar içinde debelenirken yazdığım bir yazı oldu. umarım çok hatalı olmamıştır. uzun zaman da bir şey yazmam artık. yeter. öldük.
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap