6 entry daha
  • arrival beni son yıllarda en çok etkileyen filmdi, bu öyküyle beraber çok daha anlamlı oldu. neden diye dusundum hep. kendime, başkalarına anlatmaya calistim. bugun story of your life'i tekrar okudum. sanırım nedenini daha iyi anlıyorum.. bu film hayatıma bir nokta atisi gibi girdi. beni hayatla dusunmeye itmedi, tam dusunurken eksik olan parçayı tamamladı. kendime yazdigim notu burada paylaşmak istedim:

    "
    en kötüsü ne biliyor musun? bir problem olduğunu anlamak ama o probleme çözüm bulamamak. ilkokul matematiğiyle düşününce “verilen, istenen, çözüm”

    son zamanlarda, tum endiselerimin, sorunlarimin üstünde daha büyük bir problem olduğunu dusunmeye başladım. her şeyi nasıl algıladığımla ilgili. kendimi okuyordum ama okuduğumu anlamıyordum. sequential perception. cause-effect relationship. en kötüsü de free will sanrısı. varolan tüm endişelerim, hırslarım, hislerim hepsi evrimsel bir suffering gibi, bir gun asabilecek miyim? bu kafayla zor..

    verilen: bir hayat var, çok şey var ihtimaller sınırsız.. oraya kadar anladım. her şey yolunda. (acaba?)

    istenen? ah.. orada tıkandım, ne istenmediğini, istemediğimi biliyorum. ama istemek? sahip olana kadar ne istediğimi nereden bilebilirim? kimsenin de bildiğini, bilebileceğimi düşünmüyorum.

    cozum? yok.. belki de çözecek bir problem yok. dediğim gibi, okuyorum ama anlamıyorum. ama neden anlamıyorum?

    bu basit metod artık bir işe yaramıyor. bir de yaşadığım bu dünyada, toplumsal dinamikler falan filan derken, hayati nasıl algiladigimi değiştirmem çok zor. bana zorla öğretilen düşünce biçimleri, dünyayı algılayışım, problemlere yaklasimim, bunları değiştirmek neredeyse inkansız.— öğretirken öğrencilere söylediğim gibi, öğrenilen yanlışı düzeltmek, sıfırdan bir şeyi öğrenmekten çok çok daha zor?—

    sanırım zamanla daha kaderci oluyorum, özgür iradenin bir illüzyon olduğuna emin gibiyim artık, nasıl, neden bilmiyorum ama artık bu formül çalışmıyor. yeni bir dil öğrenmek gibi yeniden algılamayı öğrenmem lazım.

    fermat teoremi... meşhur arrival’ın uyarlandığı öyküden aşırdım bu fikri. filmde de bahsi geçtiğini hatırlamıyorum: ışık hedefine ulaşmak icin, varolan en hızlı yolu seçer diyor fermat. ((öğrencilerime de defalarca anlattım refraction, snell's law falan filan, ama hiç uzerine dusunmemisim. law ya iste kural adi üstünde, neyi dusunulecek?)) fizikçiler, fermat'a inanmak istememisler yillarca, sormuslar hep: ışık daha bu yolcuğu yapmadan, nereye gideceğini nereden biliyor???

    daha yaşamadan bu hayati, ne istediğimi, neden istediğimi nereden bilebilirim?

    simdi tüm algı mekaniğimiz çökmüyor mu?
    ...
    ...
    belki kader vardır ve hayatımız ‘book of ages’te çoktan yazılmıştır. belki biz yaşamamız gereken hayatı yaşıyoruz, destination belli. bu kaderi daha anlamlı kılmaz mı? o zaman "neden-sonuç, nasıl" gibi dusunmenin ne önemi var? bu sequantial thinking’in bir anlamı yok o zaman. herşey yaşandı ve bitti zaten. tekrar oynatılan bir film gibi hayatımız, anılarımız, hikayelerimiz.

    goal oriented bir algı, yani filmin de sordugu gibi, "if you could see your life from start to finish, would you change things?" suan herkes değiştirirdim der belki, ama o noktaya ulastigimda zaten bir anlamı kalmayacak.

    kendime donup tekrar tekrar soruyorum, o zaman neden yaşıyorum diye. belki de cevap belli. yasamin güzelliği burada her hayat iyisiyle kotusuyle bir hikaye.. misal, okuduğun bir kitabi bitirdikten sonra geri donup, seni mutsuz eden bölümlerini değiştirir miydin?

    ...."

    kendime not:
    yasamak guzel, ne getireceginin, nasil olacaginin bir onemi yok. acilarin, sevinclerin, huznun, mutlulugun, yasam bittiginde yada basladiginda ya da devam ederken, tum bu deneyimlerin her anina deger.

    "from the beginning, ı knew my destination and ı chose my route accordingly"

    simdi gidip dondurma yiyecegim, cunku sisman olmam gerekiyor belki de:)

    vapurlar falan..

    not: bu entry kafam guzelken yazilmamistir, ya da kafam hep guzeldir.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap