• tarihin en büyük oyunculuk hocalarından biri sayılan stella adler hanımefendinin; sınıfında verdiği derslerden, konuşmalarından, el yazmaları ve ses kayıtlarından derlenerek oluşturulan kitaptır.

    vaaz verircesine azamet barındıran keskin görüşleri sayesinde, onu okurken derslerinden birindeymişsiniz gibi gelir. sözlerinin ağırlığı ve yüceliği ona aristokratik bir asalet, ulviyet katarken; o bir filozof gibi, duyguları ve eylemleri anlamayı savunmaktadır.

    herhangi bir aktör için 'kutsal kitap' niteliğinde bir okuma vadetmesinin yanında; sanatın kendisi hakkında çok güçlü fikirler edindiriyor. sadece bununla da kalmayıp dünyanın yansımasını oyunculuğa taşımış. her paragrafta, fikirlerle dolup taşan yaşam dersleri mevcut. adler, sanat tarihinin en etkili kuramcılarından biri olarak, onun öğretilerinin son derece saygı uyandıran ilham verici bir anlatımını buluyoruz bu kitapta.

    yıllar önce listen to me marlon belgeselini izlediğimde stella adler'ın marlon brando'nun hayatında ne denli önemli bir yer tuttuğunu öğrendiğimden beri kendisini hep merak etmişimdir. yalnızca büyük bir ekolün mimarlarından ve oyunculuk icrasının en etkili köşe taşlarından biri olduğunu biliyordum.

    oyunculuk, dünyada en ilgi çekici bulduğum mesleklerden biri. bir sanat dalı olarak en çok etkilendiğim performansların çıktığı alanı temsil ediyor. birçok hayranı olduğum insanın yaptığı bir iş. gözümüzü açtığımız andan itibaren gerek ekranda gerek sahnede, gerekse reel hayatta oyunculuk izleriz ve hatta yaparız. bu yapıt özellikle tiyatro bazında olsa bile, yine de okuyup oyunculuk meftununun inceliklerine dalmak istedim. bir nevi acting 101 gibi. hayatımın hiçbir döneminde oyunculuk yapmayı düşünmesem de kendimden bağımsız olarak metodolojik anlamda değerlendirebilmek istedim bu olguyu. film izleme tutkumun ana faktörleri olan oyuncuların iç dinamiklerini, disiplinlerini, yöntemlerini, motivasyonlarını biraz olsun anlayabilmek için almıştım bu kararı. stella adler'ın eşsiz yaklaşımı ve öğretisi sayesinde işin gerçekten köklerine indiğimi hissettim.

    walter murch'ün kurgu üzerine in the blink of an eye adında bir kitabı vardır. the art of acting de benzer etkiyi bıraktı üstümde. belli bir alanda ustalaşmış isimlerin, uzmanlaştıkları konuda birikimlerini ortaya dökerken bunları entelektüel ve felsefi açılardan paylaşmalarına bayılıyorum. bizlere zengin bir dünya görüşü, sanata bakış ve hayatı anlama imkânı sunmuş oluyorlar. çoğu tespit ve hayata dair yorumlarıyla kısıtlı bir noktadan yola çıkıp varoluşun panoramik bir fotoğrafını çekiyorlar adeta.

    tek bir başlıktan geniş bir spektrum çıkarabiliyorlar. aksi takdirde sadece teknik olarak katkı sağladığıyla kalırlardı. ama bu yönüyle okuyucu için sadece oyunculuk anlamında değil yaşamın birçok tarafından çok daha derin düşünme fırsatı yaratıyorlar.

    ~~~ yazardan ~~~
    “adler'in oyunculuk yaklaşımının altında, eylemlerin derin ve gizli akıntıları olduğu ve bir eylemin doğasının tartışmaya değer olduğu düşünceleri yatmaktadır.”

    “onun için oyunculuk sanatı, oyuncunun işlevini yerine getirdiği dünya ve felsefeden ayrılamazdı. onun gördüğü bu dünya, eski bir peygamberin de görmüş olabileceği gibi, günahkâr bir dünyaydı.”

    “stella için tiyatro, sadece eğlence sektörüne ait bir gösteri değil, düşünsel bir arenadır.”

    ~~ alıntılar ~~
    “günümüzün genç oyuncuları "küçük" olma eğilimi gösterirler. küçük sandalyelerinde, kotlarını giymiş, rahatça oturup sağdan sola kadar uzanan küçük dünyalarını izlerken, küçük duygularını korumak amacındadırlar. sadece kendi nesillerinin temposuna ayak uydurmuşlardır; nabızları ona göre atmaktadır. kendilerini kendi dünyalarının sınırları içerisine hapsetmişlerdir; nabzı kendi nabızlarıyla ahenkli atmayan her olguya ve döneme uzaktırlar. bunun sonucu olarak da dünyaya karşı genel bir saygısızlık, kendi yaşam tarzına direkt uyum sağlamayan her şeye karşı bir yabancılık ortaya çıkmaktadır. hatta oyuncu kendi birikimlerinin ve hatalarının ne olduğuna dair yetkinliğini de kaybetmeye başlar; zira onları karşılaştırabileceği hiçbir şeye sahip değildir.”

    “hiçbir oyuncu kendisi inanmadıkça, iyi olduğunu içinde hissetmedikçe başarılı değildir. eğer siz iyi olduğunuza inanmıyorsanız, kazanacağınız hiçbir para, alacağınız hiçbir alkış, sizi buna inandıramaz. başarıyı simgeleyen hiçbir şey bu duyguyu size veremez. bir oyuncuda bu duygu, bu güven, her şeye rağmen daima içten gelmeli. işte size kazandırmamız gereken ilk şey bu güven duygusu.”

    “kendini geliştirmeyen bir doktor gibi, kendini geliştirmeyen bir oyuncu da işinin hamalı olmaktan öteye gidemez.”

    “sizi halihazırda o kadar aşağı çekmişler ki yok olmanın eşiğindesiniz. ama gelin görün ki bunun farkında değilsiniz.”

    “bir diğer büyük eylem, "felsefe yapmak"tır. felsefe yapmak, insan davranışını araştırmak, hayatın gizemine dalmak demektir. bu entelektüel bir oyundur ve dolayısıyla da içinde eğlenceli unsurlar barındırmalıdır.”

    “oyunculuk eğitimi almak isteyen gençlere tavsiyeniz, okulun oyuncular için kötü bir yer olduğu şeklinde olabilir. işaret etmek istediğiniz noktaları bir araya getirirsiniz: okul sizlere kurtulması zor alışkanlıklar kazandırır ve yeteneğinize zarar verir. içinizden geleni değil, size söyleneni yapmanız gerekir. sizden yeteneğinizi en üst seviyeye çıkarmanız istenmez. bunun tam aksine okul sizi kendi seviyesine indirger.”

    “büyük bir düzensizliğin egemen olduğu günümüzde, düzen yaşamımızı kurtaracak tek şeydir.”

    “gün boyu kayıtsız olmakta ısrar ederseniz, sonunda farkına varılmayan biri haline gelirsiniz.”

    “herkesin kendi normları vardır; o normlara göre herkes bir yıldızdır.”

    “hatalarınızı bilip onları düzeltmelisiniz. konstantin stanislavski peltekti. paris'te onunla birlikte çalıştığım sırada bana, "sabah seni göremeyeceğim. peltekliğim üzerinde 2 saat çalışmam gerek," dedi. bunu, ölümünden 2 yıl önce, moskova sanat tiyatrosu'nun başkanı olan, 70'lerinde bir adam söylüyordu. böyle bir sorunu olduğunun farkındaydı, üstesinden gelmek için hep çalıştı.”

    “bizim tiyatromuzda oyuncular genellikle kendilerini karakterin düzeyine yükseltmezler, aksine karakterleri kendi düzeylerine indirirler. korkarım ki küçüklüğe prim tanıyan bir dünyada yaşıyoruz.”

    “bu devirde insan yaşamına 10 yıl eklendi. ama sonuna değil; olgunluğa 10 yıl eklemedik, ergenliğe ekledik. 28 yaşındayken hâlâ “çocuk" oluyoruz.”

    “bir oyuncunun izleyiciye hissettirebileceklerinin ve anlatabileceklerinin hiçbir sınırı yoktur. yazarlar önemlidir, keza sahne sanatçıları ve yönetmenler de.. ama onların sazı ele almasına siz izin verdiniz. biz oyuncular ilk sırayı yeniden geri kazanmak durumundayız.”

    “oyuncu olarak, bir çocuktaki kendini inandırma kapasitesi bizde de vardır. bir çocuk hoplayıp zıplarken bacakları arasında olan tahta çubuğun bir at olduğuna inanır. oyunculuğun temel unsuru da işte budur: çocuğun çubuğun bir at olduğuna olan inancı. bir oyuncu olarak siz bu duygudan sorumlusunuz.”

    “çoğunuz konuştuğunuzda ağzınızdan sadece hava çıkıyor. söylediklerinizin bir sigara isterken duyduğunuzdan daha fazla ilgi ya da enerji içerdiği çok ender. tiyatronun epik olduğunu anlamalısınız. yasanın, ailenin, büyüyen ağaçların geniş olduğu gibi o da geniş.”

    william shakespeare'in döneminde çoğu kişi bear baiting (eskiden ingiltere'de boğa güreşi arenasına benzer yerlerde bir ayının zincirlenerek üzerine köpeklerin saldırtılması suretiyle gerçekleştirilen "eğlence") izlemeyi hamlet'e tercih ediyordu. eğer ayılarla köpeklerin boğuşmasını izlemeye geldiyseniz, yanlış arenaya gelmişsiniz demektir. dünya güreş (amerikan güreşi) federasyonu'nu deneyin, onlar hem oyuncu hem de ayı.”

    “oyunculuk günlük yaşantımızı taklit etmek değildir; onun özünü yakalamaktır. izleyiciye bir eylemin ana fikrini aktarmaktır.”

    “oyuncu olarak bize yaşamın mucizesini sunmalısınız, yalnızca kuru gerçekleri değil. çavuş joe friday sadece gerçekleri ister, çünkü o bir polistir. insanları sakin tutmak ister, sizse onları kışkırtmak. hayal gücüne canlılık kazandırmanın bir yolu onu mantıksıza doğru iteklemektir. biz bilim adamı değiliz. her zaman makul ve mantıklı şeyler üzerinde çalışmak gibi bir zorunluluğumuz yok.”

    “siz sahne üzerinde çalışırken, oynayacağınız onun canlılığıdır, gerçekler değil. gerçekler, siz her şeyde bir yaşam olduğunu fark edene kadar ölü olarak kalacak. oyuncu olarak, bize yaşamın mucizesini sunmalısınız, gerçekleri değil. izleyiciye yaşamı vermelisiniz, ölümü değil.”

    “tiyatroda yaşam, oyunculuktan para kazandığınız zamandır diye bir şey yok. sözleşme imzaladığınız ya da bir oyunda oynadığınız zaman da değil. anladığınız zaman. eğer anlarsanız, niye oynamak istediğinizi bilirsiniz; eğer anlamazsanız, oynamak istemezsiniz.”

    “sadece hayal gücü kuvvetli bir yaşam sürmelisiniz. hayali koşullar içinde görecek ve oynayacaksınız. bunu yapmak hayal edebildiğiniz her şeyin içinde sizin için bir gerçeklik payı olduğunu kabul ettiğinizde zor olmaz. oyuncunun işini hayal ürünü olanı gerçek kılmaktır. eğer bir şeyi hayal ediyorsanız, öyleyse o vardır. oyunculuğun çoğu gördüğünüz ve yaptığınız şeylerle ilgili anlık bilgiye dayanır. hayal gücünüzün süzgecinden geçen her şeyin yaşamaya hakkı vardır.”

    “sahnede yarattığınız gerçek izleyicinin size inanacağı biçimde değildir, sizin kendinize inanacağınız biçimdedir. oyunculuk, kendiniz ikna olduğunuzda içten ve sahici olur. gerçekçiliğin esaslarından biri de budur, son derece sıradan şeyler yapılmak suretiyle başarılır.”

    “yaşam sizi gerçeklerle besler. oyunlar sizi hayallerle besler. bir şeyi betimlediğinizde o sizin içinizde yaşam bulmuş olmalı. sizi sanatçı yapan olgu, onu nakletmekle, inançla ve hayal gücüyle sunmak arasindaki farktır.”

    “bunu bir yere not alın: "bir gerçek, hayal gücünüzden geçene kadar yalandır." hayal gücü çok hızlı çalışır. bir oyuncu hızlı görmeli, hızlı düşünmeli ve hızlı hayal kurmalıdır, yavaş değil. hayal gücünün hızla devreye girmesi için oyuncun tek yapması gereken onu serbest bırakmaktır.”

    “nerede olduğunuzu bilmediğiniz sürece oynayamazsınız. insanların nerede olduklarını bilmedikleri tek yer akıl hastanesidir. oyuncu olarak akıl hastanesindeki bir deliyi oynadığınızda bile nerede olduğunuzu bileceksiniz. size verilen her yere tanıdık olmalısınız.”

    “eğitiminizi sınıfla sınırlandırma lüksünüz yok. bütün evren ve tarih çağları sizin sınıfınızdır.”

    “umarım oyunculuğun akşam tiyatroya geldiğinizde başlayan bir iş olmadığını kavramışsınızdır. yaşamınızın her anını hazırlanmakla geçirdiğiniz bir iştir oyunculuk.”

    “ağdalı sözcükler kullanmayın. ağdalı sözcükler ağdalı duygulara yol açar. bana âşık olacağım sözcükler söyleyin. ulaşabilecek sözcükler kullanın, bağlantı kurmakta başarısız olacak sözcükler değil.”

    “eğer sadece kendi neslinizin nabzını tutarsanız, kendinizi sokağınıza hapsedip nabzı sizinkine göre atmayan her şeyden kendinizi soyutlarsanız, dünyayı azat etmiş, her şeyi kendinize yabancı ilan etmiş olursunuz.”

    “her eylemin bir yere bağlanması gerekir. bir sonu olmalıdır. her eylemin bir sonu, bir amacı vardır. bir eylem bitirilmediği sürece zayıftır.”

    “tarih bilinci insanın yaşamı ve içindeki eylemleri bahşedilmiş birer demirbaş olarak algılamamasını sağlar.”

    “başarmanızı beklemiyorum. başarısız da olacaksınız; bu son derece doğal. size bir sır vereyim, başarısız olmak başarılı olmayı öğrenmenizin tek yoludur. öğrenmenin size bir maliyeti olması gerek. eğer başarısız olur da başarısızlığınızdan bir şeyler öğrenirseniz, büyürsünüz . başarısızlığı yaşamadığınız sürece büyüklük kazanamazsınız, ilerleme kaydedemezsiniz. ancak başarısızlıklarınızdan ders çıkaramazsanız öğrenmeyi başaramamış olursunuz. yüz üste yere çakılmak, aslında sizi o düştüğünüz yerden kaldıran şeydir!”

    “stanislavski'nin söylediği bir şeyi benden de sık sık duyacaksınız: sanattaki gerçeklik koşullardaki gerçekliktir; ve ilk koşul, her şeyi yöneten koşul, nerede olduğunuzdur.”

    “uygarlık, birinin ne kadar para kazandığıyla ya da insanların garajlarında kaç tane bmw olduğuyla ölçülmez. metropolitan sanat müzesi'ni ziyaret ettiğinizde göreceğiniz, insanların banka hesapları değildir. uygarlığın para birimi sanattır. müzelerimizde ve kütüphanelerimizde korunan da sanatın ta kendisidir.”

    “tiyatro sözcüğü yunancadan geliyor, "görme yeri" anlamındadır. yani insanların yaşam ve toplumsal durum hakkındaki gerçekleri görmeye geldiği yer. tiyatro bir bakıma döneminin manevi ve sosyal röntgenidir. sahne bizim kim olduğumuz hakkında röntgen ışınlarından daha fazla yalan söyleyemez, tiyatro insanlara yaşam ve toplumsal durum hakkındaki gerçekleri göstermek için yaratılmıştır.”

    “oyuncunun oynamaktan duyduğu haz, seyircinin izlemekten duyduğundan çok daha fazladır.”

    “sahnede olmanın ne demek olduğunu bilen insan, bunu izleyiciler arasında olmakla asla değişmez.”

    “aslında oyunculuk dünyadaki en sağlıklı meslek olabilir, çünkü size gerçek hayatta yapamayacağınız şeyleri yapma fırsatı tanır. yaşamın size sunduğundan çok daha fazlasını tanıma ve anlama fırsatı sunar.”

    “duygusal belleğinizden alıp yeniden inşa ettiğiniz hiçbir şey, hayal gücünüzü çalıştırarak ürettiklerinizin yerini tutamaz.”

    “eğer oyun, yalnızca sözcükler üzerine kurulu olsaydı, izleyiciler evlerinde oturup metni okusalar da olurdu. tiyatroya gelmelerinin nedeni, oyuncunun sözcüklere kazandırdığı yaşamı tecrübe etmektir. hayal gücünün genel olarak fakirleştiği, zenginlikten ve derinlikten uzak romanların okunduğu, ergenlik çağındaki çocukların anlayışına hitap eden filmlerin ve banal televizyon programlarının revaçta olduğu, insanların kalitesiz bir eğlence anlayışına alıştırıldığı böylesine bir dönemde yaşadığımız için belki de müteşekkir olmalıyız. yemek alışkanlıkları bile yozlaştı. insanlar makarnayla peynir yemeye ve fast food'a alışmış durumda. sizse onlara bir ziyafet çekiyorsunuz.”

    “şu ana kadar öğrendiğiniz bir şey varsa bu da gözlem yapmak, ayrıntılı biçimde gözlem yapmak. gözlemledikleriniz ve hayal ettikleriniz bir oyuncu olarak sizin zırhınızı teşkil eder. sizi sahnede çıplak durmaktan kurtaran onlardır. bu zırhın ne kadar dayanıklı ve koruyucu olacağı da sizin belirleyeceğiniz bir şeydir.”

    “hepimiz toplumsal yaklaşımlara tabiyizdir. onlar arkasında saklanabileceğimiz bir kalkan görevi görürler. utangaçlığınızdan kurtulun, yeteneğinize özgürlüğünü bahşedin. kendinizi son raddeye kadar kullanın.”

    “büyük bir oyuncu kötü bir oyunu bile unutulmaz bir şeye dönüştürebilir.”

    henrik ibsen ile başlayan tiyatroda bir oyunun eşit önem taşıyan iki düşüncesi, iki bakış açısı olmalıdır. bundan daha da önemlisi, iki gerçeği. oyun bu gerçekleri eşit bir ağırlıkla izleyicinin gözleri önüne serer, izleyiciye de hangisini kabul edeceğine karar vermek kalır.”

    “izleyicinin önce bir fikri, sonra da diğerini akla yatkın bulması gerekir ki tiyatroyu terk ettiklerinde hâlâ fikirlerle boğuşuyor olsunlar.”

    “fikirlerin tartışılması modern tiyatronun merkezindedir. ibsen'den itibaren her büyük oyunda tartışma unsurlarına rastlıyoruz. shaw'dan o'casey'e, beckett'a ve pinter'a, o'neill'den ve odets' den arthur miller'a, tennessee williams'a ve edward albee'ye, modern, natüralist tiyatro, fikirlerin tiyatrosudur. izleyiciyi yaşamdaki büyük sorular hakkında düşünüp öğrenmeye yönlendirmeyi hedefleyen bir tiyatrodur. eğer sahnedeki iki kişi aynı fikirdeyse işimiz bitmiş demektir. ortada bir oyun, söylenecek bir şey kalmaz. modern tiyatronun temeli; iki ayrı fikri ele alabilme yetimiz üzerine kuruludur.”

    “tartışma unsurunun tiyatroya girişi, orta sınıfın yükselişine ve bununla birlikte kolayca belirlenen ve büyük ölçüde kabul gören ahlâkî değerlerin, daha keskin çizgilerle tanımlanmış sınıfsal yapının bir parçası olan davranış ve değer yargılarının yıkılmasına dayanır. orta sınıfın değerleri görecelidir. olaylara kesin çizgilerle belirlenmiş bir bakış açıları olmaması da her meselenin iki yönü olduğunu gösterir. dolayısıyla, modern tiyatroda tek bir doğru yoktur.”

    “başarılı olabilen sanatçılar, konuların kişisel değil de evrensel olduğunu anlayanlardır. bir kadının ailesiyle ilgilenmesinin esas olup olmamasının, sizin hoşunuza gidip gitmemesiyle bir ilgisi yoktur. bu binlerce yıllık bir görüştür ve tanrıyla başlar. tartışmanın düzeyinin daha yüksek olması gerekir. bu iki durumun dünyaya neler getirdiği ya da getireceğine odaklanmış bir düzeyde olmalıdır. son derece aydınlatıcıdır. fazlasıyla bilgi verirsiniz, ama içinde yüreğiniz yoktur.”

    “sahnede bir oyuncudan yapması istenilen şey hayatın kendisi kadar geniş ve sınırsızdır. emrinde olması gereken hareketler silsilesi ise uçsuz bucaksızdır. oyunculuk öğrencilerinin ilk işi eylem dağarcığı oluşturmak olmalıdır. "konuşmak", "çene çalmak", "sohbet etmek", "tartışmak", "atışmak" ve "kavga etmek" gibi eylemler.”

    “hikâyenin küçüğü veya büyüğü olmadığını gösterin. onları küçülten sadece oyunculardır.”

    “stanislavski gerçekten çok yerinde bir şey söylemiş: "yaptığınızın %99'unu atın. geriye yine de tiyaro için fazla olan bir %100 kalacaktır." ”

    ”yeteneklerinizin işe yaradığını görmenin bir iyi, bir de kötü tarafı vardır. iyi tarafı yetenekli olduğunuzu bilmenin hazzıdır. kötü yanı ise, bu bilgi sizlerin hayatında çok büyük bir tecrübe olarak kalacak ve başka hiçbir şeyden tatmin olmayacaksınız.”

    “duyguları fizikselleştirmek tiyatronun temellerindendir ve fizikselleştirme ya da gerekçelendirme ne kadar ayrıntılı olursa, oyuncu o kadar başarılı olacaktır.”

    “sahnede olduğu gibi hayatta da başarımın sırrı ve değerimin ölçüsü benim kim olduğumla değil, ne yaptığımla ilgilidir. bunun dışındaki her şey gösteriş, kibir ve kendini beğenmekten öteye gitmez.”

    “içinizde uyandırdığınız, harekete geçirdiğiniz şey kelimelere kattığınız anlamdır. basit bir şekilde sadece gerçekleri tekrar edemez, onlara hiçbir şey eklemeden yapamazsınız. gerekçe yaratma gerçekleri birer deneyime dönüştürür.”

    “benim duygular hakkında konuştuğumu pek duymazsınız. çünkü duygular, yapılabilir veya uygulanabilir şeyler değildir. yapılabilir olan şeyler eylemlerdir ve eğer onları doğru bir biçimde yaparsanız, onlar duygularınızı harekete geçirir.”

    “ister sanat ister bilim yoluyla olsun insanın tek arayışı büyüklüğe sahip olmaktır; dünyaya ondan ne öğrendiğinizi anlatmak için kişilik gerekir. tüm insanlık bu çabaya yönelmiştir ve bütün oyun yazımı bu amaca işaret etmektedir. açığa vurmaktan anlaşılması gereken şey, örtüyü çıkarıp atmak, ruhunuzun maskesini çıkarmaktır. bu, oldukça geniş, destansı bir fırsattır.”

    “alaycılık gücün değil, zayıflığın bir belirtisidir. karşı karşıya gelmekten, yüzleşmekten korkmanın bir ifadesidir.”

    “kültürünüz, gerekenden daha uzun bir süre çocuk kalmanızı teşvik etmektedir, ama birer yetişkin olmadan oyuncu olamazsınız.”

    “oyunculuk, tuhaf ve ilginç yollarla bir araya gelmiş bir insan davranışıdır. hamlet gibi bir arketip bile yüzlerce yeni ve heyecan verici yorumlamayla tasvir edilebilir; bir devrimci, bir korkak, bir romantik, bir entelektüel, hatta john barrymore'un düşündüğü gibi oidipus kompleksine sahip biri gibi.”

    “artık günümüzde sadece tipleri oynayabileceğiniz bir tiyatro yok. yüzyıl önce bir gruba dahil olurdunuz ve bir tipi oynardınız. tipe uygun bir görünümünüz olduğu, oynadığınız tipin ta kendisi olduğunuz için seçilirdiniz oraya. oyunculuk bu değildir. oyunculuk, ancak karakter olarak kendinizi kullanmayı, kendinizi oynamayı reddettiğiniz yerde başlar. oyunculuğun tarihi boyunca hiç kimse kendini oynamamıştır.”

    “gelenekten ve tipten kaçınmak için, o insanı yaratan topluma, karakterin ve hikâyenin geçmişine gitmelisiniz. bir insanı içinde bulunduğu sosyal durumdan çıkarıp alırsanız, o insan başka biri haline gelir. kim olduğunu bilemez. aynı zamanda siz de ikilemde kaldığınız için onu nasıl oynayacağınızı bilemezsiniz. dolayısıyla, politik çağın ne olduğunu, hangi ülkede ve hangi zamanda olduğunuzu bilmek zorundasınız.”

    “üzerinize düşen bir diğer görev de, oyun yazarının fikirlerine destansılık ve evrensellik katmaktır. oyun yazarının söylediği şeyin büyüklüğünü iletmek zorundasınız.”

    “okuma, çoğumuza, ne okuduğumuzu anlayamayacak kadar küçükken öğretildi. noktanın o zaman bizim için bir anlamı vardı. birbirini izleyen anların inişe geçtiği yere bağlı olarak nokta için kendi yerinizi bulacaksınız. nokta, süreci durdurur. ve süreçlerin nerede başlayıp nerede bittiğini bildiğiniz sürece noktaların metindeki önemi olmayacaktır.”

    “bir karakter yaratmak için, onun geçmiş yaşamının tamamen farkında olmanız gerekir. karakterin çocukluğunu, aile geçmişini, aldığı eğitimi, mesleki tecrübesini ve kişisel ilişkilerini tüm ayrıntılarıyla hayal etmek zorundasınız. bir karakter üzerinde çalışırken yapacağınız ilk iş budur.”

    “gerçekçi tiyatro ekolünde, bir hikâyeyi değil, bir yaşam tarzını ifade etmek istersin.”

    “tiyatronun paradoksu şudur: yaptığınız şeyi, ne kadar "seyirci için" yaparsanız, seyirci onu o kadar az isteyecektir.”

    “karakterlerin geçmiş hayatlarıyla ilgili ayrıntıları bilmek zorundasınız. sahnede, şimdiki zamanda inandırıcı bir biçimde yaşayabilmek için, öncelikle canlandırdığınız karakterin geçmişine tam olarak egemen olmalısınız. bu, bir oyuncunun bir karakteri çalışmaya başladığında yapması gereken ilk şeydir.”

    “diyalog, metni seslendirdiğinizde değil, partnerinizi anladığınız ve ona tepki verdiğiniz zaman oluşur. bu egzersiz üzerinde çalışırken, her iki rolü de oynayabilmelisiniz.”

    “günümüz insanı aklın değil, alışkanlıkların bir yaratısıdır. diğer insanların görüşlerini duyuyor ve benimsiyor. fikirler hayatlarında nadiren bir rol oynuyor. çok çeşitli sebeplerden harekete geçebilmesine karşın, nadiren bir fikirden dolayı harekete geçiyorlar.”

    “sahne üzerinde, siz hiçbir şeysiniz. giysileriniz sizi şekillendirir. giysiler oto kontrolünüz, öz farkındalığınız ve sosyal farkındalığınız hakkında bir şeyler söyler. giysileriniz kendinizi sınırlayabilme ve saygılı olabilme yeteneğiniz hakkında da bir şeyler ifade eder. kendi kıyafetlerinizi giydiğinizde, kendi aklınız ve hafızanızla sınırlandırılmışsınız demektir. bu şekilde oyunculuk yapmak zordur, sadece kendiniz olabilirsiniz.”

    “insan bir kostüm giydiğinde aynı zamanda da kendindeki bir şeylerden feragat eder, özveride bulunur. bir üniforma içerisindeki polis memuru, daha büyük bir şey için kendi benliğinden özveride bulunur. bir din adamının kostümü, hizmet etmek için benliği siler ve yadsır.”

    “metnin, yazarın kelimelerinde değil, ancak içinizde olduğunu sık sık size hatırlatıyorum. siz onlara bir anlam katmadığınız sürece yazarın kelimeleri cansızdır.”

    “günümüzde daha büyük ve daha yüce olmak isteyen hiçbir şey göremiyoruz. sahip olunan her şeyin daha geriye gittiğine, daha da zayıfladığına, daha bayağılaştığına, daha acınacak bir hal aldığına, daha sıradan bir hale geldiğine ve daha önemsizleştiğine tanık oluyoruz. işte bunalım tam da bu noktada yatıyor. insana duyduğumuz korkuyla birlikte insan sevgisini de ona olan saygı ve ondaki umudu da kaybetmiş bir haldeyiz. insanlığın içinde bulunduğu bu manzara bizi gerçekten yormakta. eğer durum böyle değilse, o halde içinde bulunduğumuz nihilizm de neyin nesi?”

    “sanatçının söylediği şey şudur: "yardımcılarımla birlikte ışığı, güzelliği ve biçimi yaratırım." ne var ki günümüzde sanatçı bu duygu ve güce sahip değil. mekanik hale gelen dünya, sanatı, insanın içinden söküp almıştır.”

    “kendi kimliklerini tanrı'nın büyük ihtişamı için feda eden ortaçağ sanatçı ve zanaatçılarının aksine, versailles'i inşa eden sanatçılar tarih sahnesinde bir role sahip. bu odada bulunan her şey el yapımı. sanatçılar tarafından yaratılıp meydana getirilmiş. hiçbir şey "imal" edilmemiş. her yer tasarlanmış, örtülmüş ve süslenmiş. en basit yapı elemanları bile birer sanat eseri haline getirilmiş. yeni insan, bir parça odunu eline alıp şöyle der: "bu bir sanat eseri haline getirilmek için kullanılacak."

    “sahte, melodramatik tonları kullanmayın. ne zaman ki hareketleriniz kontrol altına alınır, o zaman sözcüğü duyarsınız. yaptığınız jest, sözcüklerin üzerini asla örtmemeli. unutmayın.”

    “metni alıp onun sizin olmasını sağlayın. bir oyuncu yazarın fikirlerini benimseyip kendi fikirleri haline getirdiği zaman zenginleşir. siz sadece bir oyuncu değil, orkestranın şefisiniz. içinizde zayıf olamazsınız. oyuncu metnin içindeki düşüncenin büyüklüğünün, kalitesinin ve gücünün farkında olmalıdır. eğer o size bir şey ifade etmiyorsa, içgüdüsel olarak ona ya da parçasına sahip değilsiniz demektir.”

    “ibsen'i anlamak için onun karakterleri hakkındaki her şeyi, mesleklerini, onların aileye, paraya, politikaya, cinselliğe, dine, eğitime kadar her şeye olan yaklaşımlarını bilmek zorundayız. bir oyuncu için bu yavaş ilerleme anlamına gelir. sadece cümlelere bakarak ihtiyacımız olan şeyi elde edemeyiz. tüm sosyal durumu anlamak zorundayız. oyun yazarının resmetmeye çalıştığı sosyal çatışmaları kavramalıyız.”

    “endüstrileşme ve kapitalizm çağı insanların mantığını, kalplerini ve ruhlarını silip süpürmüştür. bu yeni amaca yani başarıya ulaşmak için insanlar kendilerinden olan en iyi şeyleri feda etmişler, ruhlarından çıkar sağlamaya başlamışlardır. kapitalist bakış açısı her şeyin içine süzülüp girmiş, her şeyin özünü değiştirmiştir. hırs, başarı ve parasal güç her şeydir. aklı ve ruhu geliştirmeye çalışma çabası endüstrileşmeyle birlikte yok olup gitmiştir.”

    “sizler kendinizi benlik fikrinden yoksun bıraktıran endüstrileşmenin bir parçasısınız. hatta şunu söyleme noktasına geldiniz: "hiçbir şey olmak çok moda." her şeyi çabuk ve yüzeysel şekilde anlama eğiliminizden dolayı, bir şeyleri kaybettiniz. yaşamınızı paranın haricinde hiçbir değerle sürdürmüyorsunuz.”

    “konsantre olmayı bunu sizin için yapan bir elektrikli cihaz sayesinde gerçekleştiriyorsunuz. makineleşmeyle ilgili sorun da burada; makineler yaşıyor artık, biz değil. yapabileceğimiz tek şey sadece durup izlemek. geriye ruhu yüceltecek hiçbir şey kalmadı. bu yüzden psikologlara gidiyoruz.”

    “orta sınıfa mensup olanlar hiç durmadan konuşurlar. bu konuşma gerçekten herhangi bir şey hakkında değildir. konuşmalar, hakkında konuştukları şeyler kadar, arabalar, televizyonlar, hisse senetleri gibi hazır kalıptır. kolaylıkla bulunabilen, seri üretilmiş ve ucuzdur.”

    “yaşam iyidir ve ondan utanılmaz. yaşamla olan ilişkisi fizikseldir. onu anlamak için, söylemek yerine, yapmalısınız. incelik ya da zarafet yoktur. ölüme karşı takındıkları tutum korku değildir. bir köylü basit ve dolaysızdır. sınırlanmadan yoksun bir kendiliğindenliği, doğallığı vardır. bununla beraber köylülerin iyi bir kavrayış gücüne sahip olamayacak kadar bayağı insanlar olduklarını ileri sürmek yanlıştır.”

    “bir köylünün neşeli olma sebeplerinden bir tanesi, onun asla kaybetmeyeceği bir şeyinin, toprağının olmasıdır. kökleri oradadır. anladığı evrensel gerçek budur. insanın toprağa bağlı olduğunu bilir.”

    “karakterlerden biri, bir şehirli, insanın taşraya gittiğinde, yaşamın sadece katlanılacak bir şey değil, zevk alınacak bir şey olduğu duygusunu yeniden kazandığını gözlemlemektedir. yaşadığımız yerde buna sahip değiliz.”

    “bir köylünün sahip olduğu neşe, toprağın ona sunduğu şeylerden, bitkiler, sebzeler ve hayvanlardan gelir.”

    “artık birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış sınıflar yok. sınıflar artık günümüzde esnek bir yapıya sahipler; eskisi kadar katı değiller.”

    “ayaktakımındansınız. bir şeceremiz ya da soyağacımız yok, sizden bunu anlamınızı istiyorum. karakterleri kendi orta sınıf yaşam ölçütlerinize göre yargılayamazsınız. onları kendi perspektiflerinden görmeli ve oynamalısınız. aksi takdirde sadece kendinizi ve ailenizi oynamış olacaksınız.”
hesabın var mı? giriş yap