6 entry daha
  • son zamanlarda izlediğim en başarılı ve etkileyici film.

    --- spoiler ---

    olaylar 1700’lerin sonu 1800’lerin başında madrid’de geçiyor. filmin ana karakteri adı nedeniyle goya gibi görünse bile yönetmenin derdi goya değil goya’dan hareketle o dönemde olup biteni, engizisyonun insanlara neler çektirdiğini ve engizisyonunun gücünü arkasına alan bir adamın iktidar tutkusunu anlatmak. bu açıdan filmin esas karakteri kesinlikle rahip lorenzo. bu adamın iki yüzlülüğü, acımasızlığı, elindeki güçü kaybetmemek için ustaca yalan söyleyebilmesi, her devrin adamı olması vurgulanıyor aslında. bu öyle bir karakter ki filmi izlerken insan gerçekten de kötü olduğuna inanıyor, adama karşı en küçük bir sempati duymak bile imkansız hale geliyor. bu kadar iyi bir kötü adam olduğu için javier bardem’ i alnından öpmek, ödüllere boğmak lazım bana kalırsa. natalie portman ve stellan skarsgard da oldukça başarılı ama javier bardem açık ara önde.

    filmi izlerken ispanyol engizisyonu’nun denildiği kadar olduğunu anlıyoruz. gerçekten de acımasızca ve keyfi hareket eden bu kuruma nasıl holy office denildiğine şaşırıyor insan. bir insanı sırf domuz eti yemedi diye yahudi adetlerini uygulamak iddiasıyla hapse tıkmanın, binbir işkenceden geçirmenin ve 15 yıl boyunca gün yüzü göstermemenin hiçbir kutsal tarafı yok tabi ki. asıl mevzu iktidar, zaten filmin anlatmak istediği de bu iktidar mücadelesinin insanların hayatlarını nasıl heder ettiğini göstermek bence. milleti tir tir titreten engizisyon napolyon’un ispanya’yı işgaliyle darmadağın oluyor. ispanya’ya özgürlük getirmek vaadiyle yola çıkan napolyon’un da getirdiği şeyin kan ve ölümden başka birşey olmadığı anlaşılıyor. yönetmen günümüzde de özgürlük ve demokrasi parolasıyla yola çıkanlara güzel bir ayar veriyor burada. bu açıdan dikkat çekici bir ayrıntı napolyon’un kardeşinin ispanya’da kraliyet’e ait resimler arasından istediklerini seçip paris’e gönderdiği sahneydi. saddam’ın saraylarındaki milyonlarca dolarlık tabloların kaçakçıların eline geçtiği, batılı zenginlere el atından satıldığı haberlerini hatırlattı bana ister istemez.

    filmi izlerken engizisyon ilettinden neredeyse yüzyıllarca çekmiş avrupa’nın şimdiki haline nasıl geldiğine hayret ediyor insan. çok da değil 200 yıl önce insanların işerken çüklerini elleriyle kapatmalarının tüm ömürlerine mal olduğu ülkelerin şimdilerde nasıl özgürlüklerin beşiği haline geldiği ilginç gerçekten de. avrupa’da bu kadar dibe vurduktan sonra böyle kazanımlar elde edilirken sıra bize geldiğinde tam tersi bir durum geçerli. osmanlı döneminde gayrımüslimlere görece toleranslı davranılırken şimdilerde ermeni diye, katolik diye birilerini öldüren bir ülke haline gelmemizi nasıl açıklamalı? herkes gider mersine biz gideriz tersine desek bu işin içinden çıkabilir miyiz? sanmıyorum.

    filme geri dönersek ines’in babasının rahip lorenzo’yu sorguya aldığı sahneye bayıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. çok etkileyiciydi, rahip lorenzo’nun yüzü görülmeye değerdi.

    son olarak bu filmdeki lorenzo ile amadeus’daki salieri arasındaki paralellik de gözden kaçacak gibi değildi. milos forman hastalıklı, konumunu kaybetmemek adına herşeyi göze alan, düşmanına dost gibi yaklaşıp kaleyi içten çökertmeye çalışan ihtiraslı karakterler konusunda maharetli bir yönetmen. burada da lorenzo’yu oya gibi işlemiş.

    --- spoiler ---

    uzun lafın kısası kaçırmayın, izleyin, izletin derim, naçizane.
67 entry daha
hesabın var mı? giriş yap