788 entry daha
  • klasik ''reform hareketleri'' gibi söylemlerle açıklanamayacak olan üstünlüktür. onu lise 2'ye giden çocuk da biliyor zaten, mesele o kadar basit değil.

    batı medeniyet inşası genel hatlarıyla antik yunan dünyası ile başlar. fakat antik yunan'ın etkilendiği çevre de, bereketli hilal etrafında kümelenen topluluklar olmuştur ve onların da başında antik mısır gelir. aslında medeniyet ve insanlığa dair izler doğu'da başlamış, fakat bunu geliştiren ve devam ettiren ise batı toplumu olmuştur.

    mesela, heykelcilik alanında batı tamamen antik mısır'dan etkilenmiştir. mısır'a giden yunan kökenli zanaatkarlar, tüccarlar uğradıkları yerlerde etkileşim içinde kalarak mısır'da gördükleri şeyleri, kendi topraklarına döndükleri zaman, işin içine derin anlam katarak inşa etmeye başlamıştır.

    anlam katmak çok geniş bir mesele fakat en basitinden şöyle izah edeyim, mısır'daki sfenks ve diğer insan tasvirlerini meydana getiren heykelleri hepimiz biliyoruz değil mi? heykelcilik konusunda mısır yeni bir çığır açmıştır, fakat bir yere kadar gelip geliştirememiştir.

    antik yunan heykellerine baktığınız zaman, her heykelde derin bir anlam vardır. tasvir edilen insanın her uzvu farklı yere bakar, vücudu ve kafası farklı şeyler anlatır. insanın içinde kopan fırtınayı, bu heykellerde çok güzel yansıtmışlardır. mısır'da ise yapılan heykellerin hepsi sabittir, aynı form ve düzendedir. vücut ile kafa aynı noktaya bakar, hareket dinamizmi yoktur. mısır'da bu durum ilk başlangıçta da böyledir, klasik dönemde de böyledir. bakın burada bir görsel paylaşayım, şu görsele tıkladığınızda, burdaki iki heykelin yunan medeniyetine ait olduğunu göreceksiniz. tıpkı mısır'daki heykeller gibi, başlangıçta tasvir edilen her iki insan da tek tip şekilde aynı yöne ve aynı kafa açısıyla bakmış. bu antik yunan'ın mısır'dan birebir kopyala-yapıştır yaptığını gösteren önemli bir tasvirdir, ancak başlangıç olmasına rağmen bir önemli fark vardır ki, o da çıplaklıktır. ''sanatta ayıp olmaz, insan vücudunu mükemmel şekilde yansıtmamız lazım'' düsturunu ilk andan itibaren ortaya koyan sanatsal bir tavırdır bu.

    ilerleyen yıllara baktığımızda ise, bu sefer kabartma sanatında çok enteresan örnekler çıkar karşımıza. mesela şu görsele bir bakın, daha iyileri de var ama aceleyle bunu bulabildim sadece.

    burda tasvir edilen her insan, farklı vücut hareketlerine ve farklı bakış açısına sahip. biri sağa, diğeri sola, bir başkası yukarı, bi tanesi ise aşağıya bakan çeşitli vurgular... neyin vurgusu? antik yunan, hümanist felsefeye gönül vererek ''bireycilik'' ve ''bireysellik'' ilkesini önplana çıkartmaya başlıyor. herkes tek ve hür, her şey bireysel. işte sürü psikolojisinden kopup bireyci bir toplum yapısına dönüş de aslında daha o kadar erken bir tarihte başlamış oluyor ki bu durum kabartmalara, heykellere kadar yansıyor. antik mısır'da, hiçbir heykel topluluğunda veya kabartmasında böyle bir vurguya rastlayamazsınız. tasvir edilen kişiler tek vücut dilinde ve aynı yöne bakar, farklı yönlere bakmaz. herkes tek tiptir, farklılığa izin verilmez. bu durum batı ile doğu arasındaki bakış açısını ve zihniyetini ortaya koyan çok çarpıcı örneklerden sadece bir tanesidir.

    bu sürü psikolojisi dediğimiz şey türkiye'de neden bitmiyor sanıyorsunuz? böyle bir tarihsel altyapımız yok da o yüzden.

    işte bu durum, batı'da bireysel ve hür düşüncenin de önünü açan temel yapıtaşlarından biri oluyor. ''sanat şahsi ve muhteremdir'' diyorlar ya, onlarda her iş şahsi ve muhterem oluyor. hümanist görüş altın çağını yaşamaya başlıyor, insanlar özgür bir şekilde kalem oynatıp düşüncelerini ifade edebiliyor.

    gelelim işin diğer yüzüne, özgürlüğe: hukuk kavramı ve anlayışı roma'dan itibaren inanılmaz boyutta en sıradan insanın bile kafasına yerleşiyor. yalnız bu hukuk anlayışının temelde siyasi sebepleri var.

    şöyle izah edeyim basitçe: doğu toplumlarında, hangi toplumu ele alırsanız alın, hükümranlığın tanrı'dan insana geçtiği ve o insanın da tanrı'nın buyruklarını yerine getiren kutsal bir şahsiyet olduğu inancı hakimdir. türklerde de bu böyledir, kut inancı denilen şey tam da budur. hükümdar olan kişi, tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi vasfını taşıdığı için, ''tek ve otoriter adam'' imajı yerleşmiştir. asya hunlarından tutun, osmanlı'ya kadar bu durum böyledir. böyle olduğu için güç dağılmaz, tek bir kişide toplanır. o kişinin de kutsal olduğuna inanılır. antik mısır'da firavun bu yüzden yarı tanrı, yarı insan olarak görülmüştür hep. onların da ülküsü, o firavunun emellerine hizmet etmekti, o hizmet uğruna piramitleri inşa ederken çoğu insan heba oldu. dönemin ideolojik görüşü firavunun kutsallığı idi.

    batı'ya baktığınızda ise böyle bir durum yok. çok önemli bir şey var, o da hukuk. sadece ve sadece hukuk. bunun yanında, güçler dağılımı var. ilerleyen tarihlere bakıyorsunuz; bir yanda papalık, bir yanda feodal beyler-lordlar, bir yanda da gücünü sağlama almak isteyen fakat bir türlü başaramayan krallıklar. vatandaş, papa'nın kahredici cezalarından kaçmak için krala sığınabiliyor. krallıktan kaçmak isteyen bir insan toprak sahibi güçlü beylere, lordlara sığınabiliyor... bu durum sınırsız otoriteye sahip ''mutlak iktidar'' anlayışını bozan çok temel bir meseledir. siz buna hukuk üstünlüğünü de eklediğiniz zaman, hür düşünce istediği gibi at koşturabilecek yer ve zaman buluyor.

    doğu toplumlarına bakıyorsunuz; dini güç de, siyasal güç de tek bir kişide toplanıyor. o kişinin gücünü bölebilecek ne din adamı var (papalık gibi), ne de toprak ağaları var.

    o yüzden, batı'da muktedir olan her insan, hukuka tabi olurken; doğu'da yarım yamalak işleyen adalet, muktedire tabi oluyor. muktedir, arzu ettiği gibi kendi menfaatine göre o adaleti eğip bükebiliyor, değiştirebiliyor, nasıl isterse öyle tasarrufta bulunuyor.

    burda bahsettiğimiz konular yüzlerce yıldır oturmuş, yerleşmiş ve alışkanlık haline gelmiş konulardan ibaret. neden osmanlı'da bilim gelişmedi, matbaa bu kadar geç girdi, hiçbir atılım yapılamadı sanıyorsunuz? bireysel atılımların önünü açacak sistem yoktu zira. bunu gerçekleştiren insanlar ya sürgün ediliyor, ya da o insanların kellesi alınıyordu. sürüden dışarı çıktığın an seni kurt kapıyor. ne kadar manidar bir deyişimiz demi?

    bir de tabi, bütün bunlara ek olarak ''eleştirel düşünce'' sistemini de eklediğiniz zaman, batı'nın doğu'ya üstünlüğünü çok rahat şekilde idrak edebiliyorsunuz. bizde layiha yazarları, daha 17. yüzyılda devlette meydana gelen çözülme ve bozulmalara karşı eserler üretip çare aramaya çalışırken, tek yaptıkları iş geçmişin kudretli ve görkemli dönemine ''geri dönelim'' demek oluyor. geçmişte şöyle süperdik, böyle şaşalı idik, o dönemleri tekrar yaşatalım... adamlar eleştiri yapmaya çalışacak ama, yapamıyor. yeni fikirler üretemiyor, çağın gereklilikleri nedir? ortaya koyamıyor. neden? padişaha ufacık bir eleştiri getiremiyor çünkü, getirirse kellesinin gideceğini biliyor. üstü kapalı şekilde bile eleştiremiyor otoriteyi.

    batı'da böyle bir zırvalığın olmadığı, şu satırlarla gayet iyi açıklanmış:
    ''osmanlı imparatorluğu zamanında da bireyin amacı önünde sonunda sultana yaranmaktı, çünkü toplumda tek değer belirleyici sultandı. herhangi bir şeyi iyi yapmak, kişi onu yapmayı sevdiği için yapmak, yaptığı işle iftihar etmek için yapmak mevzu-bahis değildi. iyi yaşamak, rahat yaşamak, saygın yaşamak ancak sultana yaranmakla mümkündü. (...) türk toplumu yüzlerce yıldır bilerek ve yaparak değil, aldatarak ve göz boyayarak yaşamayı kendisine yol olarak çizmiştir. 'biz uyanık milletiz' gibi lafların altında bu feci alışkanlık yatmaktadır. bunun da nedeni yüzyıllardır onu inim inim inleten keyfi, temelleri dine dayalı (yani tartışılması yalnız yasak değil, aynı zamanda günah da olan, yani bireyi yalnız bu dünyada değil, ölümünden sonra bile rahat bırakmayan) totaliter yönetim şekilleridir. avrupa bunu yalnız öğrendiği demokrasi ile değil, aynı zamanda merkezi otoriteyi zayıflatan feodal yapısı ve devlet-din ayrımıyla yenmiştir. avrupa'da, ortaçağda bile bir kralın şerrinden, bir barona veya bir manastıra sığınarak kurtulmak mümkündü. üniversiteler ortaçağın sonuna kadar vatikan'ın koruması altındaydı. papa'ya kafa tutmak isteyen ise güçlü bir krala veya imparatora sığınarak bu işi yapıyordu (luther'in yaptığı gibi). özetle avrupa'da her zaman bir kuvvetler ayrımı işlemiştir. muhteşem kültürlerine rağmen uygarlaşamayan çin veya osmanlı gibi toplumlarda ise böyle bir kuvvetler ayrımı hiçbir zaman olamadı. kuvvetler ayrımını gerçekleştiremeyen sovyetler birliği, rus kültür ve medeniyetinin tüm ihtişamına rağmen bu sebeple çöktü.'' - mehmet ali celal şengör

    ve tabi yazı da çok önemli. doğu'nun kullanmış olduğu yazı, ünlü harfleri karşılamadığından bu iş belirli bir yüksek zümre sınıfın tekelinde kaldı. fakat yazıyı onlardan tevarüs eden yunan toplumu, yazıya ünlü harfleri de ekleyerek yazı dilinin kolay, anlaşılabilir ve okunabilir olmasını sağlayarak toplumun en alt tabakasından en üstüne kadar okur-yazarlığı aşılama imkanına sahip oldu. örneğin osmanlı'da, osmanlı türkçesi çok kötü olan ve yazdıkları neredeyse okunamayacak kadar berbat olan paşalar bile vardı. osmanlı türkçesi bu yüzden halk tarafından öğrenilemedi, çünkü çok zordu.

    sonraki olaylar mı? reform, rönesans falan... onlar işin en nihai kısmı. o aşamaya gelene kadar hep söylediğim gibi batı dünyası birçok meseleyi halletmiş ve yerine oturtmuştu. bir kez daha söyleyecek olursak, medeniyet coğrafi olarak doğu'da doğmuştur, fakat onu işleyerek devam ettiren tartışmasız batı toplumu olmuştur.
1428 entry daha
hesabın var mı? giriş yap