7 entry daha
  • bir arkadaşım çocukken tanrı kavramıyla ilk tanışmasını şöyle anlatmıştı: "babam bir gün dedi ki, "allah senin ne yaptığını, ne gördüğünü, hatta ne düşündüğünü bile bilir. bizi kandırabilirsin ama onu asla kandıramazsın. " o günden sonra hep kendimi izler oldum. eylemlerimi ve düşüncelerimi tekrar değerlendiriyor, sonra bunların allahın tepkisini çekip çekmeyeceğini tartıyordum... ama burada asıl önemli olan allahın beni izlemesi değil, benim kendimi izlemeyi öğrenmiş olmamdı. o kandırılamaz varlık tanrı değil, kendimdim."

    tıpkı tanrı kavramının çocuk zihnini bir hayvanın zamandışılığından geçmişi hatırlayan ve geleceği öngören, zamanla içiçe yaşayan insan kavramına sürüklemesinde olduğu gibi, şirk koşma korkusunun da ahlaki bir temel yaratarak insan ilişkilerini düzenleyici bir ortam kurduğunu düşünüyorum. islamın üst kültüründe, bir kişiye dair herhangi bir olumsuz yargıya varmanın bile kendini tanrı yerine koyma korkusuyla yere vurulması, her türlü gösterişin ve büyüklenmenin yine bu kapıya çıkacağının endişesiyle baştan frenlenmesi gibi örnekler görebiliyoruz. işte bu anlayış, "sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma" anlayışı gibi, insanın bir kez idrak etmesiyle bile büyük bir ahlak sistemini kurabilecek bir zenginliğe sahip. hıristiyanların çileci vazgeçişleri yerine müslümanların ve taocuların "kendini bilmek" anlayışıyla harmanladıkları bu tevazu ahlakı, insanoğlunun en temel ihtiyacıdır kanımca.

    bir başkasının şirk koştuğunu düşündüğü anda bile şirke girmiş olabileceğinden korkmayan yobazlar bu ahlakın da içine etmişlerdir elbette. geçmiş olsun.
30 entry daha
hesabın var mı? giriş yap