88 entry daha
  • 2004 yapımı bir kişisel kült eser. michael mann’in auteur sıfatına sahip oluşunun kanıtı collateral.

    michael mann’in avrupalı olup olmadığını tartışmaya yetecek ölçüde metafora ve psikolojik ayrıtlara sahip bir film.

    karşımızda geceyarısı avına çıkmış soğukkanlı kiralık katil vincent ve hayalleri kabına sığmak zorunda kalmış taksi şoförü max’in birbirlerine karşı sundukları bazen hızlanan ve bazen hızlı bir biçimde ritmi düşen jazz düeti var. aslında karşımızda olan orkestra şefi mann yönetiminde harika performans sergileyen tom cruise ve jamie foxx.

    bir mann filmi ile karşı karşıyaysak bilmeliyiz ki; karakterler çok ama çok önemlidir. michael mann insanların kim olduklarını belirleyen özelliklerin; nerden geldikleri, ne hayal kurdukları, kapasitelerinin ne olduğu değil sadece ne yaptıklarının önemli olduğunu stilize bir psikoloji ile anlatan adamdır. mavi ve gri tonlamanın estetik duyarlılığı altında adamların hikayesini anlatır. ne yaptıklarını bilseler de, bilmeseler de bunu yapan adamlar. varoluşa kadar sürüklenebilecek açıda bir bakış serbestliği getiren üslubunda karmaşaya ve belirsizliğe yer olmayan bir film collateral. hikaye başlarken de bittiğinde de karakterlerin kimlikleri değişmiyor, bulanmıyor. hikaye kendini satmaya beğendirmeye çalışmıyor. hüzünlü iki adamın düellosunda karanlık alanlar aydınlığa çıkmıyor.

    “- hey max adamın biri l.a.’de metroya binip ölüyor.. sence biri fark eder mi?”

    filmin aslında asıl didiştiği anlamı sorgulayan, bunu bulan ve anlatan sözcükler ölmeden önce vincent’ın ağzından dökülüyor. yalnızlık, umursamazlık, kırılganlık, zaman, los angeles. michael mann filmini oluştururken kendisini ait hissettiği kentte bir zaman ve mekan estetiği oluşturmak istediğinin farkındaydı. bu yüzden eline yüksek çözünürlüklü dijital kamerasını almış ve yine bu yüzden kendisini bir l.a. gecesinde karşılaşan iki kırık adamın hikayesine kilitlemişti. bu yüzden anlatılan hikayenin tonu elektronik müziğin karıştığı jazz ritmleriyle buluşuyordu. bir gece ölümün arada kol gezdiği bir yolculukta birbirinden çok uzakta olmayan bir yalnızlığa sahip iki adam aslında soğuk ve sıcak kadar birbirine uzakken, sonunda birinin ölümün yaratıcısı ve diğerinin kurbanı olması sayesinde rollerini değiştiriyorlar. üstteki repliğin karşısında max dehşetle, vincent’i izlerken, vincent belki de hayatının en huzurlu anına kavuşuyor. görüntüde mavi yükseliyor ve griden kendini arındırıyor.

    iki adam da yapamadıklarına doğru aslında yaptıkları işler dolayısı ile bir yolculukta buluşuyor. özgüven yoksunu max korkularının üzerinde gerçek kendisi ve aşk ile tanışırken; vincent kendini ölümün huzurlu kollarında buluyor. kimsenin fark edemeyeceği bir şekilde l.a.’de bir metronun içinde.

    filminde mann sevdiği görüntü yakalama ve performans elde etme biçimlerinden vazgeçmiyor. yine yakın çekimle ve ayrıntılı görüntü renk uyumu ile karakterlerinin psikolojisini ön plana çıkarıyor. türün klişeleri ile sarmaş dolaş görünse de; kendi sinema dili üzerinde hiçbirine fazlaca kapılmıyor ve kendinden ödün vermiyor. dijital kamera ile çalışarak görüntü aldığı zeminden fazlaca yakın ve hassas çekim tadı alıyor. geniş lens kullanmayı sevmediğini önceki örneklerinden hatırladığımız yönetmen; aslında zamanın sıkışmış havasını görüntüsüne yedirmek için yüksek kontrast seçeneğine sıkça başvuruyor. filmin kurgusu yine mann filmlerinde görmeye alışık olduğumuz üzere kesinlikle nefes almayı engelleyecek sürate erişmiyor. aksiyonu karelerine yediren ve sindiren bir adam olduğunu bildiğimiz için bu çok fazla şaşkınlık yaratmıyor.

    yönetmenlik olarak asıl kıvamını bulan nokta ise karakter psikolojileri ve metaforlar ile yakaladığı senkronun yüksek tatmin düzeyi. modernizm ve varoluşçuluk içinde ayrı başlıklar ile irdelenebilecek hammadde olanağı sağlayan film yüksek sesle konuşmadan, demek istediğini anlatıyor. filmde yine eylemleri anlamlarını belirleyen adamlar var. hüzün var. bir düello var ve aslında zaman ve mekan aralığında kalmış bir yolculuk var. yerinde bir jazz ritmi ile beraber gecenin loş tonlarına tutunan güçlü bir hikaye var.

    tüm elde olan özellikleri ile bu film avrupa sanat duyarlılığına sahip bir film. ticari beklentilerle alakası olmayan, kendisini zamanın değerlemesine bırakan bir kült film. mann’in bundan sonraki işlerini merakla beklemeye sevk eden bu çalışma ile gelecekte şehir estetizmi fonunda, kişisel hikayeler başlığına mutlaka eklemeler olacaktır..

    dört yıl önce klavyeden çıkan bu yazının üstüne sakallis der ki: ne yaptın be hocam miami vice ve public enemies'te ne yaptın?
169 entry daha
hesabın var mı? giriş yap