• " öyle görünüyor ki, oturma yerine ancak "inşa etmek"le uğraşıyoruz. inşa etmek amaç olarak oturma yerini ediniyor. bu arada, her yapı oturma yeri değildir. bir köprü, bir havaalanı salonu, bir stadyum ya da bir elektrik santrali birer yapıdır, oturma yeri değil; aynı biçimde bir gar ya da bir otoyol, bir baraj, bir market salonu için de böyledir. bununla beraber bu yapılar oturma yerimizin alanına girer; bu, sözkonusu yapıları aşan ve evle de sınırlı olmayan bir alandır. traktördeki adam, römorkların önünde, otoyol üzerinde kendini evinde gibi duyumsar; iplik fabrikasında çalışan işçi kadın kendini evindeymiş gibi görür; elektrik santralini yöneten mühendis evinde bilir kendini. bu yapılar insana bir hane kazandırır. doğrusunu söylemek gerekirse, bugünkü konut darlığında bir konut işgal ettiğini bilmek güven verici; oturma yeri olarak kullanılan yapılar kuşkusuz konutları doğurur, bugün küçücük olup da güncel yaşamı kolaylaştıran, ulaşılabilecek fiyatlarda, hava, ışık ve güneş alan haneler var: ama içlerinde oturma yerinin gerçekleştiğine ilişkin bize güvence verecek herhangi bir şey var mı?

    böylece oturmak her durumda her yapıda egemen rol üstlenecektir. oturmak ve inşa etmek arasında amaç ve araç ilişkisi yer alır. ancak uzun zaman düşüncelerimizde daha öteye gitmeyip oturmakla inşa etmeyi birbirinden ayrı etkinlikler olarak gördük ki bu kuşkusuz doğru bir şey; ama aynı zamanda amaç-araç taslağı yoluyla kendimizi temel bağıntıların erişimine de kapalı tutuyoruz. inşa etmek; yani inşa etme oturmanın kendisidir.
    peki kim sağlıyor bunu? bir şeyin varlığına ilişkin olan söz bize dil yoluyla ulaşıyor, bununla beraber biz bu sözün özündeki varlığa dikkat ediyoruz. insan dilin yaratıcısıymış ve efendisiymiş gibi davranıyor, oysa dili keyfince biçimlendiren kişidir o. "

    kentin felsefesi başlığı altında victor hugo ve martin heidegger'in iki metni bir arada. hugo'nun metni de kayda değer; "kent bir kitaptır, hanım okuyucularımızdan özür dileriz, çünkü baş diyakozun şu gizemli sözleri altında yatan..." gibi muzip bölümler var onun metninde de. ama yukarıdaki alıntı, heidegger'in başlıkla aynı adlı metninin giriş bölümünden. sene 1998 diye bi eski ağız giriş yapayım ben de; alıntı yaptığım metin ve metindeki "dasein" kavramı, mimari proje 6 dersinde hazırladığım dönem projemin konsept-ül nucleus'u. dolapdere'deki bir arsada yapmayı düşündüğümüz toplu konut yapısının ön çalışmalarında proje ile fikir çatkımı oluşturmamı sağlayan yazı bizatihi. msü fındıklı'nın kütüphanesine gidip bulduğum cogito'nun bu sayısı, çektirdiğim fotokopi ve altlarını çizerek okuduğum bu yazı, şimdi burada başka bir şehirde başka bir ruh haliyle sol elimin altında. kent o zaman için vazgeçilmez bir istanbul iken, tüm bunları da okuyup ve bir sürü başkalarıyla; şimdi denenen kurulup bozulmasından korkulan yapıştırılmamış bir düzen, ve o düzene salınmayan kökler, kent. o fotokopilerdeyken; eskiz defterlerine çizilen, varlığının gizi açıldığı iddia edilen yaşamlar, yapılar iken; şimdi soru işaretleri, huzura erme aşkıyla kendi ateşine doğru sürüklendiğinden içi bükülen bir değişken ya da sabit. beyaz beyaz tül perdelerine onca zaman, beyin hücresi ayrılmış, heba edilmiş ve korkutan işte yine sahip oldukların sonunda sana napıcak, sahip olmak ne demek soru işareti. aşırı doz anlam yüklemesi adında var mı bir shot çeşidi? maktûl, aşırı doz anlam yüklenmesinden ölü bulundu. geride bıraktığı her hangi bir şeye rastlanmadı.

    ne diyorduk konuyu dağıttım biraz, o zamanki projemin özüydü işte bu yazı. dasein kavramı da heidegger'in ontolojik bakış açısından bakmaya çalışılarak yorumlanmıştı tarafımdan. binanın yapılacağı arazinin topoğrafyasının öne çıkarılması, karakterinin vurgulanmasına önem verilerek öncelikle "yer"in "varlığının gizi" açılmaya çalışılmıştı yine tarafımdan. tasarımın doğruluğu, o yerdeki tüm öğelerin "dasein" uyarınca varlıklarının gizlerini açmalarıyla vuku bulacaktı. canım benim, ne kadar da naif. nasıl bir gençlik enerjisi, nasıl bir dünyayı değiştirebilirim inancı ? şimdi hor görmüyorum o varlığının gizini açanları, şimdi de gayet hoş görüyorum. ama dayanamıyorum işte canım benim, ne kadar da masum ne kadar da naif. hatta ne kadan mikemmel.
    bir de tabii söylemeyi unuttuğum heidegger'in kimliği meselesi var; fikirlerini, en azından bu ve okuduğum diğer metinlerdeki fikirlerini kafa açıcı bulsam da, hitler'le olan münasebeti tabii ki kafa karıştırıcıydı o dönemde. bunun da etkisi vardı elbette ki, tüm yazılan çizilenlere.
    neyse diyeceğim o ki, hiç sikinizin ucunda olmasa bile bi okuyun elinize geçerse bu metni. reklamlarına tüm o modernist toplu konutların, temalı göllü şaşaalı villaların, bilmemne high tower'ların, residence'ların; o çok güzel resimlerine, hareketli resimlerine, ışıltılarına ve vaadettiklerine de güzelce bakın. içiniz açılsın. hayat ne kadan güzel.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap