82 entry daha
  • --- spoiler ---

    2054’de washington, d.c.’de bir ön suç (precrime) departmanı oluşturulmuş, suçları önceden gören kahinler tarafından suçlular suçu işlemeden yakalanmakta ve hapse tıkılmaktadır. suçlarda yüzde 90’a varan azalma sonuçlarına ulaşılmış ve bu birimin tüm ülke çağında yaygınlaştırılması düşünülmektedir. bu süreci denetlemek için merkez hükümet (adalet bakanlığı) tarafından departmana danny witwer adından bir görevli gönderilir. ön suç departmanının en yetkili polisi john anderton 6 yıl önce oğlunu kaybetmiş ve bu acı onu söz konusu departmanın en ateşli savunucusu yapmıştır.

    filmde ilk göze çarpan şey, “özgür irade” denen şeyden yana tavır alınmasıdır. insanlar kendilerini belli bir sonuca götürecek süreçlerden geçseler bile son anda o sonucu yerine getirmeden dahi karar değiştirebilirler. tam da bu nedenle geleceği öngörüp malum şahıs belli bir eylemi yapacak diye onu tutuklayıp hapse tıkmak doğru bir davranış değildir. mutlak kaderciliğe mesafe alan ve bunun karşısına özgür iradenin mutlaklığını yerleştiren bir film. bu anlamıyla ideolojik bir yapım olduğu söylenebilir. dini argümanlar bir tarafa film, bireyin mutlak ölçüde çözülemeyeceği özgür irade denen şey dolayısıyla aslında öngörülemez olduğu bir özne olduğunu savunur. bu argüman ciddi bir şekilde modernite eleştirisi kokuyor. süreç üzerinde mutlak kontrol sağlaman kaçınılmaz olarak sonucun öngördüğün şekilde gerçekleşmesini sağlamaz. sonuç her zaman sürprizdir, öngörülemezdir. film zaten modernitenin bu argümanının çöktüğü post-modern zamanlarda çekildiğinde dolayı bu noktada kendi zamanının ruhu ile uyuşuyor.

    filmin alt metinleri ise daha ilginç duruyor. filmi kat eden güzel bir ayrıntı ise gözler üzerine. “körlerin ülkesinde tek gözlü adam kraldır” bu lafı uyuşturucu satıcısı john anderton’a hemen filmin başlarında söyler. film ilerledikçe bu ifadenin filmin temel düğüm noktası olduğunu anlarız. herkesin gözleri sayesinde koca bir makineye bağlı bir yaşadığı bir dünyada john anderton gözlerini değiştirerek bu dünyanın tüm kurallarını alt üst eder, üstelik hemen başında bir gözünü kaybetmesine rağmen. bu tek gözlü adam makinelerin kontrolünden sıyrılabilen tek kişi olduğu için bütün şehri alt eder ve istediklerini alır. kısacası sisteme karşı direnebilen bu özelliği sayesinde sistemin kralı olmuştur.

    gözlerin taranması ve insanların gözleri aracılığıyla makinelere ve oradan da sisteme bağlandığı bir dünya ne kadar “özgür irade” ile dolu olabilir. filmin temel argümanı olan özgür irade savunusu böylesi bir dünyada mümkün müdür. alışveriş merkezlerinde reklâmların kişinin ismini dile getirerek kendileri kişiye özel reklâmlara dönüştüren uyarı levhaları adeta mutlak kanaat şekillendirici mekanizmalar gibi durmaktadır. kanaatin bu mekanizmalar tarafından şekillendirildiği dünyada özgür irade bu makinelerin bir ürünü gibi duruyor. tüketme dışındaki alternatifin elden alındığı bir dünyada onu değil de bunu tüketme özgürlüğü, bildiğimiz özgürlük olmaktan çok uzakta. o halde “özgür irade” mutlak seçme özgürlüğüdür, seçmeyip bir kenarda durmak sistemin dışına çıkmak mümkün değildir. bu, yukarıda bahsedilen filmin temel argümanıyla da çelişmiyor.

    ilginç detaylardan biri de, şehrin güvenliğinin üç köle üzerine kurulması. küçük bir havuzun içine hapsedilen 3 kahin şehirdeki olası suçları öngörerek şehrin daha güvenli olmasını sağlıyorlar. bütünüyle “özgür irade” savunusu olan bir filmde bu üç kişinin köleleştirilmesi bir çelişki olarak görülebilir. üstelik film eleştiriyi uygulanan sisteme değil, sistemin başındaki adama yıkarak aslında sistemde bir problem olmadığını bu üç kahinin köleleştirilebileceğini normalleştiriyor. bu nedenle filmde geçen “problem sistemde değil insanda” ifadesi bir hayli anlamlı.

    filmin diğer sarsıcı alt metni ise john anderton’un kahinin zihnindekileri çıkarmak için onu götürdüğü mekanın tasviridir. patronunu öldürmek, en sevdiği film oyuncularıyla sevişmek, insanların kendine yalakalık etmesini isteyen tiplerin bu arzularını sanal ortamda tatmin ettikleri bir yerdir burası. kritik soru şu, sanal ortamda patronunu öldüren ve bunun tatminini duyan bir kişinin eylemi neden normalleşir? bütün “kötü” duyguların giderildiği bir sanal ortamın inşası gerçek alanda öznenin kötülük yapmasının önüne geçebilir mi? yani kötülük yapmak salt öznenin arzularına ilişkin bir şey midir?

    film bu soruya net bir cevap vermiyor. ama suçun büyük ölçüde azaldığı bir şehirde böyle bir oluşumun var olması ve insanların büyük tutkularla buraya akın etmesi ilginç bir anlatım olmuş. gerçek alanda suçun sınırlandırılması, suça yönelik ihtiyacı ortadan kaldırmıyor, sadece onu bastırıyor. bu nedenle de bu ihtiyacın giderilmesi için yeni mekanizmalar ortaya çıkıyor. bir başka soru da şu, kahinler cinayet planlamalarını çok net bir şekilde görürken, patronunu öldürmek arzusu ile bu mekana koşan bir insanın gerçek patronu değil de sanal olanı öldürmek istediğini nasıl ayırt ediyorlar?

    --- spoiler ---
135 entry daha
hesabın var mı? giriş yap